Aşk Ağır İntihardır 2
Rüveyda
tam annesinin arkasındaydı. Asansörden çıktığımı görür görmez öne fırladı, -
bir kaç adım atmamı beklemedi bile-, adeta uçtu geldi, aşkım hoş geldin deyip,
sarıldı. Sonra annesinden bir parça utanmış olacak ki, saran kolları çözüldü,
utangaç bir bakış attı annesine. Annesi oralı değilmiş gibi davranıyordu. İçeri
buyur ettiler. Dar bir koridordan geçip, gayet güzel döşenmiş bir misafir
odasına geçtik.
Rüveyda annesiyle tanıştırdı hemen beni.
- Anneciğim Hakan Bey. Bana dönüp;
- Sevgili anneciğim Sedef...
Memnun oldum Sedef Hanım dedim ve nazikçe elini öptüm. O da memnun olduğunu belirtti,
oturduk. Rüveyda yanıma sokulmuştu. Gözlerim Sedef Hanım’da, ellerim
Rüveyda’nın avuçlarındaydı. Aradan geçen yıllar içerisinde her şey değişirdi,
değişmeyen bir kaç şey haricinde. Beni
tanımış mıydı bilemiyordum. Ama aşina olduğum o bakışlar aynıydı sanki. Bir
anlık sessizlikten sonra;
-Hakan Bey tekrar hoş geldiniz. Lafa direk giriyorum ama benim için dünya kadar
kıymetlim olan sevgili kızımın benim yaşlarımda olan bir beye sevgisini duyunca
doğrusu şaşırmıştım. Ama gördüm ki, söylediklerinde haklıymış. Az bile
söylemiş.
- Teşekkür ederim Sedef Hanım. Sağ olun, teveccühünüz. Sizde çok şık ve kibarsınız.
- Teşekkür ederim Hakan Bey...
Karşılıklı hoş-beşten sonra, Rüveyda izin isteyerek mutfağa yöneldi. Gözlerim
hayranlıkla bu narin ceylanı süzerken, düşüncelerim yıllar öncesinin imtihanıyla
doluydu. Yirmi sene önce ebediyen kaybettiğimi düşündüğüm Sedef karşımdaki
koltukta oturuyor, yılların geçmesiyle olgunlaşan benliğiyle duruyordu. Her şey
bir rüya gibiydi. Varlığı önceleri bir rüyadan ibaret olan Sedef, şimdi de bir
rüyada mı beni karşılıyordu bilemiyordum. Kendime gelmeliydim bir an önce. Başımı
kaldırdım, koltuk boştu. Sedef karşı duvardaki vitrinin karşısında duruyordu.
Elinde bir çerçeveyle birden döndü. Bir kaç adım atıp yanıma ulaştı. Gözlerini
gözlerime dikip;
- O sensin dimi?
Anlamazlığa vurmuştum.
- Affedersiniz Sedef Hanım dedim.
- Davut Aydın. Çekingen bakışlarla varlığından haberdar eden çocuk. Bir kez
olsun yanıma yaklaşamayan çocuk. Her şey değişir gözler ve bakışlar hariç Hakan
Bey... Her şey...
Boş boş bakışlarla süzüyordum Sedef’i. Doğruydu her şey değişirdi hayatta. İsim
değiştirmek zor bir şey değildi. Bir kimliği yenilemek, yeni bir adam çıkarmak
bir kozadan. Zor olan gözleri kör etmek, bakışları susturmaktı.
- Sizi anlayamıyorum dedim.
- Tesadüflere inanmam Hakan Bey. Hayatta her şey kaderin ince bir çizgisi
altında yaşanır ve bu çizgide ya hayat galip gelir, ya ölüm. Ya aşk galiptir,
ya intikam. Ya imkansızlıklar hükmeder tercihine, ya da isteklerin cazibesi...
Benim hayatımda bir dönem aşk, bir dönem imkansızlıklar hükmetti. İmkânsızlıkların
zorbalığını Musa’nın sabrıyla yendim. Evlendiğimde bu adamla – elindeki
çerçevede gülümseyen bir adamı gösteriyordu- çok zor durumdaydım. Kimsesizliğin
girdabına düşmüştüm. Yok olan ailemden geriye kalan ben, fırtınalı bir denizde,
sahipsiz bir gemi gibi savrulurken; beni bu fırtınadan kurtarmak görüntüsüyle
sokulan bu adam mecbur etti beni. Mecbur edildim. Her acı gülüşün tadını
hissettim mutluluklarda. Mutlu anlar bende bir zehir, zor anlar ise ölüm
gibiydi ve ölüm bir zorluğun arkasında yakaladı onu. – O an içinde yüzü
aydınlandı ve parmaklarıyla resmin üzerine bir kaç kez tıkladı.- Geberdi gitti.
