ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM

                              1.A MERİKA’YA  YOLCULUK

               1960  yılıydı. Bu yıllarının  politik  ortamı,  herkesçe  malumdu. Herkes,  bilhassa  orta  halli  vatandaşlar, subay  ve  astsubaylar dahil, hayat  pahalılığından  şikayet  ediyorlardı.

              Bu  arada,  Hava  Kuvvetlerinden  gelen  bir  emre  göre,  Amerika'ya,  ikmal  kursu  için  subaylar  gönderilecekti.   Bir  subay  isminin    bildirilmesi  isteniyordu.  Üs  komutanlığı,  benim  ismim  üzerinde  duruyordu.   Kd. ütğm.  Ramiz  ise  kendi  isminin  bildirilmesini  arzu  ediyor,  bu  yönde  kulis  faaliyetlerine  geçmiş  bulunuyordu.  Evet  herkes  tarafından  takdir  edilen,  çalışkan  bir  insandı  ama  sosyal  davranışları  iyi  değildi.  Hem  de  doğru,  dürüst  İngilizce  bilmiyordu.

                Netice  olarak,  4ncü   Üs  komutanlığı  bağlı  olduğu  1nci.  Tak.Hv.Kuvvet  K.lığına  ikimizin  ismini  de  bildirerek,  seçimi  onlara  bırakmıştı.

Günler  geçmiş,  Kuvvet  Komutanlığından  cevap  gelmemişti.  Bir  gün  oraya  gittim,  Loj.  Bşk.  Özcan  Alb.ya  durumu  anlattım. (Ki  onu  uzun  zamandır  tanıyordum).  ‘’Peki  ben  ilgilenirim’’  demiş,  ben  de üsse  geri  dönmüşdüm.

               Bir  hafta  sonra,  üs  komutanlığına  resmi  bir  emir  gönderilmiş  ve  benim  Amerika’ya  gönderilmem   gerektiği    bildirilmişti.   (Bu  hususta  Loj.  Bşk. Kd.  Alb.  Özcanın  rolü  olup  olmadığını  öğrenemeyecektim.  Çünkü  Amerika'dan  döndüğümde,  yaş  hattından  emekli  edilmişti.)

               Hv. K. K.lığından  gelen  emre  göre,  Mayıs  ayının  sonuna  doğru  Amerika'ya  hareket   etmemiz  gerekiyordu.  Bu  sebeple  Bedia  yengeye  bir  mektup  yazıp    kiralık  ev  bulmasını,  durumun  acil  olduğunu  bildirdim.  Yavaş,  yavaş  da  eşyaları  toplamaya  başlamıştık.  Zaten  eşya  olarak  fazla  da  bir  şeyimiz  yoktu.

 

                                A.  KADIKÖYDE  ÜÇÜNCÜ  EV

               Kısa  zamanda  cevap  geldi.  Kendilerine  ve  çocukların  evlerine  yakın,  Elmalı  Çeşme  sokağında  bir  ev  tuttuklarını   bildirmişti.

Oraya  taşındığımızda  gördük  ki,  gerçekten  tuttukları  ev,  hem  çocuklara  hem  de  Bedia  yengelerin   evine  yakındı.  Ayrıca  Salı  pazarına  ve  Hatice  halanın  evine  de  yakındı.  Ev  sahibesi  yaşlı  bir  kadındı.  İzmitli,  Hanife  ablanın  kızı  evlenmiş,  yaşlı  kadının  gelini  olmuştu.  Semahatın  sayesinde  bu  ev  bulunmuştu.    Sokak  üzerinde  ahşap  bir  evdi,  alt  kadında  ev  sahibesi,  üst  katında  da , biz  oturacaktık. Tek  kapıdan  girmek  suretiyle,  ahşap   bir  merdivenle  üst  kata  çıkılıyordu.  İki  yatak  odası,  geniş  bir  salon,  mutfak,  tuvalet  ve banyo  vardı.

               Biz  Eskişehir'de  iken,  Bedia  yengenin  küçük  kızı  Sahire  evlenmiş,  Kocası  Necdet  beyle,  Eskişehir'e  tayin  olmuşlardı.  Kocası  Necdet  bey  bankacıydı.  Sahireden  büyük  olmasına  rağmen,  çok  efendi  insandı.  Onu  da  çok  sevmiştik.  Evlerimiz  yakındı.  Görüşüyorduk.  Şimdi  de  bir  çocukları  olmuştu.  Adını  Mehmet  koymuşlardı.  Onlardan  ayrılırken  çok  üzülmüştük.

