“Sen ben değil, biz varız” ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, fert toplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada “biz”i oluşturan bağ imandır, bir Allah’a kulluktur; “Allah’ın kulları! Kardeş olun” (Buhârî, “Nikâh”, 45; Müslim, “Birr”, 23, 28-32) mealindeki hadis de bu manaya açıklık getirmektedir. Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah’tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.
Heyecanla
-Hant işte demin senin dediğin kardeş olun, yardımlaşın ve benim
anlayamadığım!
Başını öne
eğdi derin derin düşünmeye başladı ve bir müddet sonra
-Neden,
nasıl oluyor herkes kardeş? Herkes birbirinin mutluluğu için çalışıyor bizse
tam tersi ama neden ve nasıl?
-Devam edin
efendim bu daha bir şey değil!
-Ne bu daha
başımı?
Etrafı
kollayarak hant sakın kimseye bir şey söyleme
Sekreter
kapıyı vurdu
-Gir
Diye bağırdı.
Sekreter kahveyi bırakarak çıktı. Genel müdür telefonu aldı genel başkanı
arayarak olaylar hakkında bilgi verdikten sonra
-Efendim
hantın dediği gibi bu olayı çözmek için sizden iki gün izin istiyorum
biliyorsunuz mevzu çok önemli, teşekkür ederim efendim.
Diyerekten
telefonu kapattı. Heyecanla hanta dönerek
-Toplan
benim villaya gidiyoruz, ben bu konuda daha geniş bilgi almak ve her şeyi
öğrenmek istiyorum hant ban garip bir haller oluyor kalbim hiç şimdiye kadar
duyamadığım bir heyecan ve mutlulukla çarpıyor.
Hant
mutlulukla gülümseyerek
-Bana da
aynısı olmuştu! İsterseniz o ilk ayeti okuyun yarım kalmasın çıkarız daha
sonra.
-..!!
Devam etti
okumaya devam etti, bu defa gözlerinin içi gülüyordu.
-Ayet
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba
uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. ﴾6﴿
Tefsir
İnsanlar maddî ve manevi hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da
yapmışlar; hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve
yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için
Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. “Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli
görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir
(O’na dönecektir)” (Alak 96/6-8). “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda
rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı,
doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu talimatı
verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve
kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için
O’nun tarafından sağlanan imkânları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol”
(sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği
dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile
vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslâm’da
yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları
gösterilmiştir. Hadiste yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir
yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun
başında da bir çağırıcı var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz,
dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine
girmek istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma!
Kaldırırsan girer gidersin!” (Müsned, IV, 182-183; Şevkânî, I, 20). Bu
örnekteki yol İslâm’dır, duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, kapılar
haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah’ın kitabıdır, yukarıdaki çağırıcı
ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilâhî öğütçüdür. Böylece İslâm’da vahiy,
vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır. Ne irfandır veren
ahlâka yükseklik ne vicdandır, Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Ayet
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba
uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. ﴾7﴿
Tefsir
Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka
ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle
buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı
reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu göstermektedir. Bu
sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak
isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve
Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar.
Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin
izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı
Hakk’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların “Hıristiyanlar”,
ilâhî gazaba uğrayanların da “Yahudiler” olarak açıklanması (meselâ bk. Müsned,
IV, 378; Tirmizî, “Tefsir”, 2), yalnızca zaman ve mekân itibariyle yakın birer
örnek olmalarından dolayıdır. Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk.
“Salât”, 38) Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fatiha’yı) kulumla kendi aramda yarı
yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten
sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fatiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin
rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamd etti” buyurur. Kul
“Rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek
sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet
eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan
kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet;
nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan
sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir
ve kuluma istediği verilecektir” buyurur. “Duamızı kabul buyur, böyle olsun,
bizi eli boş çevirme” manasına gelen “âmin” sözü, dilleri ne olursa olsun bütün
Müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir.
Bu cümle Fatiha suresine dahil olmadığı gibi âyet de değildir. Birçok hadiste Resûlullahın
Fatiha’dan sonra “âmin” dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade edilmiştir
(meselâ bk. Müslim, “Salât”, 72-76). Namazda veya namaz dışında Fatiha’yı
okuyan veya dinleyen kimse, surenin sonunda “âmin” deyince aynı zamanda
meleklerin de “âmin” dedikleri, hem şehâdet hem de gayb âlemlerinde aynı anda
dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyrulacağı hadislerde
açıklanmıştır (bk. Buhârî, “Ezân”, 112-113; Müslim, “Salât”, 72-76). Yine sahih
hadisler, Fâtiha sesli okunduğunda “âmin” duasının da sesli yapılacağı
bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu benimsemişlerdir
(Şevkânî, Neylü’l-evtâr, II, 229-232). Hanefîlere göre bu cümle namazda daima
sessiz söylenir.
-Hant bizim âmin başka galiba bak onlarınkinde meleklerde âmin diyormuş,
muhteşem bir şey!!
Hant gülerek
-Bu konuda çok haklısınız efendim ama şimdi biz ve bu kitap ne yapacağız?
-Gidelim hele ben sana yolda açıklarım sende bana bu hissettiklerimi
açıklarsın değimli?