N.  YENİ   EVİMİZ

               Feneryolu'ndaki  evde  altı  sene  oturmuştuk.  Orada  güzel  günler  geçirmiştik.  Komşularımızdan  biri  hariç,  hepsinden  çok  memnunduk.  Zaten  on bir   daireli  apartmandı.  Biri  hariç  hepsiyle  görüşüyorduk.  Her  katta  üç daire  vardı.  Birkaç  basamakla  inilen  zemin  katında  ise  iki  daire  ile  arkada  kapıcı  dairesi  ve  kalorifer  kazanı  bulunuyordu.                            Apt.nın   Önünde,  demiryolu  kenarında,  asırlık  iki  çam  ağacıyla,  çiçekli  bahçesi  ve  üç  arabalık  betondan  park  yeri   bulunuyordu.  Hoş  arkada  iki  apartmanın  arasında  da  park  yeri  vardı  ama,  arkadaki  park  yerinden    iki  apartman  da  istifade  ediyordu.  Arka  apartman  tamamı  müteahhit  Mehmet  bey’e  aitti  ve  önünden  de  yol  geçiyordu.

               Altımızdaki   dairede,  sağlık  memurluğundan   emekli  olmuş  bir  astsubay  oturuyordu.  Adamın  bir   tutkusu  vardı.  Zaman,  zaman  balkonda  ızgara  yapmak.  Ne  kadar  ikaz  etsek  de  bu  alışkanlığından  vazgeçiremedik.  Balık  kokusu,  ızgara  kokusu  doğrudan  bize  geliyordu.  Hele  yaz  mevsimi  olunca, sıcaklar  sebebiyle   camların  açık  olduğu  zamanlar  dayanılmazdı.

             İkinci  bir  şikayetimiz  de    tren  gürültüsüydü.  Daha  doğrusu  eşim  hassasiyet  gösteriyordu.  O  da  haklıydı,  çünkü,  insanlar  Badat  caddesine  çıkmak  için üst   köprüyü  geçmek  yerine,  kısa  yolu,  yani  demir  yolundan  atlamayı  tercih  ediyorlardı.  İnsanları  uyarmak  bakımından da  Feneryolu  istasyonundan  kalkan  trenler  feryadı  basıyorlardı.  Dolayısıyla  eşim  bu  düdük  sesinden  çok  etkileniyor,  şikayet  ediyordu.  Hele  dizel  motorlu  çekicilerin  gürültüleri,  bilhassa  geceleri  geçerken   deprem  oluyor  duygusu  yaratıyor,  eşim  yataktan  sıçrıyordu.  Son  zamanlarda,  her  düdükte,  her  sarsıntıda,  küfürler  etmeye  Başlamıştı.

               Diğer  bir  şikayetimiz  sivri  sineklerdi.  Balkonlara  tel  kapı  yaptırdığımız  halde,  sivrisineklerin  saldırısından  kurtulamıyorduk.  Bazen  karabulut  gibi,  bilhassa  geceleri  balkon  kapılarının  tellerine  yapışıp  kalıyorlardı. Her  taraf  bahçelik  ve  çok  yeşillik  olduğundan sivrisineklerin  önüne  geçmek  mümkün  olmuyordu.  Cam  açamıyor,  dairemiz  tamamen  güneye  baktığı  için  de  sıcaktan  ne  yapacağımızı  bilemiyorduk.  Dolayısıyla,  bu  evi  satmaya,  yeni  bir  ev  almaya  karar  vermiştik.

Bir  yandan  gazetelere  satılık  ilanı  verirken,  bir  taraftan  da  civarımızda,  Moda’da,  Acıbadem’de  satılık  ev  aramaya  başladık.  Mevcut  eşyalarımızın  sığabileceği  gibi,  Salon  ve  odaları  geniş  bir  ev  bulamıyorduk.

               Neticede  Ahmet  bey   çıkageldi.  Evi  satın  almak  istiyordu.  Ayrıca  evi  gezerken, salonun  masa,  sandalye,  sehpa   ve  büfesini  de  görmüş  beğenmiş,  satın almak  istemişti.  Büfenin   altı  yekpare,   üstü,  iki  parçalı,  ikişer  adet  renkli  cam  kapılı,  yine  renkli  camlı  rafları,  siyah  tik  ağacından  yapılmıştı,  masa  altlıklı,  tek  sütun  ayaklı,  üstü,  dikdörtgen  şeklinde,   renkli  camlıydı.  Sandalyeler  ise  Kıvrım  şeklinde  nikelaj  ayaklı,  arkalığı  ve  oturacak  yeri  kaliteli  bir  sun-i  deriden  yapılmıştı. Yani  hepsi  şahane  ve  evladiyelikti.

