Sen
ve ben biz olmak üzere bir yolculuğa çıkar. Bu aşkın kalbine doğru yapılan zor
ve bir o kadar çetin bir iç yolculuktur. Olağanüstü olaylar, kahramanlar ve
mekânlar mevcuttu bu yolculukta.
Sen
acayip havalı, cakalı ve dışa dönüktür. Dişil olanı temsil etmektedir. Aşka
meyillidir, aşık olabilmekten ziyade aşık olunabilmeyi arzular. Güzelliğine
düşkündür, herkese mavi boncuk vermekten mutludur. Sevilendir ve bir o kadar da
merak edilendir.
Ben
ise alabildiğine mütevazı, sakin ve içe dönüktür. Eril olanı temsil eder. Aşka meftundur, aşk
uğruna hep yaralıdır, dertlidir. Hali perişandır, tek gayesi Sen’de yok
olabilmektir, onda eriyebilmek ve varlığını onun varlığına katabilmektir. Sevendir
ve bir o kadar da acınandır.
İkisinin
de yüzü aşka dönüktür. Yedikleri içtikleri aşkla alakalıdır.
Mesela
Ben acıdan beslenir; en lezzetli yemekler ve en iç açıcı içecekler tatlı aşk
acısı bandırılmış olanlardır.
İçinde
aşk acısı olmayan yemek yavandır. Tadında tatlı aşk acısı bulunmayan su kuru
bir acıdır.
Sen, bütün bu dağları ben yaratmışım havasındadır. Ben ise on sekiz bin âlemin
yükünü yaşıyor kıvamındadır.
İlkin Ayrılık Vadisinden geçmeleri icap eder. Ayrılık Vadisi fırtınaların tipilerin
olduğu yerdir. Maçin’dedir.
Git
git bitmez bir yoldur sonu sanki yoktur. Karşındadır menzilin ama adım attıkça
uzaklaşmaktadır sanki.
Sen,
takmaz bu uzayışları nasılsa aranan kendisidir öyle zanneder. Fırtınaları
küçümser, tipileri takmaz ve bu rahatlık onu hedefine ulaştırır kazasız
belasız. Acele etmez, dert etmez, kafaya takmaz hali onu erimine kavuşturur.
Ben
ise tetiktedir. Her rüzgârda kuru yaprak misali savrulur durur. Canı bu
savruluşlardan dolayı darbe alır. Taşa vurur bir yanını, bir yanını yaşa
vurur. Kan revan içindedir ama gözü Sen’den başkasını görmez. Ahirde o da
düşe kalka, savrula dağıla varır bir sonraki zamana ve mekâna.
Kahır Dağı karşılarına çıkar.
Sen, kahreder bu zahmete, lanet eder. Gözleri kırmızı kırmızı olur burnundan solur. Renç çekmeyen genç bulamaz. O da bunun farkındadır. Çıkar Kahır Dağı’na, dilinde Çoğu gitti azı kaldı bercestesi… Ferhat’ın Şirin’e kavuşmak için kazdığı dağı hatırlar. Morali yerine gelir. Ve adımlarını uçarcasına atar, koşarcasına. Dağ düz olur gözünde, toz olur. Ve aşar Kahır Dağı’nı da büyük bir çaba ile.
Ben
ise ‘Ya sabır’ çeker habire. O kim Kahır Dağı kim? Büyütür de büyütür Kahır Dağı’nı.
İşi bu zaten, büyütmek. Ayrılık Vadisi’ndeki fırtınayı da büyütmüştü gözünde
daha evvelinde içindeki aşk ateşini büyütmüştü. Bir büyütme hastalığıydı duçar
olduğu. Şimdi ise aşmaya çalıştığı Kahır Dağı vardı önünde duvar gibi.
Çıka
düşe, kanaya dura çıkar zirveye; ine düşe, yara bere içinde aşar bu engeli de!
Aşk sen nelere galebe çalmazsın ki? Her aşk içinde bir Ayrılık Vadisi’ne yahut
Kahır Dağı’na gebe değil midir? Sorarım şimdi size.
Aşk
yolculuğunun sakinlerinin önünde bir engel kalmıştı.
O
da Hüzün Denizi’ydi. Gözyaşlarıyla beslenirdi bu deniz. Çok sakin görünürdü ama
alt akıntıları fazlacaydı. Derinden derine akardı suları. İçten içeydi debisi.
Sen,
ağlamazdı ve Hüzün Denizi’ne katkı sunmazdı. Ne yollardan geçmişti? Bu aşk
denizi hüzün olsa ne yazardı kim takardı? Aranan kendisiydi biliyordu ve daha
hızlı yüzüyordu. Ateş gibiydi su ilkin, sonra buz gibiydi. Her türlü canavar
vardı suda. Ama Sen, es geçiyordu tüm bunları. O bu aşk davasının ta
kendisiydi. Yüze yüze sevgilinin sahiline atmıştı kendini. Yorgundu ve ıslaktı. Uykuya
dalmıştı.
Ben
ise Hüzün Denizi’ne girmeden boğulmuştu. ‘Ne kadar da büyüktü bu deniz Allah’ım!’
diye şaşkınlığını ifade ederken duaya başlamıştı. ‘Son bir kuvvet ve güç ver
bana, kavuşayım ona’ diye. Boğula doğrula yüzdü. Denizin hüznünü emdi bir
sünger gibi. Baştan ayağa hüzün kesildi Ben! Köpekbalıklarının arasındaydı,
ahtapotların kollarındaydı. Kılıç balıklarının önündeydi. Hayal meyal
hatırlıyordu bunları. Var mıydı yok muydu anlamıyordu. Ben, zorlu bir
mücadeleden sonra kendisini sevgilinin sahiline atmıştı. Baygındı ve ıpıslaktı.
Uykuya dalmıştı.
Ben
ve Sen uyandıklarında göz göze geldiler. İki ayrı dağdan kopup gelen su gibi iç
içe girmişlerdi. İki ayrı damardan gelen kan gibi kalpte birleşmişlerdi. Gözlerinde
kendilerini görüyorlardı. Ve hayran hayran bakıyorlardı birbirlerine.
‘Aşk bu olsa gerek’ dedi Sen ilk olarak. Ben de ‘Aşk budur’ dedi sonra. Bizmişiz aranan cevher, özmüşüz aslında bu aşkta! Çözmüşüz artık bu sırrı. ‘Sen ve Ben yok artık!’ diye haykırdılar âleme. Etlerini ve kemiklerini sıyırdılar ruhlarından. Katıksız kaldılar ortada. Maddi olana dair her şeyi attılar üzerlerinden. Dillerinde çıkardılar dünyevi olanı, akıllarından sildiler. Ben silindi, Sen silindi aniden. İkisi Biz’e dönüştü. Biz oldu, tek oldu. Kesret vahdete döndü. Çoğul tekil oldu.
Aşk
‘Biz’ olabilmektir sevgili okuyucu.
Biz
olmaktır marifet, bir.