1.BÖLÜM:
Her şey tam iki yıl önce başlamıştı. Burası sessiz ve sakin görünüşlü bir
mahalleydi ilk bakışta. Duvarların, kaldırımların dili olsaydı muhakkak dile
gelir ve fısıldardı bu sükûnetin altında ne yattığının. Sıradan evler ve
sıradan insanlar, görünüşlerinin aksine sırların gölgesinde ve sırlarla
doluydu. Ortak noktaları bildikleri ve asla dile getirmeye cesaret edemedikleri
büyük sırlarıydı; bu da onları ortak bir paydada birleştiriyordu. Ne
birbirlerinden ayrı durabiliyorlar ne de aralarına yeni birini kabul
ediyorlardı. Gelen kolay kolay orada duramaz ve geldiği gibi gerisin gerisin
giderdi. Bilinmezlik ve dile gelmeyen her şey onların ortak lisanıydı. Bu
yadsınamaz gerçek bir mıknatıs gibi onları etkisi altına almıştı.
Genç kadın yeni bir hayat kurmak ve hayallerini gerçekleştirmek için her
şeyini geride bırakıp İstanbul’ a gelmişti. Ailesini, tüm sevdiklerini ve
geçmişini elinin tersiyle itmiş ve bilinmezliklere yelken açmıştı. Sahip olduğu
küçük arsayı satıp eline geçen parayla ilk yaptığı İstanbul’ a giden bir trene
binmek olmuştu.
Yaşadığı kasaba artık onu iyiden iyiye boğuyordu. Tek seçeneği evlenip, mütevazı bir hayat kurmaktı. Başka seçeneği yoktu; oysa onun hayalleri çok başkaydı, tıpkı gökyüzüne uzanan bir yol gibi onlarca hayali vardı gerçekleştirmek istediği. Büyük bir şehre yerleşmek, zengin olmak ve doyasıya mutlu olmak istiyordu. Gerçekleşecekler hakkında en ufak bir tahminde bulunsa bir an bile burada durmaz ve geri dönerdi, ama beklentileri ve gerçekleştirmek istedikleri gözünü öyle boyamıştı ki olacaklar hakkında en ufak endişesi bile yoktu.
2.BÖLÜM:
Haydarpaşa tren garı her zaman olduğu gibi hınca hınç doluydu: Veda edenler, kavuşanlar; sevinçler, hüzünler olağan seyriyle akıp gidiyordu.
Kendi halinde gençten bir kadın;
tedirgin ve şaşkın, olduğu yerde kalakalmış, inanmaz gözlerle etrafını
süzüyordu. Pek çok kez televizyondan tanıdığı bu tarihi gar, onun son
durağıydı. Aslında yeni hayatının da başlangıcıydı bir bakıma.
Bir elinde bavulu, yavaş yavaş
ilerlemeye başladı; bir yandan da kol çantasını sıkı sıkı tutuyordu.
Ürkek bir ceylan gibi dışarı attı
kendini. İşte, İstanbul tüm haşmetiyle karşısındaydı. Avını bekleyen acar bir
avcı gibi hali hazırda bekliyordu.
On binlerce öykü, sayısız hayat ve
bilinmezlikler İstanbul’ un gerçek yüzüydü aslında. Kimine düş, kimine kâbus
bir şehirdi İstanbul: Gizemi, haşmeti, namı, dillere destan güzelliği İstanbul’
u betimlemeye az gelirdi. Ama bir gerçek vardı ki; İstanbul’ a duyulan
karşılıksız aşk çoğu zaman hezimetle sonuçlanırdı. Bilincinde olsun, olmasın,
eşiğinde duran her kimse, anında onun büyüsüne kapılır ve bilinmeze
sürüklenirdi.
Genç kadın, İstanbul’ un ne ilk
kurbanı ne de sonuncusu olacaktı.
Cebindeki kâğıdı çıkarıp, usulca
okudu ve ani bir hareketle gözüne kestirdiği ilk taksiye attı kendini. Şoföre
yöneldi ve uzattı kâğıttaki adresi. Kendinden emin bir şekilde arkaya yaslanıp
belli belirsiz gülümsedi.
Ne olursa olsun, asla pes
etmeyeceğine dair kendine söz vermişti. Geriye dönmek asla yoktu planlarının
arasında…
devam edecek...