                Bu  arada  çocuk  deyince,  acaba  bizim  neden  çocuğumuz  yoktu?  Birinci  kitapta  da  belirttiğim  gibi,  Bilecikte  Orta  Okul’da  okurken,  sıkıntılarım  halen  devam  ediyordu.  Allaha  yalvarmıştım  ve ‘’ Eğer   çocuğum,   benim  gibi  sıkıntı  çekecekse,  bana  çocuk  verme’’  diye  dua  etmiştim.  Dolayısıyla  eşim  iki  defa  hamile  kalmış,  ikisinde  de  çocuğu  aldırtmıştık.  Tabii  bu  kararımızda,  Gülcan  ve  Gülşeni,  benim  de  çocuklarım  gibi  hissetmemin  ve  sevmemin  rolü  vardı.  Ayrıca  eşim  benim  halamın  torunu  olduğuna  göre,  Gülcan  da  Gülşen  de     benim  akrabam  oluyordu.  Üstelik,  senelerce  beraber  yaşamıştık.  Yani  birbirimize  yakındık. Büyüğü  bana  ağabey,  küçüğü  de  dayı  derdi.

               Oraya  taşındığımızda  Gülcan  artık  nişanlıydı.  Taşınma  işi  bittikten  sonra,  ben  tekrar  üsse  geri  dönmüştüm. Amerika'ya  gitmem  için daha  zaman  vardı.

               Bir  hafta  sonu, yine  irtibat  uçağı  ile   arkadaşlar  Yeşilkö'ye  uçacaklardı.  Ben  de  onlarla  beraberdim.  Komutanın  emir  subayı  ile  Fikret  Yzb.     benim  gibi Anadolu  yakasına   geçiyorlardı.  Onlara  kiraladığımız  eve  kadar  götürüp  gösterdim.  Ben   Amerikadayken,   maaşımı  alıp  eşime  vereceklerdi.  Öyle  anlaşmıştık.  Bana  ise,  Kurs  ve  harcırah  parası  olarak  dolar  üzerinden  toptan  ödeme  yapmışlardı.

               Bu  arada,  eşimin görevleri  vardı.  Damadın  ailesiyle  tanışmış,  Onları  eve  de  davet  etmişti.  Kendine  göre  de  kızına  çeyiz  hazırlamalıydı.  Hem  annesinden  kalan  dükkanı  satmış,  hem  de  babasından  kalan  evin  hissesinden  paraları  vardı  ama  Yasemini   böylece  sorunlarıyla  bırakmak  beni  üzüyordu.

               Bana  verilen  emre  göre,  25  mayısta,  Yeşilköy  askerî  üssünde  bulunacaktım.  Uçakla  oradan  hareket  edecektik.  Yeşilköy  askerî  üssüne  ulaştığımda,  bir  Amerikan  C-130  uçağının  beklemekte  olduğunu  gördüm.  Gidecek   olan  yalnız  ben  değildim,   Çoğunluk  Amerikalı  askerî  personeldi.  Ayrıca  benim  gibi  ikmal  kursuna  gidecek  olan  Kadri  Bnb.  vardı.  Balıkesir  üssünden  geliyordu.  Uçağa  bindiğimizde,  askerî    malzemelerle  dolu   olduğunu  anladım.  Yolcular  için  ise  ayrı  bir  bölme  hazırlamışlar,  koltuklar  koymuşlardı.  Daha  önce  de  malzeme  taşıyan  bu  uçaklarda,  aynı  şeye  şahit  olmuştum.  Uçakları  ona  göre  dizayn  etmişlerdi.

               Uçak  pist  başına  varınca,  pilot  rotamızı  anons  etti.  Önce  Atina,  sora  Bingazi (Libya),  Azor  adaları  ve  Çarliston(Amerika), Anladığın  kadarıyla,  Kadri  Bnb.nın  İngilizcesi  pek  iyi  değildi.  Ona  pilotun  anons  ettiği  rotayı  tekrarlamak  durumunda  kaldım. Uçak  havalandıktan  sonra,  Uçağın  penceresinden  dışarısını  seyrediyoruz,  nerede  olduğumuzu  anlamaya  çalışıyorduk.  Yarım  saat  süren  bir  yolculuktan  sonra  Atina  hava  meydanına  indik.  Amerikalı  personel,  bir şeyler  yiyip  içmek  için  dışarı  çıktılar  ama  biz  iki  Türk  subayını   indirmediler. .  Sebebi  ise,  Yine  Türkiye  ve  Yunanistan  ilişkileri  bozulmuştu.  Herhangi  bir  tatsızlık  çıkmasın  diye  böyle   bir   tutum  içine  girmişlerdi.

