Nihayet dün Taksim ve Gezi Parkı’na gidebildim. Daha önce ailecek engellenmemin nedeni, fıtık ameliyatı geçirip tam iyileşmemiş olmam. Gemi-motor yolculuğunu da tercih ederek Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçip, dolmuşla yola devam eyledim. Taksim’e beş yüz metre kala indim. Daha doğrusu, diğer yolcular gibi ben de indirildim. Şoför, polisin kurduğu barikatlarla yolun kapalı olduğunu söyledi.
Yüz metre gittim gitmedim ilk barikatla karşılaştım. Demir çitler ve bordür taşlarıyla kurulan barikata bitişik ve yolu yan olarak tamamen kapatan, kullanımdan kaldırıldığı anlaşılan bir belediye otobüsü. İki yüz metre sonra aynı şekilde bir başka barikat. Ceylan ve Divan otelleri arasında otobüssüz ama daha büyük bir barikat.
Ne gerilerde ne de bir başka yerde polis ve polis arabası görünmüyor.
Gezi Parkı’na girdim sonunda. Sanki bir festival yerine geldiğimi sandım ilk başta. Ağaçların altları ve meydanın her tarafı çadırlarla kaplı. Çadırlarında ve yanlarında yatanlar, yarenlik edenler, kitap okuyanlar… Neredeyse tamamı genç. Kadın, kız erkek eşit gibi. Sanki görev bölümü yapılmışçasına dayanışma içindeler. Yerleri fırça ve faraşla temizleyen çok genç iki kıza hayranlıkla baktım. Tüm gençlerin güleç yüzlerinde kararlı bir ifade de yansıyor. Standlarda ve ara yerlerde kurulan tezgahlarda çay, meşrubat ve yiyecek sunanların nezaketi görülmeye değer…İnsan ister istemez, “Bunlar mı çapulcu?” diye soruyor kendine. Halktan ve esnaflardan büyük bir destek var bu insanlara. Yığınla yiyecek içecek geliyor. Bedava yiyecek içeceklerin olmasının yanında seyyar satıcılar da var.
Gezi yolları insan kaynıyor. Desteğe ve bu gençleri görmeye gelenlerden bir kısmı. Her yaştan ve değişik giyim kuşamlı. Sunulan çayı içerken bu insanların bir bölümünü izledim. Hiçbirinde nefret edercesine bir bakış görmedim. Kimi yaşlı kadın ve erkekler, söz ve hareketleriyle desteklerini açık seçik belli ediyorlar.
Taksim Meydanı da çok hareketli. Büyük gruplar halinde, ellerinde Türk bayraklarıyla ve sözlü protesto yaparak gelenler oluyor. Bunun dışında, yazılı protestoların asıldığı yerler var. Neler yazılmamış ki?..
Gezi parkındaki bazı gençlerle konuşma fırsatı buldum. Edindiğim intibalar şunlar.
Başbakana çok öfkeliler. “Çapulcu” demesini sindirecek gibi değiller. Kendilerini halktan saymadığına inanıyorlar. Dışlanma dışında baskı altında yaşadıkları duygusuna kapıldıklarını belirtiyorlar. Başbakana asla güvenmiyorlar. Gezi Parkı ve AKM’nin, bazı değişikliklerle yandaşlara peşkeş çekileceği endişesindeler.
İkinci öfkeleri polislere. Şafak baskını benzerinde bir saldırı daha olduğunda istenmeyen acı olayların yaşanacağını söylüyorlar.
İsteklerini belirten yazıları her tarafa asmışlar. Bunların içinde olması mümkün olmayanlar var.
Görüşüm şu:
Başbakan, önceki tavrını değiştirmeyip Gezi Parkı’na şunu bunu yapma ve AKM’yi yıkma inadını sürdürürse gelecek günler kötü olaylara gebe.
Taksim’deki gençler, memleketi yönetme sevdasına kapılırlarsa yine olaylar olur. Yazdıkları taleplerle sanki buna yöneliyorlar gibi.
Başbakan, polisi ve zor tuttuğunu söylediği insanları bu gençlerle ve bunları destekleyen insanlarla karşı karşıya getirirse işte o zaman vah ki ne vah!..
Dilerim olaylar tatlılığa bağlanır ama zor gibi. Çünkü, bu sabah yazıyı gözden geçirmeden önce haberlere göz attım. Başbakan, yangına körükle gitmiş yine.
Bütün bunlardan sonra ister istemez şöyle bir soru beliyor insanın kafasında. Terör örgütüne bunca taviz veren bir başbakan Taksim Gezi Parkı için niye bu kadar ısrarcı? İste bunun sorgulanması gerekir.
Bir farklı izlenimim.
İstanbul’un her tarafında, (Diğer şehirlerde de böyle) af buyurun, at bilmem neyi gibi yükselen beton yığınlarıyla minareler görünmez oldu. Daha önce ufku açık bir yerde oturan insanların rızaları alınmadan böyle binaların yapılmasına göz yuman yetkililer, o insanların öteleri görme özgürlüklerini kısıtlamış olmuyorlar mı? Minareleri baskı altına almış olmuyorlar mı?
Gezi Parkı’ndaki eylemi hor görenler bunları da düşünsünler.
İstanbul’u kimse övmesin artık. Her geçen daha da iğrenç görünüyor…
Veysel Başer