İnsanların gerçekleştirmek istedikleri birçok
hayalleri vardır. (İş, evlenme, okul… ) Bu
hallerine ulaşmak için çok çalışırlar. Oysa bu hayallerinin gerçekleşeceği bile
kesin değildir. Ama gerçekleşeceği kesin olan bir şey vardır ki, insanlar onun
için hiç hazırlık yapmazlar. Gerçekleşmesi ihtimallere bağlı olan dünyalık
hayaller için bu kadar çok çalışırken, gerçekleşmesi kesin olan ölüm için neden
hazırlık yapmayız?
İlköğretim çağındaki bir çocuk okul derslerine
çalışmaz, kötü notlarla dolu bir karne gelince o an ki hüzünle “Keşke”
çalışsaydım der. Oysa o an oyun oynayıp zevk almıştım ama şimdi o anki zevkten
de elimde kalan bir parça olmadı ve karnem de kötü geldi. Okul zamanı kendimi
biraz sıkıp ders çalışsaydım şimdi iyi bir karne alıp mutlu olurdum diye
düşünür. Ve bu çocuk, ortaokula gelir yine çalışmaz. İyi bir lise kazanamaz.
Yine “Keşke”
çalışsaydım, bak ne kadar da çabuk geldi çattı sınav der. Maalesef ki bu çocuk
iyi bir üniversite kazanamayınca da “Keşke” der. Ölünceye kadar hep “Keşkeler”ile yaşar. Oysa asıl “Keşkeyi” öldükten sonra
söyleyeceğini hiç düşünmez. İlköğretimde alamadığı karneyi ortaokulda
alabilirdi. Veya iş hayatında söylediği “Keşkeleri” başka bir işe girerek telafi edebilirdi. Ama ölümden sonra
söylenecek “Keşkenin”
telafisi yoktur maalesef. Bu yüzden Allah, dünyada insanlara “Keşkeli” durumlar
yaşatır ki, asıl günde keşke demesinler. Dünyada yaşadıkları “Keşkelerden” ders
çıkarıp ölüme hazırlansınlar ki ölümden sonraki “Keşkelerin” hiçbir telafisi yoktur.
İnsan da diğer canlılar gibi ne zaman öleceğini
bilemez. Ölümün ne zaman geleceğini bilemediğimiz için ona her zaman hazırlıklı
olmalıyız. Eğer kesin olarak 80 yaşında öleceğimizi bilseydik ömrümüzün 40
yılını eğlenerek diğer 40 yılını da ölüme hazırlanarak geçirebilirdik. Ama her
yaş içinde gizli bir ölüm saklar. Ve bu gizli ölümün hangi yaşta zuhur
edeceğini yalnızca ölümü yaratan Allah bilir. Bundan dolayı her an ölüme hazır
olmalıyız. İnsanların ne zaman öleceği kaderde yazılıdır. Kimi hastalıkla ölür,
kimi trafik kazasıyla kimi de bir başka insanın saldırısına uğrayarak ölür, veya
aklımıza gelemeyecek herhangi bir şekilde…
İnsan ne şekilde ölürse ölsün, o insanın eceli geldiği için öldüğünü
unutmamalıyız. Eğer insanın ölüm vakti gelmediyse o insan gökdelenden düşse
bile ölmez. Mesela bir adama yolda araba çarpsa ve adam ölse o adamın yakınları
eğer araba çarpmasaydı ölmezdi dememeli. Demek ki o an o kişinin eceli gelmiş
ve ölümüne trafik kazası sebep olmuş. Eğer araba çarpmasaydı o kişi her ne
sebepten olursa olsun muhakkak o an herhangi bir sebeple ölecekti. Allah, ahrete
hazırlanmamız için hepimize istediği kadar süre verebilir. Bu süreyi ayarlamak
bizim elimizde değildir. Her insanın sınanma şekli farklıdır. Kimse bu sürenin
ne kadar olacağını bilmediği için ölüme hazırlıksız yakalanmamak için her an
ölümü sık sık anmalı ve ölümden sonraki yaşamda rahat olabileceği gibi
yaşamalıdır.
Dünyada her insan farklı şekilde sınava tabi
tutulur demiştim. Kimi zekasıyla, kimi farklı bir yeteneğiyle, kimi ise fiziki
güzelliğiyle. Her insanın dış görünüşü farklıdır. Aynaya baktığımızda
karşımızda gördüğümüz bedene ben deriz. Evet aynada kendimi görüyorum, bu benim
deriz. Biz, kimseye benzemeyiz. Hepimizin düşünceleri kadar dış görünüşü de
farklıdır. Kimimiz çok güzelizdir, kimimiz ise daha az çekiciyizdir. Ama bu
durum da ölümle birlikte sona eriyor. Aynada bakıp da bu benim dediğiniz beden
toprakta çürüyüp kemik yığını halini alıyor ve artık ben senden daha güzelim
diyemiyorsunuz. Çünkü hepimiz aynıyızdır artık. Birkaç kemik yığını! Yaşam
boyunca çok güzel olan o bedeniniz ölümle birlikte kemik yığınına dönmüştür. Ve
artık o aynadaki güzellikten eser yoktur. O güzel beden benim diyordunuz ya
artık siz o değilsinizdir. Demek ki o güzel beden sadece sizi sınamak için size
verilen geçici bir örtüydü. Onu ebedi olarak siz de mi kalacak sandınız? Bir
süreliğine onu kullandınız ve ilk baştaki gibi yine sizden geri alındı. Peki
size kalan ne oldu? O bedenin sizde bulunduğu süreyi nasıl değerlendirdiğiniz tabi
ki de. O emanet bedenle ölümü unutup da
zina mı yaptınız? Yoksa alkol alıp sarhoş olarak onu sokaklarda mı
sallandırdınız? Veya sigara içerek onu ağır ağır ölüme kendi ellerinizle mi
yaklaştırdınız? Veya onu kullanarak hırsızlık yapıp da kul hakkına mı girdiniz?