Peki, sen Davut Aydın, sen nerelerdeydin?
Duyduklarım bende bir şok etkisi yaratırken, aslında ne cevap vermem
gerektiğini hem bilip, hem bilmezken, kurtarıcım gibi Rüveyda içeriye girdi.
Her zaman ki gibi gülümseyen yüzüyle gelip yanımıza oturdu.
- Eee anneciğim nelerden konuşuyordunuz bakalım ben yokken?
- Hakan Bey üniversiteden bahsediyordu ve elbette ki senden. Oldukça etkilemişsin
onu.
- Öyle mi dedi. -Yanakları al al olmuş, hafiften utanmıştı.-
Başımı omzuma yaslamıştı yine. O sırada gözü annesinin yanında duran çerçeveye
ilişti.
- Anneciğim aile fotoğrafına mı bakıyordunuz?
- Hakan Bey’in dikkatini çekmiş ve rahmetli babanı gösterdim ve mutlu olduğumuz
o günleri.
- Peki, diyebildi. Gözlerinden bir kaç damla yaşın süzüldüğüne şahit oldum.
Anlaşılan Rüveyda babası konusunda oldukça hassastı. Daha önce hiç
bahsetmemişti. Bende sorma gereğini duymamıştım. Ailesi hakkında çok fazla da
konuşmazdı. Sadece bir kaç kez küçük kardeşini anlatmış ve her defasında
gözyaşlarına boğulmuştu. Parça parça olan o küçük bedene şahit olan o gözleri,
o acıyı bir daha hiç unutmayacaktı.
Sedef Hanım biraz sonra masayı hazırlamış ve sofraya davet etmişti. Annesine yardım eden Rüveyda demin ki hüzünlü
halinden sıyrılmış, yeniden o şen şakrak tavrına dönmüştü.
- Yemekleri kendi ellerimle hazırladım aşkım. Dolmaları, börekleri a’dan z’ye
her şeyi.
- Eline sağlık hayatım. Çok güzel olmuş.
- Afiyet olsun.
Yemekleri afiyetle yemiştik ve o gün bir kaç saat muhabbetten sonra, ayrılma
saatim gelmişti. O konuşmadan sonra bir daha fırsat bulup, Sedef’le
konuşamamıştık. Onun anlattıkları yarım, benim söyleyeceklerim gizli kalmıştı.
O beni tanımış, ben ona kendimden bahsedememiştim. O kötü başlayıp biten
evliliğinden bahsetmiş, benim bu zamanda nerde olduğumu sormuş, bir cevap
alamamıştı. Her ikimizde bilinmezlikler içerisinde bir gün geçirmiştik. Rüveyda
yanımızdayken çok iyi anlaşmış gibi gözüken bizler, içimizde aşkı mı, nefreti mi
saklıyorduk bilemiyorduk.
Her ikisiyle de vedalaşıp ayrıldım. Sedef, Rüveyda’nın yanında gülümseyen
yüzüyle dostca! uğurladı beni. Kendisini İstanbul’a davet ettim. Memnuniyetle
geleceğini belirtti. Çünkü onun söyleyecekleri bitmemişti, benimse
diyeceklerim. Bu davete Rüveyda da sevinmişti. Annesini İstanbul’da ağırlamak
muhteşem olacaktı. Daha sonra Rüveyda’ya sıkıca sarıldım. Yanağına masum bir
öpücük kondurup ayrıldım. Arabaya ilerlerken, arkamdan sallanan ellerin bana
dair dileklerinden birini tahmin ediyor, diğerini ise bilmiyordum.
Yol boyunca geçmişe dair hislerimi sorguladım durdum. Beni bu noktaya getiren
ve her defasında kendime itiraf etmekten korktuğum duygularımın farkındaydım.
Yaptıklarımı ve şu an içinde olduğum anı anlamlandırabilmek kolay değildi. Beni
bu noktaya getiren hissin ateşi yirmili yaşlarda içime düştüğünde kendimi
buralarda bulabileceğimi tahmin ediyor muydum bilemiyordum. İstediğim tek bir
şey vardı. Kâbus gibi acılarla uyandığım her sabahın intikamını almak ve yürek
yangınıma kül olanı yakmak yakmak...