               Netice  pazarlık,  pazarlık  derken,  2.225.000  TL.ye   anlaşmıştık.  Ev  buluncaya  kadar   da  oturma  sözü    verilmişti..   Parayı  değerlendirmek  için   hemen  Kastelliye  yatırmıştım.  O  devir  öyle  bir  devirdi  ki  paranın  değeri   düşüyor, ve  enflasyon  ise  almış  başını  gidiyordu.

              Artık  ev  aramaya  hız  vermiştik.  Ama  yine  de  bir  türlü  aradığımız  gibi  geniş  bir  ev  bulamıyorduk.

               Bir  gün  yorgun,  argın  ev  aramaktan  dönerken  Şükriye  halamlara  uğradık.  Evi,  daha  önce  bahsettiğim  gibi,  Kurbağalı  dere  kenarındaydı.  Yeğeni  Çiğdemi  evlat  edinmiş  oturuyorlardı.  Konu  yine  ev  aramaktan  açılınca,  Şükriye  hala,  derenin  doğusunda,  yeni  bitmiş,  dokuz  katlı    bir   apartmanı  göstererek. ‘’Bakın  şu  apartmanı  görüyor  musunuz?  Orası  yapılırken,  ben  cam  önünde  oturur  hep  onu  seyrederdim.  Çok  sağlam  bir  inşaatı  var.  Bahçesi  de  geniş,  bir  de  oraya  baksanız  iyi  olur’’ dedi.

               Gerçekten,  oradan  ayrıldıktan  sonra,  Kurbağalı  dere  üzerindeki  ahşap  yaya  köprüsünden  geçtik,  Önce  birinci  apartmana  sorduk,  orasında  satılık  yer  olmadığını,  zaten  odaların  daracık  olduğunu  öğrendik.  Sonra  ikinci  Apartmana, Şükriye  halanın  gösterdiği  eve  geldik.  Kapıcı  bizi  üçüncü  kata  çıkardı. Satılık  daireyi  gösterdi.  Dere  tarafına  bakıyordu.  Bizim  istediğimiz  kriterlere  uygundu. Arsa  sahipleri  satıyorlardı.  Daire  sahiplerinden  birisi  Kızıltoprak'ta  oturuyordu.  Kapıcıdan  adresini  aldık.  Nasıl  olsa,  o  tarafa  doğru  gidecektik.  Kadın  yaşlı  birisiydi.Yalnız  yaşıyordu. Verese  olarak  dört  kişi  daha  varmış.  Biri (Erkek= Bostancıya  yakın  bir  yerde, diğeri  de  (Kadın)  Amerika’da  oturuyormuş.  Birisinin  vekaleti  de  kendisinde  imiş.   Dairenin  satış  değerine  saptamak  üzere  kendisi  yetkili  kılınmıştı.  Yani  pazarlığı  onunla  yapacaktık.  Al  külah,  ver  külah  2.750.000tl.ne  anlaşmıştık.

               Kadıköy  Tapu  dairesine  gittim. Tapu  Müdürüne  durumu  anlattım.  Amerika'ya  bir  mektup  yazmak  suretiyle,  Türk  Konsolosluğundan  bir  vekalet  gönderilmesini  sağlamam  gerektiğini  bildirdi.  Ben  de  o  yönde  bir  mektup  yazıp  kadına  gönderdim.

               15 gün   sonra  Amerika'daki  varisten  vekalet  geldi. Tapuya  götürüp  gösterdim.  Mevzuata  uygun  olmadığını  belirttiler. O  zaman  nasıl  olması  gerektiğini  kendilerinin  kaleme  almalarını  rica  ettim.  Ve  öylece  mektup  yazıp,  tekrar  Amerika'ya  gönderdim.  Bu  arada  stres  ve  üzüntüm   devam  ediyordu.  Neticede,  Tapu  müdürlüğünün  istediği  şekilde  vekalet  gelmiş  oldu.  Hemen  Kastelli’ye   yatırdığım  parayı  çektim  ve  İşbankasına yatırıp, varisler  adına   bloke  ettirdim.  Satış  yetkisi  olan    varisle  beraber    Tapuya  gittik.  O7-o5-1982  tarihi  itibariyle  tapuyu  elime  aldım.   Tapuyu, Kartaldaki  ve  Fener yolundaki  evi  yaptırdığım  gibi,  Yaseminle ,  yarı,  yarıya  yaptırdım.  Dünyanın  bin  bir  hâli   vardı.  Kimin  ne  zaman  öleceğini  Allahtan  başka  kimse  bilemezdi.  Çocuğum  olmadığına  göre,  Eşimi  de  düşünmeliydim.   