 

                                B.  LİBYA  VE   AZOR  ADALARI

               Uçak,  Atina   Askerî  Hava  alanından   15-20  dakika  sonra   hareket  etti.    Geçtiğimiz  yerleri  görmek  için  pencereden  dışarı  bakıyoruz.  Uçsuz bucaksız  Akdeniz  üzerinden  geçerken  ise,  dışarı  bakarken,  koltuklarımızda  uyuyakalmışız.  Bingazi’de  Amerikalıların  askerî  üssü  vardı.  Oraya  indik.  Yakıt  alacak, uçuş   ekibi   değişecekti.  Dolayısıyla,  orada  epey  bir  zaman  kalmamız  gerekecekti.  Aklıma  hemen,  Turgut  Reisin  türbesi  geldi.  Şöyle  bir  araştırma  yaptım.  Arada  epey  mesafenin  olduğunu  öğrendim.  Türbe  Trablusgarbtaydı. Bu  sebeple  vazgeçtim.  Turgut  Reis,  Osmanlının  sayılı kaptanlarındandı.  1500  tarihlerinde,  80  yaşında  iken,  Bilfiil  düşmanla  çatışırken,  Malta’da  şehit  edilmişti.   Trablusgarb’a  defnedilmiş,  bilahare,  türbesi  yapılmıştı.

               Akşama  doğru,  uçuş  ekibi  yenilenmiş  olarak  havalandık.  Koca  Atlas  Okyanusunu  geçecektik.  Bu  arada  saat   farkı  da  doğacaktı.  Gece  yarısı,  Azor  adalarındaki,  Amerikan  askerî  üssüne  indik.  Her  nekadar   uçakta  yedirip,  içiriyorlarsa  da, herkes  uçaktan  indi  ve  gaziyona  doğru  yürüdük.  Bir  şeyler  yemek,   içmek  istiyorlardı.  Oralarda,  bizdeki  gibi  erler  hizmet  etmediğinden  her şey  self  servis  şeklindeydi.   Amerikalılar  ve   biz     kuyruğa  girdik.    Amerikalılar,  daha  ziyade  tost  ve  içecek  bir  şeyler  sipariş  veriyorlardı..

               Sıra  bana  geldi.  Ben  de  siparişimi  verdim.  Para  ödemek  üzere  elimi  arka  cebime  attım,  para  cüzdanı  yoktu.  Beynimden  vurulmuşa   döndüm.  Diğer  ceplerime  de  baktım,  yoktu.  Ya  kaybetmiş,  ya  da  düşürmüştüm.  Cüzdanda  topluca   ödenen  dolarlar  vardı.  Şimdi  ne  yapacaktım.  Arkamda,  kuyrukta  olan  Amerikalılar  durumu  anlamışlardı.  Nöbetçi  subaya  telefon  et,  uçağı  ve  uçaktan  gazinoya  kadar  geldiğimiz  yolu  araştırtsın  tavsiyesinde  bulundular.  Nöbetçi  subayına  telefon  ettim.  Durumu  anlattım.  ‘’Peki,  arattıracağım’’  Sözünü  aldım.  Ama  için  yine  de  rahat  değildi..

               15  dakika  geçmeden,  gazinoya  bir  siyahî  girdi,  elinde  benim  cüzdan  vardı. İşçi   olduğu  her  halinden   belli  oluyordu.  Çok  sevinmiştim.  Sanki  dünyalar  benim  olmuştu.  Cüzdanı  temizlik  yaparken,  oturduğum  koltukta  bulmuştu.  Biz  de  adet  olduğu  üzere  bir  miktar  bahşiş  vermek  istedim,  kabul  etmedi.  Ne  kadar  iyi,  dürüst  insanlar  var  diye  düşündüm.  Acaba  böyle  bir  olay  Türkiyemizde  başıma  gelseydi  sonuç  ne  olurdu?!

