Bilim dalları hep bir
uğraş içersinde: Sırf insanlık adına verimli olmak adına…
Teknolojiden tutun da
tıptaki ilerlemeler hep ama hep insan denen mefhumun daha kaliteli ve mutlu,
dinamik bir hayat yaşaması adına kaydediliyor.
Ne çok değişim
süregelmekte. Atılımlar, yatırımlar, innovasyonlar bize sunulan, ayaklarımızın
altına serilen upuzun, kırmızı bir halı adeta.
Baş döndürücü bir evrim
geçirmekteyiz: Özellikle milenyum çağına adım attığımızdan bu yana…
Akabinde de yitip giden
onca değerin farkında bile değiliz.
Çok ama çok şeyi terk
etmekteyiz gün ve gün, an ve an. Bırakınız yakınlarımızı kendimizden bile
öylesine ödün verip, uzaklaşmaktayız ki… Neredeyse yüz yüze, gönül gönüle
konuşmaktan aciz bir hale geldik.
Tabii ki teknolojik
aletlere sahibiz ve oldukça da verimli kullanmaktayız sahip olduklarımızı: Ne
verimli hem de; kısacık bir mesaj ya da bir ileti ne çok şeye kadir günümüzde…
Facebooktan toplu halde
gönderdiğimiz mesajlar yeter de artar bile sevdiklerimizin (yoksa sevdiğimize
inandıklarımızın demeli) özel günlerini kutlamaya ya da hal hatır sormaya.
Diğer yandan global
anlamda, ülkelerin içersinde bulunduğu kaosa ne demeli… Sayısı görünenin ve
bilinenin çok üzerinde masum insan hayatını kaybedip, hem bedeninde hem de
ruhunda derin yaralar açılmakta mütemadiyen. Dünyadan bihaber masumiyetin
simgesi çocuklar ya ölmekte ya da ağır yaralar almakta. Pek tabii ki; işin
psikolojik boyutu daha da vahim.
Ne kadar iyimser olmaya
çalışırsak çalışalım dünyanın toplu halde aldığı yara genel anlamda ve de
totalde o kadar büyük ve kapsamlı ki telafisi mümkün değil ne yazık ki…
İşin ekonomik boyutu
ise ayrı bir zafiyet. Pek çok coğrafyada siyasi istikrarın bozulduğu gün gibi aşikâr.
Birey açısından
bakarsak fotoğrafa, ne çok şey yitip gitmekte elimizden her geçen gün ve de
aralıksız. Öyle derin bir uçurum var ki yaşadığımız ve fark edemediklerimiz
arasında…
Sevmekten ve
sevilmekten korkar olduk adeta. Ara sıra kuru sözcüklerle ifade eder olduk
sevgimizi. Çok şey ise yer değiştirdi zamanı baz aldığımızda. Ve somut
göstergelerle ispatı mümkün olan çok şey var.
Ama diğer yandan da
ölçüm yapmamızın mümkün olmadığı menfi oluşumlar da yaşanmakta…
Yavaş yavaş hatta hızlı
bir şekilde mekanikleşiyoruz. Bunun sayısız sebebi var ve yukarda bahsettiklerimiz
ise sadece bir kaçı. Ama şu da bir gerçek ki; sebepten ziyade sonuçlar yıkıcı
olmakta. Sonuçlar da göstergeler de gün gibi ortada.
Beş duyu organımız
olmasına rağmen çok şeyde farkındalık düzeyimiz iyice azalmış hatta yok olmuş
durumda.
Genelleme yapmasak bile
çoğunluk büyük bir handikap içersinde. Ve dediğimiz gibi; sebepler ortada bariz
ortada iken yıkıcı sonuçlar can yakmakta.
Gittikçe uzaklaşıyoruz
benliğimizden, kendimize bile yabancılaşıp kendimizi, ruhumuzu sevmez olduk.
Çok değer var yitip giden ve anlamını kaybeden.
Görsellik tamamen ön
planda. Teknolojiden ve nimetlerinden faydalanmayan insan ise yok denecek kadar
az.
Görsellik dedik de…
Artık çok genç yaşta olanlar bile yaşından büyük, yaşı ilerlemiş olanlar
inanılmaz genç görünebilmekte. Kimin kaç yaşında olduğun tahmin etmek olanaksız
neredeyse. Peki, o kadar da önemli mi bu denli farklı görünmek adına verilen
uğraşlar?
Zira her yaşın ayrı bir
güzelliği ve değeri var. Aynı zamanda her yaş döneminin pek çok açıdan insan
için önemi yadsınamaz. Ana rahmine düştüğümüz andan ölene değin bir gelişim
süreci riayet etmekte dolayısıyla bazı şeylerin eksikliğini de yaşayabilmeliyiz
doğamız gereğince.
