Onu, daha ziyade okula gidip gelirken görürdüm: Görüntü itibariyle diğer çocuklardan pek bir farkı yoktu. Ben, her daim derslerin telaşında olduğumdan etrafla ilgilenmez, annemin eşliğinde okula giderdim.
Zaman içinde göz aşinalığı edindim onu göre göre… Genellikle, evlerinin önünde oturur, gelen geçene bakar ve ara ara da laf atardı geçenlere. Bu, alışık olmadığım bir davranış biçimiydi çocuk aklımla ve açıkçası nedenini de hiç merak etmemiştim. Onu okula giderken hiç görmedimdi; belli ki okulda kaydı yoktu. Bu durum, zaman içinde tuhafıma gitmeye başladı. Benden iki üç yaş kadar büyüktü göründüğü kadarıyla. Apartman görevlisi bir ailenin çocuğuydu, köylerinden yeni geldikleri çalınmıştı kulağıma.
Bir gün avaz avaz bağırdığına tanık olmamla, anladım ki onda farklı olan bir şeyler vardı. İçimden bir ses , onun yakınından geçmememi söyler ve usul usul geçerdim, o oralarda oturuken.
Gel zaman git zaman davranışları alarm vermeye başlamıştı. Fırsat buldukça insanlara sataşıyor ve kavgaya tutuşuyordu. En nihayet, ben de ondan nasibimi aldım: Sıcak bir gündü, okulun yaz tatiline girmesine şunun şurasında birkaç hafta kalmıştı. Ben kan ter içinde eve yaklaşırken, üstüme yürümesiyle, bir anda olduğum yerde kalakaldım. ‘’Hey, sen,’’ diye üzerime yürüdü ve elimdeki okul çantamı aniden kapıp yere fırlattı. Mıhlanıp kaldığımı hatırlıyorum; birden bire deli gibi gülmeye başladı. Gayri ihtiyari arkaya doğru iki adım attım, aksi takdirde onun üstüme saldırmasıyla, yere düşecektim. Camdan olaya şahit olan annem, koşarak geldi yanıma. Ağlamaklı bir şekilde anneme yapıştığımı hatırlıyorum.’’Sen ne yaptığını sanıyorsun,’’ diye bir hamlede çantamı aldı yerden. Hiçbir şey olmamışçasına o gülüyor ve bağırıyordu. Bizim içeri girmemizle olay son buldu ya da ben öyle sandım…
İlerleyen zamanlarda bu gibi olaylara mahal vermemek adına hiç onun yakınından geçmez oldum. Ne zaman beni görse, laf atar ve anlamsız şekilde gülerdi.
Daha sonraları öğrendim
ki; akraba evliliğinden dolayı, bu durum vuku bulmuştu. İşin kötüsü diğer iki
kardeşi de benzer sorunlar yaşıyordu.
Seneler geçti aradan,
yaş almıştım, tabii ki o da… Değişen tek şey, davranışlarının boyutunun şekil
değiştirmesiydi. Ara ara evden kaçtığı, günlerce de uğramadığı konuşulur oldu.
Güzelce bir kızdı,
adını hiç unutmam: ’’Sevda,’’ ve Sevda sevdalandı mahallenin gençlerine. Laf
atar, onlarla anlamsız sohbetler ederdi ya da bana anlamsız gelirdi, zira
yaşıma göre bu tip konular tabuydu ailemizde, ben de hiç kafa yormazdım. Zaten
onun lafını etmek bile yasaktı evimizde.
Yıllar birer, ikişer
geçti, çocukluk, ergenlik derken, lise yıllarımda onun çöküşünü seyrettim acıklı
gözlerle. Tabir-i caizse ‘’ erkek düşkünüydü.’’ Daha doğrusu kulağıma çalınan
tabir buydu ve bir gün evinden tekrar kaçıp, aylarca dönmedi, ta ki… Evet, ta
ki karnı burnunda dönene kadar: Günümüzde bile aykırı olan bu yaşantı tarzı, o
zamanlarda açıkçası büyük yankı uyandırmıştı. Yaşanan gerginlik, kulaktan
kulağa yayılan dedikodular ve her şeyin ifşa edilişi, tam anlamıyla bir felaketti.
Değil yaşanması düşünmesi bile acınası olan bu durum o zamanlar epey yankı
uyandırmıştı.
Bebek dünyaya geldikten
sonra, Sevda aldı başını gitti. Annesi kahrından ölmüştü. Diğer aile
yakınlarına ne oldu, bilmiyorum. Ara sıra sokağa uğrar oldu yine: Aklı iyice
gitmişti. Ona buna sataşır ve avaz avaz gülerdi. Kanıksanmıştı artık. Ne
şekilde hayatını idame ettirdiği ortadaydı. Herkes onu görmezden gelir ve
başından def ederdi.
Bebeğe ne olduğuna
gelince: Büyük ihtimalle devlet koruması altına alınmıştı. Değil çocuğuna sahip
çıkmak, aklına bile geldiğini sanmam.
Yıllar yılları
kovaladı. Ve artık gelmez oldu buralara. Ve bir gün… Bir gün Sevda’ nın bir
cinayete kurban gittiğini öğrendik. O gelmedi ama haberi geldi, ilk elden tez
ulaştı. Zavallı Sevda feci bir cinayete kurban gitmişti. Para karşılığı beraber
olduğu bir adamın onu bıçaklayarak öldürdüğü haberi yayıldı kulaktan kulağa.
Pek inanmamıştım önceleri, ama bu haberi gazetelerin üçüncü sayfasında görünce,
inanmak durumunda kaldım.
Üzerinde durulmadı bile
bu acı haberin. Sonuçta örf ve geleneklere aykırı bir yaşam sürmüştü, her ne
kadar onun tercihi olmasa da. İsteyerek mi bu yola düşmüştü: Asla hayır. Peki,
ailesinin hiç mi suçu yoktu ya da ailesi dışındakiler yani toplum denen ama
sadece yargılayan mekanizma ne yapabilirdi…
Nedense bu soruların
cevabını hala arar dururum kafamda. Suçlayacak o kadar çok insan varken,
zavallı Sevda’ nın tek kurban olması hep içimde bir yerleri acıtır. Kabul
ediyorum; iyi bir örnek değildi ama kime göre, neye göre biçimlendirilebilir ki
örnekler. Üstelik hiç kimse iyi ya da kötü örnek olmak zorunda değil ki. Sonuçta
her birimize hayat, farklı biçimlerde sunuluyor..
Kısaca; Sevda, bir hiç
uğruna ölüp gitti. Ne ilk ne de son olacak… Bilmediğimiz, bilemediğimiz, belki
de bilip görmezden geldiğimiz binlerce Sevda, binlerce isimsiz kurban var.
Son bir şey daha:
Kimse, hiç kimse asla başkalarını yargılama hakkına sahip değildir. Sonuçta,
biz her ne kadar hayatlarımızı şekillendirsek de, eninde sonunda kaderimizi
yaşıyoruz…