& & & & & & & & & & & & &
&
İstanbul’a döndüğüm günün gecesi Rüveyda aradı. Konuştuk, annesiyle anlaştığıma
çok sevindiğini söyledi. Sesi her zaman ki gibi neşeliydi. Mutluydu besbelli. Ertesi gün annesiyle İstanbul’a geleceğini
söyledi. Annesi hem İstanbul’u gezecek hem de Rüveyda’nın taşındığı yeni evi
görecekti. Bir arada benimle de görüşmeye geleceğini söylemişti. Buyursun
gelsin dedim, mutlu olurum. Biraz daha konuştuk, sonra telefonu kapattı.
Günün yorgunluğu üzerimdeydi. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Sıcak bir duş
hiçte fena olmazdı. Üzerimde biriken bu ağırlığı alır götürür diye umut
ediyordum. Küveti sıcak suyla doldurup girdim. Dillendirmediğim duygularımı
kendime açmanın vakti gelmişti. Artık hedefin ucu gözükmüştü. Dile kolay tam
yirmi seneye yakın bir zaman geçmişti aradan. Yirmi senede geçirdiğim her anda,
hastalıklı bir mikrop gibi tüm bünyemi saran bu duyguyu yoluna koymanın, bazen
beni titreten, bazen bir çocuk gibi evin bir köşesinde ağlatan o gözleri kör
edecek ateşi, bağrında yakmanın vakti gelmişti. Daha önce iki kez tutuşturduğum
o yangını bu sefer hiç sönmeyecek bir hazda yakacak ve karşısında keyifle
seyredecektim.
O ateşi ilk tutuşturduğumda yaşım yirmi sekizlerdeydi. Camları film şeridiyle
kaplı siyah bir arabanın içinde bekliyordum. Her zaman buradan geçerdi. Çocuk
parkta oynamak için yoldan karşıya geçer, o da bir kaç dakikalığına yol
üzerindeki bir dükkâna uğrardı. Bugünde böyle olacaktı biliyordum. Aslında
dikkatli bir anneydi. Çocuğunun üzerine titriyor görünüyordu. Ama parkta
bulunan mahalleli kadınların varlığı onu bu noktada biraz daha rahat
hissettiriyordu. Sokağın köşesinde görünmüşlerdi. Yavaştan marşa basıp, arabayı
çalıştırdım. O dükkana yaklaşırken, oğlu her zaman ki izni kopartmak için
annesine yalvarıyordu. Dükkandaki kadın kapıya çıkmış, onu içeriye davet
ederken, ben bekliyordum. Nihayet o içeriye girdi ve çocuk küçük adımlarla
yoldan karşıya geçmeye başladı. Arabanın
gazına son sürat basıp, yaklaştım ve o küçük çocuğu arabanın tekerlerinin
altına aldım. O an için pişmanlık hissediyor muydum? Hayır... Gözlerim kan
çanağı, dikiz aynasından Sedef’in yola koşusunu seyrediyordum. Haykırışlarla
kendini yerden yere vuruyordu.
***
Vücudum sıcak suyun altında, oldukça rahatlamıştı. Yıllar boyunca içimde
büyüttüğüm bu duyguyu kendime itiraf etmemde iyi gelmişti. Ama aklıma takılan şeyler yok değildi.
İntikamımın bir parçası olan ismimi değiştirmeme rağmen, Sedef beni tanımıştı.
Gerçi bir şey dememiştim ama biliyordum ki İstanbul’a geldiğinde bu hususta
üzerime gelecekti. Sonra anlattıkları, zorla evlendiğine dair olan
söyledikleri. Aradan geçen bunca yıla rağmen, beni görür görmez gözlerini bana
dikip bakması ve Rüveyda mutfağa gittiği ilk an bana asıl ismimi hatırlatması.
Bütün bunlar ne demek oluyordu, çözemiyordum. Sedef yıllar içerisinde beni hiç
aklına getirmiş olabilir miydi?
Banyodan çıktım. Sıcak bir kahve alıp odama geçtim. Yılların getirdiği
yalnızlıkta, evde var olan düzen hiç değişmeden devam ediyordu. Kitaplıktan bir
roman aldım. ‘’İntikam kıskacında aşk nakışları’’ adını taşıyan bu kitaba geçen
gün gittiğim bir kitapçıda rastlamıştım. Kitap yayınlanalı bir kaç yıl olmuştu.
Hissettiklerime dair var olan ismi belki de cezbetmişti beni. Koltuğa
yerleştim. Kitabı okumaya başladım...
(
Aşk Ağır İntihardır 2 başlıklı yazı
Süvari İzci tarafından
13.09.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.