Sevebilme yetisi: Ne
kadar irdelenirse irdelersin sonsuz bir mefhum. Yürekten kopup gelen hoş bir
esinti aslında işin özü. Tamamen yürekten gelen ve inanılmaz yoğunlukta eşsiz
bir duygu. Kim olursa olsun karşınızdaki hatta uzağınızdaki hatta ve hatta erişilmez
bir boyutta bile olsa içinizden söküp atamadığınız. Kısaca sürekli yoğunlaşan
ama buhar gibi uçup, yok olmayan bir mahiyette.
Hem somut bir o kadar
da soyut göstergesi var sevginin. Söze, kelimelere hele ki maddiyata gereksinim
duymamakta. Gerçi maddi ölçütler ile dile getirmeye çalışan nice insan var bir
gösterge olarak kullanmak isteyen ama ne yazık ki yanlış ve yalan bir tutum bu
tam anlamıyla. Zira sayısız insan maddiyatın hükmünü kullanmadan da çok rahat
ve mutlu bir şekilde paylaşabilmekte sevgisini.
Düşünce ya da davranış,
basit bir beden dili, sessizlik bile ifade anlamında önem taşımakta.
Araya ister yıllar
girsin isterse mesafe ve imkânsızlık ne fark edebilir ki sevgiden geçmek için…
Yaradan öylesine harika
ve inanılmaz bir donanım bahşetmiş ki biz insanlara, nasıl oluyor da bu ilahi
duygudan nasiplenmemiş bir çoğunluk var, akıllara zarar doğrusu.
Annenin evladına
duyduğu o eşsiz yönelim, hiçbir beklenti taşımadan üstelik. Hiçbir talebi
olmadan yeter ki evladı büyüyüp serpilsin ve mutlu olsun. Alın size bir mucize.
Gerek doğum öncesi anne adayının yaşadığı sıkıntı ve tabii ki doğum sırasında
da gerek gün ve gün evladının hayat yolundaki adımlarını seyretmesi: Tamamen içgüdüsel
ve karşılıksız eşsiz bir bağ. Evladına ömrünü adayan bir kadın: Her ne kadar
istisnalar da olsa. Zira olumsuz örneklere rastlamak da olası.
İlahi aşka uzanan bir
yol yüce Yaradan’ın bu eşsiz lütfü. Ve O’nun eşliğinde içimizde büyüyüp giden
ve sonsuza uzanan…
Basit bir objeye bile
sevgi duymak belki basit bir ayrıntı gibi gelebilmekte bazılarına ama gelin
görün ki kim bilir neler saklıyordur o değersiz görünümlü obje.
Biriktirmek, neyi ama?
Ya da saklamak öylesine ya da atmaya kıyamamak. İyi bilirim bu duyguyu. Altı
yaşımdan beri sakladığım ucu kırık seramik bir duvar süsü geldi aklıma. Kaç
zamandır duruyor odanın bir köşesinde. Daha okula bile gitmezken annemin bana
aldığı o sevimli hediyelerinden biri. Kaç sene oldu kim bilir…
Belki çoğunuzun defter
ya da kitap sayfaları arasında kalmış sarı bir yaprak ya da kurumuş bir çiçek.
Dili olsa da konuşsa.
Atmaya kıyamadığım
sayısız defter ve ders notu: Kim bilir hangi derse ait. Belki çoktan
müfredattan bile kalkmıştır o dersler ama ne fark eder ki? Bana ait sonuçta ve
hoş bir esinti adeta o günlerden kalan.
Ortaokula gittiğim
senelerde hayatımın en anlamlı hediyesini almıştım. Canım babaannemden bir yadigârdı
bana. Boyumun kaç katı çok eski hatta antika diye addedilen bir piyanoydu.
Aslında piyanoya âşık olmuştum ne de olsa muhteşem bir hediyeydi bana layık
görülmüş. Ama gelin görün ki; piyano dersleri bir ıstıraptı benim için. Onca
ders ve hafta sonu almam gereken o sıkıcı solfej dersleri ve tabii ki parmak
egzersizleri. Evet, piyano bana aitti ama ne yalan söyleyeyim ne piyano hocamı
severdim ne de o bitmek bilmeyen egzersizleri. Allah’tan okul dersleri
ağırlaşmaya başlamıştı da o esaretten kurtuldumdu. Ama ne zaman o lenduhaya
baksam hep sıkıntı verirdi bana. Piyano benim en değerli oyuncağımdı belki ama
yarattığı sıkıntı itibariyle uzak dururdum.
