Tüm iç ve dış sesler
sustu artık. Ve hiç olmadığı kadar dominant bir tavır sergilemekte mantık. İyi
hoş da bu güne kadar nerelerdeydin, ey mantık denen bilinmez?
O bilinmez ki; kaç
tetrabaytlık bilgiyi depolamış nöronların her birine. Madem konuşup dile
gelecekti bu saklı mekanizma, boşuna mıydı tüm o çırpınışlarım?
Sayısız uğraş ve bir o
kadar mağlubiyet.
Madem istemek
başarmanın yarısıdır neden yarım kaldı onca şey… Ve beyhude gözükmekte tüm
serzenişler. Hoş artık serzenişte bulunmak için de çok geç kalındı.
Yoksa hep bir fanus
muydu kabullenilenlerin saklandığı: Hani, dış mihraklardan korunmak adına. Gel gör
ki o fanus da kayıplarda şimdilerde.
Beklentinin gerçekleşmemesi
durumunda ortaya çıkan hayal kırıklığına ne de çok atıfta bulunurlar. Ve iflah
olmaz bir hayalperest olarak hep karşı çıkmışımdır bu düşünce moduna…
İstediğin kadar
beklenti besle ruhunda, ne fayda ve tabii ki yalnızsan yürüdüğün yolda…
Şu güneş de saklanıp
durmakta bulutların arkasına. Belli ki birazdan bastıracak yağmur. Hayra alamet
değil oysa aniden bastıran bu deli rüzgâr. Kim bilir belki de deli deli esip
de, başımın üzerindeki hüzün bulutlarını dağıtır.
Belki hüzün belki hayal
kırıklığı belki de adlandıramadığım bambaşka bir duygu, ne fark eder ki…
Keşke, ah keşke
dinleseydim büyük sözü. Yaşamaya ve çalışmaya devam etseydim o ihtişamlı
plazalarda. Mutluluk ve huzur peşinde koşarken ne çok şeyden oldum. Belki soğuk
ve kasvetliydi ama bir o kadar da sıcaktı ve elimi yakmaktaydı para denen
ateşten gömlek. Ve azad ettim kendimi paranın köleliğinden. Fena mı olurdu,
karışsaydım kalabalığa ve sürseydim sefamı…
Her köşe başında yeni
umutlarla daldım bilinmezliklere. O bilinmezlikler ki; meğer bugünlerin
harcıymış…
Tabii, aklı beş karış
havada olan birinden ne beklenir ki. Birer ikişer değil beşer onar geçti
yıllar. Zaman geçmez sanmıştım. Kendimden geçmemek adına ne çok şeyden geçtim…
Elbet varmak için
hedefime yeni bir otobüs bekledim hayatın aralıklı duraklarında. Geldi
gelmesine de ya lastiği patladı ya da benzini bitmişti son gelenlerin.
Hiç büyümeyeceğim
sandım. Ve bir de bakmışım ki gelmişim yüz yaşıma. Unuttum hesabını geçen
yılların…
İşin kötüsü, geçmişte
mantık dışı her söylemden feyiz aldım.
Nasreddin Hoca ve eşeği
misali: Bir ben bindim eşeğe bir ben sırtladım hayvanı. En sonunda eşek de
kaçıp gitti elimden. En azından hasbi hal ederdim hayvanla. Yemini, suyunu
verirdim, yaşar giderdik. Kim bilir nerelerde şimdi, kim bilir kimleri
taşımakta sırtında…
Anlayacağınız; ne
otobüs kaldı duraktan kalkacak ne de eşek.
Heybemde
biriktirdiklerim; biraz bilgi kırıntısı, üç beş soluk fotoğraf ki yüzlerini
çoktan unuttuğum ve taraflarınca unutulduğum insanlar… Sahiden gerçek miydi
onlar, hala sorar dururum kendi kendime.
Gerçi kış, kış gibi
geçmiyor artık, bazen yazın bile kışı yaşamak mümkünken, ne fark eder bahar
ister gelsin ister gelmesin.
Ne üzmek ne de incitmek
ne de yermek oldu niyetim. Gerisi malum; kırmaktansa varsın kırılayım. Ah ah,
şu içimde bitmek bilmez insan sevgim yok mu?
Eh hal de böyle olunca,
önlerde oturacak yer bulmak ne mümkün, hata arkalarda bile…
Varsın çekeyim
cezasını, varsın ödeyeyim diyetini insanlığımın…
Ey mantık denen
görünmez yanım, yoksa ben mi fark etmedim seni onca zaman?
Seni ne çok ihmal
ettim. Hadi git nereye gideceksen. Sen şansını çoktan kaybettin vefasız dostum…
Varsın yine sensiz geçsin ömrümün kalanı…