Edindiğim izlenimler, yaşadığım deneyimler adına şunu gördüm ki; bir noktadan sonra siz ne kadar uğraş verirseniz verin her şey olacağına varıyor.

 

Özellikle mesleki anlamda belli bir kariyer yapmak istiyorsanız, çoğu şeyi görmezden geleceksiniz. Tabii ki; uyum göstermek istiyor ve kabul görmek niyetinde iseniz…

 

Hele ki; pamuklar içinde, üzerine titreyerek büyütülmüş ve her daim korunaklı bir hayat sürmüş iseniz, vay halinize!

 

İnsanların hayatında unutamadığı belli dönemler vardır: Kiminin ilk aşkı, erkeklerin büyük çoğunluğunun askerlik anıları ve yetişkinliğe geçiş döneminde yaşanan üniversite yılları gibi.

 

İtiraf etmem gerekirse; üniversite yıllarım hiç mi hiç iç açıcı geçmedi. Zor ve sıkıntılı yıllardı zahir. Ve bu dört yıl zarfında ailecek büyük hasar aldık. Babamın yakalandığı o amansız hastalık, annemin aynı dönem geçirdiği trafik kazası ve her ikisinin de aynı hastanede yattığı o süre zarfı. Ve sayısız yükün altında, kelimenin tam anlamıyla perişan olduğum zor zamanlar.

 

Geçen süre zarfında değil güldüğüm, gülümsediğim anların sayısı bir elin beş parmağını geçmez.

 

Akabinde babamın ebediyet intikal edişi ve benim içim buruk başladığım hayat yolculuğum. Sanırım bazı şeyler nasıl başlıyorsa devamı da aynı şekilde gelmekte. Zira şanssızlık yakamı asla bırakmadı.

 

Hani bazı şeyleri insanın gözü görmez ya, bu açıdan yaralı bir kuş gibi oradan oraya savruldum meslek hayatımın büyük çoğunluğunda.

 

Ve ne yazık ki; arayışım uzun sürdü. Sonuç mu: Koca bir sıfır.

 

Detaylara girersem işin içinden çıkamam ve sayfalar yetmez hislerime tercüman olma açısından zira inanılmaz doluyum bu konuda.

 

O yıllarda henüz ‘’mobbing’’ kelimesi doğru dürüst telaffuz dahi edilmemekteydi. Ve ne yazık ki, yaşadıklarımın ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahil ve deneyimsizdim.

 

Düşünsenize; henüz yeni işe girmişsiniz ve bağlı bulunduğunuz sayısız yetkili ve tanımlanmamış görevler. Diğer yandan tanımadığınız sayısız insan, konusunda yetkin ya da değil. Ve artılar ile eksiler bir arada. Ne yazık ki denklemi kurduğunuzda eksi hane ağır basmakta.

 

Suçum evet tek suçum işimi sevmekti. Yaptığım işten öylesine keyif alıyordum ki… Gece yarılarına kadar çalışır ve kaybolurdum onca işin ve evrakın arasında. İliklerime kadar duyumsardım her ayrıntıyı: Hem çalışandım hem de öğrenci. Sanırım kurtulamamıştım öğrenci kimliğimden. Keza halen de aynı öğrenci ruhum bakidir. Sanırım hatta eminim ki bu denli algılarımın yüksek olması pek hoşnut etmemişti insanları.

 

Ne kadar iş bitirici olursanız olun, istediğiniz kadar yabancı dil bilin, eğer ki gözden çıkarılmışsanız, ağzınızla kuş tutsanız faydası yok.

 

Önüme yığılan işler, gösterdiğim gayret ve iyi niyet sonucu bana geri dönen tek şey; dedikodu ve eleştiri idi.

 

Bir de hassasiyeti ekleyin: Sonuç itibariyle sayısız kere yazdığım istifa dilekçelerim ve bitmek bilmez iş arayışım. Bulmasına buluyordum da ya devamı…

 

Öyle ki bırakın işi sektör dahi değiştirdim.

 

Buraya kocaman bir virgül koyup, günümüze uzanıyorum. Zira ben bile unuttum nerelerde çalışıp, didindiğimi. Kısaca egosantrik tutumlarıyla beni yıldırmayı başarmış sayısız insan topluluğu.

 

İtiraf ediyorum bir kez daha: Suçluydum. Keza halen de aynı suçu işlemekteyim: İyi niyet, azim ve insanlara yönelirken eşitçi yaklaşımım.

 

Elime geçen mi… Bir sürü kırık hatıra, sayısız üzücü olay ve hayal kırıklığı.

 

Ve beni eğitime, psikolojiye yönelten yaşanmışlıklar ve cevabını aradığım sorular.