               Eşyaları  taşımadan  önce  aldığım  evde  yaptırmam  gereken  işler  vardı.  Evi  sattığımız  insanı  da  düşünmemiz  lazımdı. Bu  ara,  eşim  de  rahatsızdı.  Yeni  evde,  Fener yolundaki  evde  olduğu  gibi  her  tarafına  panjur   yaptıracaktım,  Salonun  parkelerini  sistire  yaptırıp  cilalatacak  ve  duvarlarına,  duvar  kağıdı  kaplatacaktım.,  Mutfak,  tuvaletler,     balkonları,   ve  hol’ü   taşlama  makinesiyle,  taşlatıp  cila  yaptırmalıydım. Ayrıca  yüklük  ve   mutfak  dolap   kapılarını  cilalattırmalıydım.  Panjur  işini,  sattığımız  evin  panjurunu  yapan  firmaya,  salonun  sistre  ve  cilalanması  ile  duvar  kağıt  kaplama  işini,  dükkanı  sattığımız  delikanlıya,  diğer  işleri  de  tanıdık  bir  firmaya  verdim.

               Evi  satın  alıp  bahsi  geçen  işleri  yaptırıncaya  kadar  üzüntü  ve  stresten  beş  kilo  zayıflamıştım.  Neticede  eşim  de  biraz  düzelmişti  ve  Kızına  misafir  gelen  Fevzi  eniştenin  de  yardımıyla,  eşyaları  taşıdık. Artık  bundan  sonrası  bize  kalıyordu.    Yeni  bir  sigorta  kutusu  yaptırmak,  avizeleri  monte  etmek,  çamaşır  ve  giyecekleri  gar dolaba,  ve  şifoniyere  yerleştirmek,  Tabak  çanağı  mutfak  raflarına  koymak,  salondaki  büfeye  gerekli  tabak  çanağı  vs.  yerleştirmek  ikimize  kalmıştı.  Bu  işleri  yaparken  de  eşime  yardımda  bulunduğum  için  mutluluk  duyuyordum. İşler  bittikten  sonra   rahat  bir  nefes  almıştık.

               Doğal  olarak,  kadın  gözü  ile  erkek  görüşü  faklı  idi.  Panjurları  yaptırırken  Yaseminin  hasta  olması,  Panjurların biraz  yüksek  olmasına  sebep  olmuştu.  Yani, yaz  gelip  balkonda , koltuk  ve  sandalyeye   oturduğumuzda,   sokaktan  gelip,  geçeni  görmekte  zorluk  çekiyorduk.  Bu  da,  ilerde,  her  yaz  mevsiminde,  Yaseminin   ‘’Ben  olsaydım,  böyle  yaptırmazdım,  panjurların  alt  kısmını  biraz  alçak  yaptırırdım’ ’sözünün  tekrarlanmasına  sebep  olacaktı.

               Tabii,  zaman  geçtikçe,  evin  iyi  ve  mahzurlu  tarafları  meydana  çıkacaktı.  Ev  istediğimiz  gibi  genişti.  Görüşü  de  güzeldi.  Bizim    misafir  yatak  odasından,  balkondan,  Söğütlü  teren  istasyonunu,  görmek  mümkündü.  Salondan  da   eski  Kuşdili  Çayırını  (Bugünkü  Salı  pazarı),  Kurbağalı  dereyi ,  hatta  daha  ilerisini   görüyorduk.   Yer  olarak  F.B. Stadına    dolayısıyla  her  tarafa  yakındı.  Çıkmaz  sokak  olduğundan  dolayı  da  ,   fazla  toz  olmaz  diye  düşünüyorduk.                   Haftada  iki  gün  Salı-Cuma  günleri   Pazar  kuruluyordu.  Pazar  gözümüzün  önündeydi. Kurbağalı  Dere  yanında,  Eski  Kuşdili  Çayırı  bozulmuş,   asırlık  ağaçlar  kesilmiş, Pazar  yeri  yapılmıştı (Salı  Pazarı)    Apartmanda,   Bilhassa  yazın,  Güneşin  doğuşu   ile, öğleden  sonra  güneşin batışı  sırasında,  sıcaklıktan  bunalıyorduk..  Ama   salon  kuzey  batıya  baktığından,     kışın  soğuk  oluyordu.                                     Taşınır,  taşınmaz,  Apartman  sakinleri  beni  Yönetici  seçmişlerdi.  Bu  tarihten  sonra  da, Hem  apartmanın  yönetim  işleriyle,  hem  de  Salı  pazarının,  bilhassa  yaz  mevsimi,  tozu,  toprağı  yüzünden,  Belediye  ile  mücadelem  başlayacaktı.  Pazar  yeri  ve  Kurbağalı  Derenin  durumunu  ve  pisliğini  ise  (CEVREMİZ  ADINI  VERDİĞİM) bir şiirimle  dile  getirmiştim. (Birinci  ciltte  veya  www.antoloji.com/yusuf_canturk ) veya kendi internet  adresimden (www.mzcanturk.net ) okuyabilirsiniz.

( Zorlu Dönemeçler-2-b5-9n- başlıklı yazı coni tarafından 24.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.