               Azor  Adalarından  hareketle, Amerikanın  doğu  sahillerindeki  Charliston  Askerî   hava  meydanına  indik.  Buradan  bizi,  domestik  dedikleri  iç  hatlara  yönlendirdiler.  Gideceğimiz  yere   artık  sivil   uçaklarla  uçacaktık.  Terminal  değiştirme  sırasında  sivillerin  bana  hayret  ve  gıpta  ile  baktıklarının  farkına  vardım.  Düşününce  bana  böyle   niye  baktıklarını  anladım.  Ben  resmi  kıyafetliydim.  Ve  apoletimde  de  iki  yıldız  vardı. Sivillere  göre burada,   iki  yıldız  tümgeneral  rütbesiydi.  Askerler  benim  ütğmen  olduğumu  biliyorlardı  ama,  siviller  ise  bu  durumu  bilmiyorlardı.,  Dolayısıyla    Bana  genç  yaşında  tümgeraral  olmuş  bir  subay  gözüyle  bakıyorlar  ve  hayret  ediyorlardı.                Hayretimizi  mucip  olan  bir  başka  şey  de,  Amerikalı  subayların,  ‘Türkiye'de  ihtilal  oldu, siz  ne  düşünüyorsunuz’ diye  sormaları  oldu.  Böyle  bir  hadiseyi  ilk  defa  Amerikalılardan  duyuyorduk. ‘Yorum yok (No  commnet)’  diye  cevap  verdik,  ama  içimizden  hayırlı  olsun  demekten  kendimizi  alamadık.

                                C. AMARİLLO

               Amerillo  hava  üssünde  sivil  uçaktan  indik.   Bizi  askerî  bir  vasıta  bekliyordu.  Arabayla,   Amerillo,  İkmal  ve  Bakım  Merkezine  gittik.  Burası  çok  geniş   bir  saha  idi.  Hem  eğitim,  hem  de  uçak  bakım  hangarları  mevcuttu.  Bizi  önce,  yatakhanelerin  bulunduğu  binalara  götürdüler.  Yatacağımız  odaları  gösterdiler.  Tek  kişilik  fakat  geniş  bir  odaydı.  İçinde  koltuklar,   gar dolap, buz  dolabı,  tuvalet,  banyo  her  şey  mevcuttu.  Oradan  kahvaltı  ve  yemek  yiyebileceğimiz  gazino,  oradan  da  eğitim  göreceğimiz  tek  katlı  binaları  gösterdiler.  Yatak  odalarının  bulunduğu  bina  ile  burası  arasında  epey  mesafe  olmasına  rağmen,  yürüyerek  gitmek  mümkündü..  Sabahları  dokuzda  derslikte  bulunmamız  gerekiyordu.  Kantin,  revir  ve  şehir  için   her    saat  başı askerî  otobüsler,   kalkıyordu.  Hafta  sonları  otobüslerle  oralara  gidebilecektik.

               Seyahatimiz  uçakla  da  olsa  anlaşılan  yorulmuştuk.  O  gece,  yatakların  rahat  olması   ve  yorgunluk  nedeniyle  rahat  bir  uyku  uyumuştuk.                  Ertesi  sabah,  yattığımız  yere  yakın  olan  gazinoda  kahvaltımızı  yaptıktan  sonra  sınıfların  bulunduğu  binaya  gittik. Dersliklerde  bizim  gibi  müttefik  devletlerden  gelen  subaylar  olduğu  gibi,   çoğunluk  Amerikanın  muhtelif  birliklerinden  kurs  için  gelen  subaylardan    oluşuyordu.  Böylece  eğitime  başlamış  oluyorduk. Artık  günlerimizin  çoğu  dersliklerde  geçiyor,  hafta  sonlarında  da  Amerikan  PX(Kantin) i,    gazinoları  ve  Amerillo şehrinde    geçiyordu.  Bu  arada,  bir  Amerikalı Ütğm.le (Poal)  tanıştım.  Hatta  beni  eşi  ve  iki  çocuğu  ile  de  tanıştırdı.  Hem  kendisi  hem  de  eşi  ve    çocukları  sapsarı  idiler.  Çocukları  çok  sevimliydiler.  Şehirde  oturuyorlardı.  Kurs’u  bitirdikten  sonra  nereye  tayin  edileceklerini  merak ediyorlardı.  Artık,  Ütğm.  Poal  ile  arkadaş   olmuştuk.(Türkiye’ye  döndükten  sonra  da  mektuplaşacak,  bana  ailece  fotoğraflarını  gönderecek  ve  Alaska’ya  tayin  olduğunu  bildirecekti)

