Zor meslek, gerçek
anlamda insan olabilmek ve layığıyla yaşayabilmek. Hayatımızı idame ettirirken,
günlük gel-gitlerin eşliğinde, kurallara göre yaşarken, özünü kaybetmemek;
mühim olan tek mesele.
Her gün, her kafadan
çıkan binlerce ses, hep hayatımızın fon müziği olarak eşlik etmekte bize. Ve
biz insanlar; ritmik dalgalanmalar eşliğinde bu müziğin bir parçası olmuş halde
tamamlıyoruz orkestrayı. Orkestra şefi, aslında gidişatı belirleyen ‘’kader’’
adı altında hep baş rolde, her daim görevini ifa etmekte: Her ne kadar gerçek
kahraman biz gözüksek de. Bu sanatsal tabloda, bazen vuku bulan olaylar
sebebiyetiyle, ara sıra figüran rolüne de soyunabiliyoruz.
Eğer ki, konu aşksa;
bir de bakmışız ki, hayalimizdeki insan ön planda, baş rolü oynamakta ve bize
düşen, sadece ‘’Love Story’’ şarkısının eşliğinde hülyalara dalmak…
Eğer konu nefretse,
öfkemize yenik düşmemiz sonucu; şeytan kimliğinde, nefsimizin kölesi haline
gelmişiz.
Şefkat ise bize biçilen
duygu, bir kelebek gibi uçuşup, bir de bakmışız ki kanatsız bir meleğe
dönüşmüşüz.
‘’Kelebek’’ dedim de;
yirmi dört saatlik ömrü yetiyor mudur acaba, hayatın tüm heyecanlarını yaşamaya…
Şanslıyız aslında biz
insanlar; bize biçilen ömür kısa gibi gözükse de, aslında binlerce kelebek
sığdırıyoruz hayatımıza. Duygular bize dair, hissettiklerimiz müspet ya da
menfi olsa dair, tüm yaşadıklarımız insana dair.
Nefsimize hükmettiğimiz
sürece, hayat sanılanın aksine, daha kontrollü ve daha yaşanılır. Her birimiz
aslında, bu muazzam orkestranın farklı enstrümanları değil miyiz?
Kimimiz bir davul gibi,
yeknesak bir gürültü eşliğinde öfkemizin esiriyiz. Kimimiz, asil bir piyanonun
tuşları gibi, naif bir şekilde; kırılgan, hüzünlü olup, hülyalara dalmıyor
muyuz?
Belki de zaman zaman
zarif bir kemanın yayları gibi, usulca yaşayıp gidenlerimiz de var: Nezaket ve
şefkat duyguları eşliğinde… Her ne kadar orkestra şefi uyumu sağlasa da, bazen,
bir de bakmışız ki, roller yer değiştirmiş ve inanılmaz bir kaos hüküm sürmekte,
her zamanki o uyumun yerine. Bir mutfak rafında, düzgünce dizilmiş bardaklar
gibi düzenli olmak ne mümkün.
Bizler yaşayan
organizmalarız: Bedeniyle, ruhuyla, duygularıyla ve düşünceleri ile komplike ve
eşsiz varlıklarız. Temelde aynı yapı taşında olsak bile, hepimiz o kadar
farklıyız ki birbirimizden. Her birimizin yeteneği, ilgi alanı, bakış açısı,
zihinsel fonksiyonları ve hassas yönleri farklı farklı gelişmiş.
Bir yandan da eksik
yönlerimizi, bir araya gelerek tamamlıyor ve bütünün bir parçası olmuş halde
kopamıyoruz birbirimizden, istesek de istemesek de. Ve sonuçta sosyal yönümüz
galip geliyor her ne kadar istisnalar olsa da.
Evreni bütün olarak ele
alırsak, kainatın tek hakiminin işinin ne denli meşakkatli ve inanılmaz
olduğunu tespit etmek hiç de zor olmayacaktır.
Milyarlarca insanın var
olduğu muazzam bir dünya ve belki de bihaber olduğumuz nice bilinmezlik saklı
gerek günümüzde, gerek bilinçaltımızda.
Binlerce kelebek ömrü
sığdırdığımız bu hayatı bize bahşeden ilahi güce şükürler olsun ki, insan
olabilmenin anlamına gerçek manada vakıf olalım.