Üç farklı dünya idi
onlar: Birbirinden farklı dünyalarında, farklı farklı düşlerin peşindeyken,
yolları kesişmişti burada.
Kendilerine has
tarzları, kendi ailelerinden gelen yerleşik görüşleri ile üçü de ayrı
çizgideydi adeta. Kaderleri de, kederleri de, hâsıl olan sevinçleri ve
üzüntüleri de kendi içinde bağımsızdı. Ve aniden bağlandılar birbirlerine hiç
beklenmedik bir anda; her ne kadar bağımsız ruhları egemen olsa da ayrı ayrı.
Çünkü onları bir araya getiren evrensel bir dildi: Birbirlerine duydukları
sevgi idi ortak dilleri; kör olası sevgi, işte aynı durakta bir araya
gelmişlerdi.
Ne varsa içlerinde
biriken; öfke, hüzün, mutluluk, kahır ya da çaresizlik, artık tek yürekte
geliyordu dile. Bir dairenin merkezinde, aynı pergelin hükmüne girmiş ve
tutunmuşlardı birbirlerine.
Önceleri bilip bilmeden
görmezden gelmişlerdi aynı dünyaya ait olduklarını. Birbirine teğet geçen
hayatları kısa süre içinde aynı paralelde seğirtmeye başladı hem de hiç
beklenmedik bir anda ve şekilde. Yoksa çekilmezdi yürüdükleri yol. Öyle ya;
disiplin açısından eğitim gördükleri okulun bir eşi yoktu onlara göre; bir de
içinde bulundukları gelişim süreci göz önüne alınırsa, hayli zorlandıkları bir
gerçekti.
Seneler miydi onları
bir arada tutan diğer etken yoksa başka şeyler de mevcut muydu; bunu asla
sorgulamadılar: Sadece paylaşımları ve bir arada bulunmalarından aldıkları haz
önemli idi. Kim bilir, için işinde başka neler vardı… Akıllarına bile gelmedi,
en azından bunu göz ardı ettiler; her ne kadar bariz olsa da…
Paylaşımları had
safhadaydı. Henüz isimlendiremedikleri hayalleri vardı ve farklı bir seyir
halindeydi her biriniki. Aşkları başkaydı, beklentileri uzaktı birbirinden ama
bu asla ve asla onların dostluğunu zedelemedi.
Bir rüyaydı aslında
yaşadıkları. Ergen yıllarının bir iz düşümüydü onların gönüllerinin baharında.
Geliştirdikleri bu kutsal bağ onları efsunlamıştı adeta. Ne de çok seviyorlardı
birbirlerini.
Görünürde ayrılmaz olan
bu üç arkadaşın hiç mi hırsı yoktu, hiç mi kapris yapmıyorlardı birbirlerine;
ya çekememezlik ne boyuttaydı. Aslında dile gelmeyen çok şey vardı ama hiç biri
itiraf edemiyordu yaşanan olumsuzlukları ya da görmezden geliyorlardı
birbirlerine olan saygı ve sevgilerinden. Eğer ki içlerinden biri dile getirse,
bir şekilde kamufle ediliyordu bu olumsuzluk. Yeteri kadar dış güçlerin
muhalefeti zaten zarar verirken, bir de içten yıpranmayı kaldıramazlardı.
Olması gerektiği gibi kenetlenmişlerdi birbirlerine. Ve yıllar boyunca asla gündeme
gelmedi söylenmesi gereken ama bilip sakladıkları gerçekler.
Hiçbir zaman
ayrılmayacaklarına dair ant içmişlerdi. Sözleri vardı birbirine. Ama…
Ve gün gelip,
diplomalarını aldılar. Her biri farklı yönlere savruldu. Sistem bunu ön
görüyordu ne yazık ki. Başlarında esen kavak yelleri artık nihayete ermişti.
Gerçek hayatın içinde buldu her biri kendini.
Okul bitmişti ya
sevgileri…
Esaret sona ermişti ve
her biri özgürlüğüne kavuşmuştu.
Söylemesi zor ama artık
ortada ne menfaat kalmıştı ne de zorunluluk. Yoksa sevgi diye algıladıkları
gerçek dışı mıydı, peki o zaman neydi onları bu kadar yakınlaştıran. Eğer
duyumsadıkları sevgi ise nasıl sona ermişti birdenbire, akıllara ziyan…
Bölük pörçük bir araya
geldiler ama her şey o kadar farklı bir seyir izliyordu ki. Ne yazık ki her şey
geride kalmıştı. Neredeydi birbirlerine verdikleri sözler, hani hiç
ayrılmayacaklardı, hani bu kutsal bağ ebediyen devam edecekti…
Kısaca bir dönem daha
yaşanıp bitmişti. Hayat yine yapacağını yapmış ve koparmıştı onları
birbirinden. Öyle ya, hepsinin hayali, karakteri, düşünce yapısı farklı farklı
idi.
Kabullenmek zor ama her
güzel şeyin bir sonu olduğu gerçeği burada da işlemişti.
Şimdi hepsi kendi
dünyasında kendi hayatlarını yaşıyorlar. Bir zamanların bu ayrılmaz üçlüsü,
damgalarını vurmuşlardı dönemlerine: Onlar ‘’Altın Kızlar’’dı. Birbirlerine
olan sözlerini ne yazık ki tutamadılar. Sebebi ne olursa olsun, anılar özeldir,
naiftir. Tertemiz duygular saklıdır yaşanmışlıklarda ve bunu hiç kimse
kirletemez, zedeleyemez. En azından dostluk, sevgi ve geçmişe olan saygıdan
dolayı…