Sanırım, doğallığın ve
tabiatın mucizesine inanan bir olarak yadırgamaktayım bunları…
Ve dejenerasyon
dediğimiz: Sürecin bir diğer boyutu oldukça can yakan ve önüne geçilmeyen…
Çılgın bir seyir
izlenmekte belli gruplarda ve belli yaşlarda. Öyle ki; manevi değerler,
öğretiler yitip gitmekte. Tabii ki, genelleme yapmak son derece yanlış olur. Ama
öyle kesimler var ki, adeta bataklığın dibine doğru çekilmekteler. Özünü
kaybetmekte olan ve derin bir uçurumdan aşağı düşen kayıplar…
Madde bağımlılığı,
alkol ve cinsel anlamda yaşanan başıbozuk örnekler gün geçtikçe çoğalmakta.
Özellikle metropollerde yaşayan genç kesim içine düştükleri bunalımları farklı
yollarla tolere etmekte.
‘’Sevgi’’ dediğimiz
mefhum sadece romantik filmlerde ve romanlarda yer alan basit bir kelime gibi
itibardan düşmekte gün ve gün. Zira bu yüce duygunun yerini alan pek çok menfi
duygu ve tutum sergilenmekte: Şiddet gibi, öfke gibi, nefret gibi hatta ve
hatta ihtiras gibi…
Masumiyetin kaybolan
varlığı ise içler acısı. Ve ne yazık ki ölü bir değer çoğumuzun gözünden
düşmüş. Ne anlamını bilen kaldı ne de masumiyetini koruyan.
Gelip geçici ilişkiler,
kutsal değerlere verilen önem ve saygının da yitip gitmesiyle, pek çok absürt
davranış gündemde.
Paranın satın alma gücü
yadsınamaz bir gerçek ama ne yazık ki; pek çok şeye maddi imkanlarımızla sahip
olabilirken, kaybolan değerleri yerine koyabilme gücüne sahip değil para denen olgu.
Sevgi gibi, masumiyet gibi…
Gerek sosyolojik gerek
iktisadi tutum açısından durum böyle.
Psikolojik boyutu ele
alırsak, ruh sağlığımız çökme yolunda negatif bir seyir izlemekte.
Birbirimizle konuşmayı
unutup, kendimize yabancılaşmışken sahip olduklarımız neye yarar ki…
Tabiat bile insanoğluna
küsmüşken dünya gerçek anlamda yaşanası bir yer olmaktan çıkmış çoktan. Belki
de sonun başlangıcıdır tüm bu yaşananlar…
Dengesini yitirmiş bir
insanlık ve katlettiği doğa…
Tutarsızlıklarımız ise
diz boyu.
Aslında kendi sonumuzu
ellerimizle inşa ediyoruz da farkında bile değiliz.
Harcımız olan sevgi ve
birliktelik duygusu gitgide kan kaybetmekte. Ve ne yazık ki; en çok ihtiyacımız
olan iki önemli olgu bu saydıklarımız.
Sevgiden uzak,
sevmekten korkar hale gelen bizler ve hak etmedik aslında yaşadığımız bu menfi
duyguları.
Sayısız sorun çözüm
beklerken, olanları görmezden gelmek kendimize ve en önemlisi çocuklarımıza
yaptığımız en büyük haksızlık.
Tek çözüm ise;
farkındalık geliştirip, gerek bireysel gerek toplu halde taktik uygulayıp,
çözüm üretmek.
İşe kendimizi tanıyıp,
kendimizi sevmekle başlayabiliriz. Evet, çok basit ve yalın bir tutum gibi
gözükmekte ama ne yazık ki tek çözüm bu. Özümüze dönüp, sevgi katsayımız
çoğaldıkça hala bir ümidin olduğuna dair inancımız pekişecektir.
Değerlerimizi de yeni
baştan ele alıp, gözden geçirmeliyiz tüm bunlara ek olarak. Eksiklerimizi ancak
biz tespit edebiliriz. Maneviyatı da işin içine kattık mı, bireysel çabalarımız
eninde sonunda başarı getirecektir.
İşin tek sırrı sevgi,
artan bilincimiz ve yetersizliklerimizin bireysel anlamda farkında lığı.
Problemi anlayıp,
strateji uyguladığımız sürece başarı da peşi sıra gelecektir. Zira sürecin saat
gibi işlemesi için tüm gereken gerek bireysel gerek global anlamda çözüm
üretip, sonuca odaklanmak.