               Kursta,  dersler  daha  ziyade,  uçak  malzemeleri  için  hazırlanmış  kataloglar  üzerinden  sürüyordu.  Bu  kataloglarda,  uçakların  tiplerine  göre,  binlerce  kalem  malzemenin  çizimler  halinde  uçak  yedek  ve  ana  parçaları  gösterilmişti.  Her  parçaya  ait  de  parça  ve  stok  numaraları  yazılmıştı.  Mühim  olan  bu  parçaları  ve  onların  parça  ve  stok  no:larını  doğru  olarak  bulabilmekti.  Bu  kataloglar,   hem  ikmal  personeline,  hem  de  bakım  personeline  hitap  ediyordu. Bakımcılar,  istek  yaparken  bu  parçaların  stok  no:  larını  iyi  tespit  etmesi  gerekiyordu.   Kataloglar  ve  teknik  terimler  hep  İngilizce  idi.  Bazen  bizim  gibi  Amerikalılar  da  anlamakta  zorluk  çekiyorlardı. Sıkıştığımızda    da  öğretmenlere  sormak  durumunda  kalıyorduk.  Türkiye’ye  döndüğümüzde  işimize  yarayacak  çok  şey  öğreniyorduk.

               Kadir  Bnb.  yön  bulma  bakımından  biraz  zayıftı.  Haftalar  geçmesine  rağmen,  gitmek  istediği  yönü (  Örneğin :  sabah  dersliğe,  akşam  üstü,  yattığımız  binaya giderken   yolunu  şaşırması)  bir  türlü  bulamıyordu.  Muhakkak  beraber  gitmemizi  istiyordu.   Benden  kıdemli  olduğu  için  onun  dediğini  yapıyordum.  Dolayısıyla,  PX  ve  şehir’e  giderken  de  hep  birlikteydik.

               Bir  gün  derse  gittiğimizde,  Yzb.  Hamdi(Gandi)  ve  arkadaşıyla  karşılaştık.  Arkadaşını  ilk  defa  görüyordum.  İkisi  de  ikmal  kursuna  gönderilmişti.  Bizi,  arkadaşı,  Yzb.  Ertuğrul  ile  tanıştırdı. Yzb.  Kursa  Bandırmadan  katılıyordu.  Hamdi  Yzb.yi    Gördüğüme  çok  sevinmiştim.  Nede  olsa  bizim  nikah  şahidimizdi.  Bana   çok   yakın  ve  efendi  bir  insandı.

               Aradan bir  müddet  geçtikten  sonra,  Okul  olarak,  bölge   içinde  görülecek  yerlere  gezintiler  tertiplemişlerdi.  Kanyon  (canyon)  diye  görülmeye  değer  bir  yere  götüreceklerdi  Oraya  gitmeden  önce  Öksüz(orphan)  çocukların  barındığı  tesislere  uğrayıp,  onlarla  öğle  yemeği  yiyecektik.

               Öğle  yemeğini,  hava  güzel  olduğu  için,  tesisin  bahçesinde  hazırlamışlardı.  Çocuklar  cıvıl,  cıvıldı.  Dünyanın  her  tarafında  olduğu  gibi,  çocuklar  çok  sevimliydi,  cana  yakındılar,  her  birinin  gözleri  pırıl,  pırıl  parlıyordu.  Hele  yemek  yerken  cıvıltıları  insanın  kulağını  okşuyordu.. Çok  da  kalabalıktılar.  Amerikalı  kursiyerler  dahil  biz  de  kalabalıktık.  Bu  ziyaretin  bir  manası  olması  lazımdı.  İdarecilere  biraz  para  yardımı  yapsam  ayıp  mı  olurdu  acaba?   diye  düşünüyordum. Ben  böyle  aklımdan  geçirirken,  arkadaşım  Poal’un  cebinden  cüzdanını  çıkarıp  idarecilere  para  verdiğini  gördüm.  Ben  ve  diğer  arkadaşlar  da  onu  takip  ettik.  İçim  rahatlamıştı.