Zor oldu onu elden
çıkarmam doğrusu. Herhalde babaannemin kemikleri sızlamıştır onu sattığım gün
ama doğruyu söylemek gerekirse ilaç gibi gelmişti karşılığında aldığım para.
Bir süre ağlamadım desem yalan olmaz. Onun yarattığı boşluk oldukça yakmıştı
canımı. Gerek dayalı olduğu duvardaki iz gerekse hatıralarımı satmıştım o gün.
Ama en azından zaman içinde geçti üzüntüm her ne kadar içimde kırıklık kalmış
olsa da…
Nereden nereye geldim
tam da sevgiyi anlatırken.
Sevgi, sevmek, sevmeyi
sevmek, insan sevmek ama en önemlisi kendini sevip, kendinden hoşnut olmak:
Artısı ya da eksisi, ne olursa olsun. Tabii ki megaloman olma seviyesine
erişmeden.
Ya sevip sevilmemek:
Hayır, aşk mahiyetinde bir vurgulama yapmak istemedim. Gerçi her anlamda
karşılıksız sevmek mümkün ama sıkıntı verici bir duygu bu bütünü itibariyle
eğer ki karşılıksızsa…
Sevdiğimiz ne çok
şeyden ya da insandan feragat ediyoruz, değil mi?
En güzeli, beklentisiz
sevmek. Bırakınız sevmesin sizi değer verdiğiniz. Eninde sonunda o kişiye duyulan sevgi yön değiştirip yine
çoğalacaktır. Sonuç itibariyle sevgi sadece yön değiştirebilir ne kadar inkâr
ederseniz edin.
Sevginin en önemli
getirisi ise mutluluk.
Nefreti uzak tutmak
lazım her ne kadar tam karşıtı olsa da sevginin. Ve şu da bir gerçek ki; sevginin
sonu değil nefret. Biten bir sevginin ardından geride kalan olsa olsa koca bir
boşluk ya da hislerin uyuşup, hissizliğe varan bir yol.
Sevmek, asla zor değil.
Ve son bir nokta daha:
sevgi asla olumsuzluklara yol açmamalı, açamaz da. Ve pek çok kardeş duyguya da
vesiledir. Samimiyet, anlayış, hoş görü, sempati, empati, hassasiyet ve sayısız
eş değer mefhum.
Sevin, illa ki sevin.
Bırakınız akıp gitsin bu eşsiz ırmak. İşinizi sevin, içinizdeki hazineyi
duyumsayın öncelikle ve diğer insanların saklı kalmış yönlerini keşfedin ve
değer verin, ufacık bir objeye bağlanın, okuduğunuz kitabı sevin, o kitabı
yazan kişiyi sevin, hatta kitabı satın aldığınız dükkândaki reyon görevlisine
gülümseyin, basit bir gülümseme bile yetecektir, evinizi sevin, koltuğunuzu, kolunuzdaki
yara izini kim bilir çocukluktan kalma bir anıya dairdir belki de…
Zaman zaman takın pembe
gözlüklerinizi ve pembe görün âlemi. Ya da nasıl görmek istiyorsanız yeter ki
olumsuzlukları atın.
Sevmediğiniz insanları
varsın umursamayın zaten bir şekilde bu duygunun yoğunlaşacağı insanlar
çıkacaktır karşınıza. Çıkana kadar yöneltin sevginizi sair alanlara, doğaya ve
öncelikle Yaradan’a. Evet, öncelikle Yaradan’a. Şükredecek ne çok şey bahşetmiş
bizlere.
Ezelden ebediyete
uzanan bu uçsuz bucaksız duyguyu hissedin yüreğinizin ta derinliklerinde. Emin
olun ki; size kat ve kat mutluluk olarak dönecektir.
Sevgiyle kalın…