 

Tabii bu da madalyonun bir diğer yüzü. Son on yılımı da bu şekilde heba ettikten sonra bana düşen…

 

Evet, bana düşen; yazmak…

 

Ara ara yazardım geçmiş zamanlarda. Ama en büyük tutkum okumaktı: Tür ve konu ayırmaksızın, zamana ve mekâna tabi olmadan. Hiçbir zaman da ihanet etmedi kitaplar bana, hiçbir zararını görmedim onlarla kurduğum dostluğun. Bilakis her daim yoldaşım oldular, arkadaşım, destekçim; çoğumuzun kitaplarla kurduğu dostluk benim için fazla özel ve anlamlı oldu lakin halen de sürmekte.

 

İki yılı aşkın bir süredir durmaksızın yazmaktayım. Bir anda başladı bu yazma tutkum. Pek çok zorluk, sıkıntı yaşadığım bir döneme denk geldi üstelik. Ve inanılmaz yardımcı oldu çoğu şeyi aşmama.

 

Havasız, oksijensiz bir ortamda yaşarken, yazarak nefes almaya başladığımı hissettim. Ve bu duygu geçen zaman zarfında daha da pekişti.

 

Yeni bir hayata pencere açıldı yazmaya başladığım an.

 

Ve aynı gün doğdu güneş, aynı gün genişledi ufkum ve aynı gün yeni bir dünyaya adım attım: Yeni insanlar, yeni dostluklar ile beraber.

 

Ya yaşadığım hiç mi olumsuzluk yok? Sayısız üstelik.

 

Ama diğer yandan da kendimi uzun süre soyutlamış olduğum hayata yeniden merhaba dedim.

 

Bazen somut gerçekleri dile getirmek hiç de kolay olmamakta. Ama dolaylı da olsa içimi döküp, paylaşmak inanılmaz ve muazzam bir duygu.

 

Ne çok duygu varmış ayrı kaldığım…

 

Ne çok duygu ve düşünce varmış farkındalığımı yitirdiğim…

 

Ve emeklerken eriştiğim nokta.

 

Seneler sonra edindiğim yeni dostlar: Az ama öz.

 

Uzak ama çok yakın.

 

Ve değerli…

 

Ve destekleyici.

 

İletişimin ne denli güçlü bir motivasyon kaynağı olduğunu bir kez daha gördüm: Doğrusu unutmuşum bu duyguyu da unuttuğum diğer pek çok duygu gibi.

 

Kısaca: Yazmak, okumak, okunmak, anlamak ve anlaşılmak…

 

An itibariyle; doyurucu ve önem arz eden ve görünüşe göre vazgeçmek istemediğim.

 

Kim bilir, belki de hatta büyük ihtimalle olduğum yerde sayacağım.

 

Ya da kim bilebilir ki; bir gün hayallerim gerçek olacak.

 

Evet… Hayaller…

 

Ümitlerimiz…

 

Beklentilerimiz…

 

Vazgeçilmezlerimiz…

 

Bu yolun yolcusuyum son iki yıldır ve öylesine mutluyum ki bu yolda yürümekten dolayı.

 

İyi niyet, sevgi, dostluk ve sabır. Ve zaman. Bir de azim…

 

Pek az şeyin karşılığını gördüm ömrüm boyunca her ne kadar uğrunda çırpınsam da.

 

Değdi mi: İnanın ki bilmiyorum.

 

Ya şimdi değecek mi: Umarım ve içtenlikle dilerim…

 

Ama bildiğim bir şey var ki; yazıyor olmak ve duyguları satırlara oradan da okuyucuya aktarmak inanılmaz bir duygu.

 

Bu bağlamda herkese teşekkür ediyorum.

 

Anlamak ve anlaşılmak…

 

İletişimin gücü…

 

Ve bertaraf edilen tüm olumsuzluklar: Kalemimin ve dostların desteği ile.

 

Kısaca, yazmak: Tıpkı nefes almak gibi ya da yalın ayak çimenlerin üzerinde alabildiğine koşmak gibi. Hatta avaz avaz bağırmak tüm duyguların eşliğinde ve hükmünde.

 

Sevmek yeniden: Kendini, hayatı ve insanları.

 

Ve beklemek…

 

Hep derim; neyi ve kimi beklediğimi bilmeden, umutla ve dokunmak hayata ve de tüm bilinmezliklere. Yeter ki tüm o bilinmezlikler hayatımızda bir anlama ve değere tekabül etsin: İnsan olmanın onuru ve mutluluğu ile…

 

İnsan gibi yaşayabilmenin ve bunu duyumsamanın sevinci ile…

 

Evet, nefes almak gibi yazmak…

 

Hayatı özümsemek doya doya üstelik.

 

 Sevgiyle kalın…

 

( Nefes Almak Gibi Yazmak... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.02.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.