               Çocuklar  ve  idarecilere  veda  ettikten  sonra,  otobüslere  bindik  bahsi  geçen  Büyük  Kanyonu  görmek  için  yola   koyulduk.  Kanyon  bölgesi,  gerçekten   görülmeye  değer  bir  yerdi.  Derin  bir  vadi  boydan  boya  uzanıyordu.  Tabiat  senelerce  uğraşmış,  şekilden,  şekle  sokmuştu. Yeşillikler,  çöller,  şelaleler,  Bizim  Ürgüp  bölgesine  benzeyen  yönleri  çoktu.  Gözleri  büyüleyen  oluşumlar  vardı.  gez,  gez  bitmiyordu.  Bakmaktan,  izlemekten  büyük  zevk  almıştık.  Aksam  üstü  okul’a  dönerken,    duyduğumuz  zevk     devam  ediyordu.

               Hamdi  ve  Ertuğrul  Yzb.larla  konuşurken,  Diş  tedavisi  için  revire  gideceklerini  öğrendik.  Kadir  Bnb.   ile,  biz  de  gitmeye  karar  verdik.  NATO  andlaşmalarına  göre,  sağlık  hizmetleri  parasız  sağlanıyordu.  Diş  doktoru  orta  yaşta  bir  kadındı.  Ağzımı  açtırıp  dişlerimi  kontrol  etti.  ‘oo,  çok  sağlam  dişleriniz  var,  kökleri  de  güçlü  görünüyor,  hiç de  çürük  yok,  biraz  temizlersek  iyi  olur’  dedi.  Doktorun  bu  sözleri  beni  sevindirmişti.

               Bir  gün  de  dersliklerin  önünde,  Hamdi  ve  Ertuğrul  Yzb.ları  göremedik.

.              Sorup,  soruşturduk,  kaza  geçirdiklerini,  bu  sebeple  hastanede  yattıklarını  öğrendik.  Hocalardan  izin  alarak  ,  onları  ziyaret  için  hastaneye  gittik.  İkisi  de  kafa,  göz   sarılı  yatıyorlardı.  ‘’Nasıl  oldu  bu  kaza?’’  diye  sorduğumuzda,  şöyle  cevap  aldık:  ‘Gezip,  etrafı  görmek  maksadıyla,  bir  araba  kiralamışlar,  Tarlalar  arasındaki  yoldan  giderken,  önlerine  bir  sığır  sürüsü  çıkmış,  onlara  çarpmamak  için  direksiyon  kırınca  şarampole  yuvarlanmışlar’.  Olayı  gören  bir  Amerikalı  da  alıp,  hastahaneye  getirmiş.  Arabayı  kullanan  da  Ertuğrul  Yzb.  imiş.  Doktorlar,  10  gün  hastanede  kalmaları  gerektiğini  söylemiş.  Üzüntülerimizi,ve  geçmiş  olsun  dileklerimizi  belirttikten  sonra  yanlarından  ayrılmıştık...

               Biz  yakında  Türkiye’ye  dönecektik.  Buraya  gelmeden  önce  eşime  söz  vermiştim.  Bir  buz  dolabı,  bir  de  elektrikli   süpürge  getirecektim.  Westinghouse  marka  bir  buz  dolabı  ile,  General  Electric  marka  bir  elektrik  süpürgesi  aldım.  Maalesef  ikisi  de  110  volt  cereyanlıydı.  Bu  sebeple  de   iki  tane  transformotor  almak  mecburiyetinde  kaldım.  Nakliye  hususunda  da  anlaştık,  bir  nakliye  firmasıyla   aldığım  malları, Türkiye’ye   verdiğim  adrese  göndereceklerdi.  Eşim,  Gülcan  ile  Gülşen  ve  tanıdıklara  da  hediyeler   almam  gerekiyordu.  Hatta  Gülca’nın  doğacak  çocuğuna  bir  şeyler  almayı  düşünmüştüm.  O  devirde  naylondan  yapılan  çamaşır  ve  çoraplar  moda  idi.  Buluz,  gecelik,  çorap  vs.  alırken  naylon  olmasına  dikkat  etmiştim.  Yine  o   sıralar,  çocuklar  için  kovboy  kıyafetleri  ve  tabancaları  moda  idi.   Doğacak  torun  için  de   kovboy  kıyafeti  ve  tabancası  almıştım.
( Zorlu Dönemeçler-2-b3-a-c başlıklı yazı coni tarafından 1.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.