Mutluluk nedir sizce,
nedir hadi beyan edin fikrinizi büyük bir samimiyetle. Korkmayın, başbaşayız
şurada…
Ah, tabii kişisel
olarak ne desek boş değil mi. Ön görüler varken toplumun kanıksadığı bize ne
düşebilir ki. Bizler zaten çoktan kabullenmedik mi tüm bu inanışları.
Şehir merkezinde
kocaman bir ev, içinde çocukların koşturduğu ve garajda son model bir otomobil,
tüm teknolojik aksesuarları ile ilk sırada yer alan.
Çocuklar dedik değil mi
ama tek çocukla yetinmeyeceksiniz. Varsın formunuz bozulsun, varsın sağlık
sorunlarınız olsun. Mecbursunuz kalabalık bir aile oluşturmaya. Sonra eş dost
ne gözle bakar size…
Kariyeriniz ne olursa
olsun, mecbursunuz dört dörtlük bir ev hanımı olmaya. Geçelim bunları, sonuçta
elbet yardımcılarınız vardır. Eh, ne de olsa mutlusunuz ve sizi seven, gözeten
zengin bir eşiniz var.
Eğer ki erkekseniz, o
zaman zaten mecbursunuz eşinizi gözetmeye, ne de olsa o kadın çocuklarınızın
annesi ve hayat arkadaşınız.
Demek ki, ilk sınavı
geçtiniz.
Gelelim ikinci maddeye.
Sosyal ve aktif bir hayatınız varsa bu da demek oluyor ki, ikinci sınavı da
başarıyla atlattınız. Varsın sizi sever gözüksünler yürekten sevmeseler bile,
siz zaten kendinizi sevmezken onlar sevse ne olur sevmese. Sevgi nedir ki;
sadece basit bir kelime ve anan da yok artık, cicili bicili sözlerin arasına
sıkıştırmak dışında:
‘’Seni seviyorum…’’
İşte gördünüz iki kuru kelime.
Yok yok geçiniz varsın sevgi soyut ve yalan olsun hayatınızda.
Ya görsellik… Eminim
ki; formunuzu korumak için yirmi dört saat aç gezen, sürekli spor salonlarından
çıkmıyorsunuzdur. Ve sürekli de şunu söylüyorsunuzdur:
‘’Ah, şekerim, vallahi
ne yersem yiyeyim, işte bünyem böyle, değil kilo, gram bile alamıyorum. Spor
mu, arada sahilde yürürüm o da köpeğimi gezdirmek adına. Sahi, terrier cinsi
köpeğimi de çiftleştirmek için yurt dışından bir köpek getirtiyorum.’’
Ne kadar ulaşılmaz, afakî
umutlar değil mi… Olsun siz mutlusunuz hem de öyle mutlusunuz ki…
Eminim, size sadık bir
eşiniz vardır. Ne de olsa dünyanın en güzel, en çekici kadınısınız. Üstelik bu
kadar çocuğa rağmen, hala en fazla otuz gösteriyorsunuzdur. Bu arada, saç
boyanızın dibi gelmiş. Hiç mi fark etmez insan…
Her neyse, nedir ki
bunlar…
Bu arada, hiç mi hiç
dedikodu da yapmazsınız, değil mi. Eh, tabii, gıybet ne de büyük günah. Sizin
de dedikodunuz hiç yapılmaz değil mi. Ne olsa, arkadaşlarınız ne de çok sever
sizi. Ne yapsanız doğrudur, ne giyseniz yakışır, hele o zekanız yok mu. Tanrım,
yoksa Oxford’dan mı mezundunuz. Olsun canım, buralardan bir okul da olabilir.
Eminim ki, hiç kopya da çekmemişsinizdir. Büyük ihtimalle, okulun en güzel, en
akıllı ve en popüler öğrencisi idiniz. Ya şimdi, şimdi de cemiyetin ve iş
dünyasının en başarılı ve en mükemmel kadınısınızdır.
Mutlu olmak ne kadar da
kolaymış. Hayret ben bunu nasıl oldu da fark etmemişim.
Vay vay vay… Beyhude
geçmiş şu ahir ömrüm.
Hani nerede
idealperestlerin başarıları, elde ettikleri. Siz hiç gördünüz mü; aynı zamanda
başarılı, zengin, hayallerini gerçekleştirmiş ve çok çok mutlu.
Olmadı mı olmuyor işte.
Her şey bir arada bulunmuyor.
Hele hayatın sizden
çaldıkları. Hiç mi hayatın kap kaçına uğramadınız…
Hiç mi kayıplarınız
olmadı, hiç mi acıyı tatmadınız, hiç mi aldatılmadınız: Aşktan bahsetmiyorum.
Aşktan öte o kadar çok şey var ki. Zira dünya tek bir kişinin etrafında
dönmüyor. Ve her seven de aynı kişi tarafından sevilmiyor. İlahi aşk dışında
bir aşka rastlayanları da ayrıca tebrik ediyorum.
Kaderin oyunları da
ayrı. Hiç beklenmedik bir anda kim bilir ne acı sürprizleri vardır sizi köşeye
sıkıştırmak için.
Son sözü de Mevlana’ya
bırakalım:
‘’Sen’den gelene,
gelemeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme,
yürekten kocaman bir ‘’EYVALLAH..!’’