Eğer bunlardan birini veya benzerlerini yapmakta ısrar ettiyseniz ve son tövbe
hakkınızı da kullanmadıysanız maalesef size verilen bedenin hakkını
verememişsiniz demektir. Çünkü siz emanet verilen o bedenle yukarıda yazdıklarımı
yaparken bir başka insan aldığı emanet bedenle Allah için namaz kıldı. Oruç
tuttu. Bedenin geçici güzelliğine aldanmadı. Çünkü ölümle birlikte onun bir
kemik yığınına dönüşeceğini idrak etmişti. Çünkü o insan asıl özünün beden
değil, ruhunun olduğunu idrak etmişti. Ölümle birlikte bedenin son bulacağını
ama ruhunun sonsuzluğa dair yaratıldığını idrak etmişti. Bu yüzden geçici olan
o bedenimizi bize emanet verenin isteği üzere kullanalım. Çünkü ölümün ne zaman
kapımızı çalacağını bilemeyiz. Kim bilebilir ki emanet verenin emanetini ne
zaman geri isteyeceğini?
Ölüme bakışta insanlar ikiye ayrılır. Kimi
ölümden korkar kimi de ölümü asıl kurtuluş olarak bilir. Hayatın dünyadan
ibaret olduğunu sanan insanlar, yaşamlarını dünya eksenine göre tükettikleri
için ihtiyarladıkları zaman ölüm çelişkisine düşerler. Ya gerçekten de ölümden
sonra yaşam varsa? Deyip, büyük bir korkuya kapılırlar. Oysa genç yaştan ya
gerçekten ölümden sonra yaşam varsa? Deyip, ölümden sonraki hayat için çalışan
insanlar ise hiç korkmadan, ellerinde yüklü bir valizle Azrail’i beklerler. Onlar zaten yaşamları boyunca kendi arzularıyla
hiç sıkılmadan ibadet yapmışlardır. Ve bu ibadetleri sayesinde hem dünya
hayatını daha nizami geçirmişlerdir hem de ölüm sonrası için kendilerini hazır hissetmişlerdir.
Ama sırf dünya için çalışan insan, ya ölümden sonra yaşam varsa deyip kendini
içten içe yemektedir. İslam felsefesini idrak eden bir insan, ölümün sadece
bedenden arınmak olduğunu bilir. Yani ölüm, yaşamın sonu demek değildir. Ölüm
demek, dünyadaki sınavın bittiği manasına gelir. Yani dünyada öldünüz, yapacak
işiniz kalmadı, şimdi dünyada ektiklerinizi biçme zamanıdır.
Allah, insana akıl vermiştir dedik. Peki biz
insanlar neden aklımızı kullanmayız? Yemek hayvanda da var, şehvet hayvanda da
var veya eğlenmek hayvanda da var. Ama akıl onlarda yok! Oysa biz insanlar,
hayvansal özelliklerimizin hepsini eksiksiz kullanırız ama bizi hayvanlardan
ayrı kılan aklımızı neden kullanmayız? Ha bire para kazanma yolları ararız, bir
evimiz varsa daha lüksünü isteriz, altınlara-elmaslara ağzımızı açarak bakarız.
Ey insanoğlu! Yüz kamyon altının olsa ne fayda? Öldükten sonra o altınlar senin
ne işine yarayacak? Kusura bakma ama hala dünya için çalışıyorsan demek ki sen
aklını kullanmıyorsun. Yüz tane evin olsa, yüz tane araban ve işyerlerin… Ey insanoğlu! Ne fayda? Malın ve evlatların seni mezara
kadar ziyaret eder ama sonra geri dönerler. Oysa mezarda seninle kalacak olan
tek şey yaptığın ibadetlerdir. Ek olarak bir daire alacağına o daire fiyatına
yetim karnı doyursan, yoksulları okutsan ne zararın olur ki? O daire bu kısacık
dünyada seni mutlu edebilir ama o yetimin duası senden hiç ayrılmaz. Ey
insanoğlu! Ne olur biraz aklımızı kullanalım, ölümü hatırlayalım ne olur?
Yoksa öldükten sonra dirilmeye inanmıyor musun?
Peki babanın menisinden annenin karnında seni önce kan pıhtısı haline getiren
sonra küçük bir et parçasından bir bedene kavuşturan ve bu bedene muazzam bir
sistemle organları yerleştiren ve o et yığınına can veren Allah seni ikinci kez
diriltemez mi? Bir insan menisinden yeni bir insan oluşuyor ve buna bir can
geliyor! Küçük bir tohumdan koca bir çınar oluşuyor ve yine bu da canlı! Onlara
ruh verip canlandıran Allah elbette o canlıyı öldürüp tekrar diriltmeye
kadirdir. Seni yoktan var eden Allah, tek bir ol demesiyle tekrar diriltebilir.
Şüphesiz ki Allah’ın şanı çok yücedir. Sana düşen tek görev şu
kısacık dünya hayatında şeytanın tuzaklarına düşmeden Allah’ın isteğine uygun bir kul olabilmektir. Seni yaratan dururken
neden yine onun yarattığı şeytana uyasın ki?
“Nasıl oluyor da Allah’ı
inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi o diriltti; sonra sizi yine öldürecek,
yine diriltecektir ve sonra O’na
döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)