Öylesine küskünüm ki.
Öncelikle de kendime, tanıdığım tanımadığım her kimse yakınımda ya da uzağım
da.
Belli belirsiz bir
kıpırdanıştı oysa değişime uzanan o yolda. Ne çok istemiştim sıyrılmak, ne çok
istemiştim…
Susmayı nasıl da
istiyorum; sessiz kalıp, dönmek eski hayatıma: Hani sessiz sedasız, nasıl da
görünmezdim o zamanlar. Bir bardak suda fırtınalar kopartırdım fi tarihinde. Ve
def ederdim uzanan elleri. Görmezdim bile, görünmezdim de. Ne aydınlık ne de
karanlıktı.
Ne vardım ne de yoktum.
Ne açtım ne de tok. Hiç değildim ama çoğalmamıştım da henüz ta ki…
Ne önemi var artık; ne
düşündüklerimin, ne hissettiklerimin ne de gördüğümü sandığım o flu
görüntülerin.
Adı hayal kırıklığı
işte: Kırık, kırılmaya mahkûm, hissiyatın bir uzantısı, varlığımın temel
yasası, naif, beklenti yüklü ve nihayetinde eksi sonsuza uzanan bir çizgi.
Sayıların ve umutların tükenişi. Yitip gidenlerin bıraktığı kırıklık. Çok mu
umurunuzda?
‘’Sevgide güneş gibi
ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, ya olduğun gibi görün, ya
göründüğün gibi ol.’’
Desturumdu Mevlana’nın
işaret ettiği bu pürüzsüz ve yalın gidişat. Uydum uyabildiğim kadar, olduğum
gibi göründüğüm; öylesine şeffaf öylesine yalın ve göründüğüm gibi oldum hep
ama hep.
Nedenler, niçinler,
bitmek bilmez sorular… Cevapları umurumda bile değil artık. Ne merak ediyorum
ne de arayışındayım bu bilinmezliklerin.
Başarı odaklı, sevgiyle
harmanlanmış, umudun eşliğinde ama değişmeyen o nihayet. Varsın değişmesin
gidişat, varsın değişmesin insan denen mefhum, varsın rollerini en iyi şekilde
ifşa etsinler.
Razı olmak
olabildiğince; neye yarar ki razı olmayan onca benlik sıraya dizilmişken.
Öykünmek dosta,
yoldaşa… Ya onlar sadece kendilerine öykünüyorsa.
Susmak belki de tek
çare: Susulabildiği kadar, kayıtsızlığın göstergesi o sessizlik her ne kadar
paralasa da ebediyete kadar susmak. Öyle ya; nereye kadar avaz avaz bağırmak ki
neye yaradı ki bugüne kadar…
Çekilmek gerilere,
yıkılmışlığın nezdinde, terk etmek meydanı hani mensubu olmadığın, olma
ihtimalinin dahi bulunmadığı…
Ve yenik düşmek bir kez
daha hatta son kez. Zira mümkün mü bu denli her şeye vakıf bir kalabalığın
içinde yalnız başına dümende kalmak.
Ne de olsa; gemisini
yürüten kaptan. Kılavuzu da karga olduktan sonra…
Ne kılavuzum var ne de
pusulam artık. Tek gösterge sefil yalnızlığım ama her şeye rağmen beni terk
etmeyen. Bunca terk edilmişliğin, bunca mücadelenin bıraktığı hüzün bir de.
Yanık bir türkü bangır
bangır çalan, imkânsızlıklardan dem vuran hüzünlü bir şarkı şarkıcının bas
sesinde hayat bulan.
Bir kuş yuvası içinde
terk edilmiş iki üç yumurta. Annesi bile terk ettikten sonra yaşama ihtimalinin
kalmadığı o yavruları, yürek mi dayanır bunca haris, her şeye muktedir, kendini
unutmuş gölgelere.
Yoksa gölgesinden
korkanlar mı demeli…
Benim bir gölgem bile
yok artık ne de aksim. Aynam çoktan kırıldı. Zaten demezler mi aynanın
kırılması uğursuzluktur diye. Kırıkları toplamakla meşgulüm artık ki
başkalarının canı yanmasın…