Çok mu
abartıyoruz yaşamı, gözümüzde…
Sonsuz bir
ufka yelken açmışçasına kaptırıp gidiyoruz kendimizi irili ufaklı dalgaların
içerisine. Öyle ki; geminin kaptanı mıyız, yolcusu mu yoksa sadece mürettebatı
mı, fark bile etmiyoruz kendimizi neye göre konumlandırdığımızı. Bindiğimiz gemi
hiç batmayacakmış gibi, rotamız tam gaz devam ediyoruz. Üstelik bir can
simidimiz olmaksızın…
Hırslarımızın,
güdülerimizin komutasında bakmıyoruz bile önümüze. Kim varsa yolumuza çıkan,
ezip geçiyoruz, ya da tam tersi: Biz kurban oluyoruz zaman zaman; kısaca bazen
zalim bazen mazlum.
Yükümüz
bazen öylesine ağır geliyor ki batma tehlikesi geçiriyoruz. Bu sefer de
atıyoruz fazlalıklarımızı: Terk ediyoruz sevdiklerimizi. Gözümüz öylesine
görmez oluyor ki; arınıyoruz duygularımızdan, soyutlanıyoruz insanlığımızdan.
Bırakın dış dünyayı duyumsamayı, iç sesimize bile kulak vermiyoruz ve
yabancılaşıyoruz öz benliğimize.
Duymaz,
görmez oluyoruz; farkındalıklarımız yok oluyor. Burnumuz Kaf Dağındayken,
zirvenin efendisi oluyoruz. Ve bilmiyoruz ki; zirve dediğimiz noktada kimse yok
bizden başka. Kala kalıyoruz bir başımıza.
Ya da
aşarken engebeli yolları, gördüğümüz zararların ve kayıpların acısı adeta
içimize oturuyor. Başkalarından çıkarıyoruz acısını, zamanla hırs küpüne
dönüyoruz, özümüzün çok ötesinde… Ne varsa yasak, ne varsa yanlış ve ne varsa
zulme dair ve ne varsa kötü.
Bazen ise
kendi yalanlarımıza bile inanır hale gelip, bambaşka kimliklerin gölgesinde,
bize ait iç içe geçmiş matruşkalarla yaşıyoruz yoksa sanıyor muyuz yaşadığımızı…
Zaaflarımızı
gizlerken, gerçek yüzümüzün çok ötesinde bambaşka hayatlar sürdürüyoruz. Ne varsa
üstün diye addettiğimiz bize dair, büyüsüne kapılıyoruz nefsimizin, insan
olmanın zafiyetiyle boyuyoruz insanların gözünü ve kör ediyoruz gören gözleri,
sağır ediyoruz duyan kulakları, uzaklaşıyoruz benliğimizden, farklı olduğumuz
sanrısıyla bambaşka âlemlere yol alıp…
Bazen ise,
bin bir yalanla kandırıyoruz masum insanları. Çok başka bir insan profili
çizip, tanrılaştırıyoruz, tanrılaşıyoruz inanılmaz boyutta. Fiziksel
özelliklerimizin baskın yönleriyle, sıyrılıyoruz çoğu insanın arasından, bir
marifetmişçesine. Kandırdığımız sayısız insan varken aslında fark bile
etmiyoruz kendimizi kandırdığımızı.
Çok mu
abartıyoruz yaşamı… Aslında ötesinde, zora sokuyoruz kendimizi; belki de
kendimizi abartıyoruz diğerlerinin gözünde ve fark bile etmeden ruhumuzu
kirletiyoruz. Nefsimizin emrinde, ihtiraslarımızın peşinde koşarken çok ama çok
uzaklaşıyoruz kendimizden ve Yaradan’dan. Avutuyoruz kendimizi, iyi bir mümin
olduğumuza dair ama unutuyoruz diğer yandan da: O’nun varlığı her şeye öylesine
muktedir ki…