Yakıp yıkarken ahvalim
yedi düveni, seyrindeyim: Umarsız desem değilim, mutlu mu şüphe götürür, belki de
sessiz bir tükenişin eşliğinde. Ya farkındalıklar: Ne fark eder, kendilerini
bilmez iken, benden onlara ne. Ama görmeden de geçemiyorum işte: Ah, benim saf
yanım, mümkün mü kayıtsız kalmak. Ne var ki; elden de bir şey gelmiyor seyrindeyken
bu yıkımın. Diğer yandan kendi dünyalarını da kirletiyorlar kanatırken
yürekleri. Bir yürekleri olduğuna dair şüphem var hatta neredeyse eminim yürek
yerine taş taşıdıklarını. Taş mı attım da yoruldum. Varsın bu denli muhalif
olayım. Olayım da inancım pekişsin insan olmanın yolunda. Hassasiyetin yıkımı
onların yıkımından da beter. Ne vardı sanki bu denli algılayıp, duyumsamakta.
Yaş da aldıkça daha köreliyor umarsız yönüm. Hayatımın hiçbir döneminde
kayıtsız kalamadığım onca şey, onca insan ve derken yaş alan ruhum. Belki bin
yaşında ama ya yüreğim; o henüz büyümedi. Sayısız ikilem, sayısız kaygı ve bir
o kadar sorgu sual.
Ümitlerim pekişiyor git
gide bir yandan kolum kanadım kırılsa da. Sanırım değişkenliğin sırrı ile savaş
vermekteyim sayısız cephede.
Duygular nasıl da pür
nakıl dökülmüş gönülden. Kiminin ise en derinden hissedip, yansıtmadığı, köşe
bucak gizlediği ve gizlendiği. Oysa ne suç ne de ayıp; duyguları yansıtmak. Ama
çoğu insan vakıf değil buna. Mümkün mertebe bir sır perdesinin ardına gizlenip,
kılıktan kılığa giriyorlar.
Nasıl ki örtünüyoruz
nasıl ki kamufle ediyoruz bedenimizi duygularımızı da aynı oranda gizleyip
saklıyoruz. Aslında çok da zor değil tahmin etmek kimin neyin ardına
sığındığını. Ama duyumsamak ayrı, duymak ayrı. Kim ne isterse onu yapsın yeter
ki kırıp dökmesin, yeter ki incitmesin. İncinmişliklerinin intikamını alan
sayısız insan kısaca.
Oysa milyonlarca kez
incinmiş biri olarak nasıl oluyor da incitmeye yeltenmiyorum... Nasıl
düşünebilirim incitmeyi. Vicdanım ne el verir ne de dayanır. Zira zafiyetine
veriyorum taş yüreklerin acımasızlığını. Belki de gizlemek, gizlenmek adına
verdikleri tüm zarar. Aslında o zarar bir şekilde onları daha da yaralıyor ama
ne görüyorlar bunu ne de kabul ediyorlar. Farkındalık boyutu ne de olsa.
Tam yağmur yağarken,
göğe bakıp şükrediyorum rahmete ve güneş yakarken yine şükrediyorum sıcağa.
Şükretmeliyim de en azından nefes aldığıma, yürüdüğüme hatta üzüldüğüme bile
şükretmeliyim zira yüzümün gülmesini bekliyorum bu sefer.
Mutsuzlukları
insanların canımı yakıyor her ne kadar benim mutsuzluğumla beslenenler olsa da.
Sözüm var kendime ve bilmekteyim de; ömür boyu mutsuz olacağımı bilsem dahi
harici mutsuzluklar ruhumun gıdası asla olmayacak. Bakamam Rabbimin yüzüne ne
bu dünyada ne de ahrette.
Canım yansa da nasıl
can yakabilirim? Mümkün mü?
Ya canları yanmayanlar
nasıl can yakabilmekte?
İşte cevapsız
sorularımdan bazıları. Olsun, cevabını almasam da benzemek gibi bir niyetim yok
kimselere.
Bu yüzden seviyorum
kendimi, bu yüzden saygım ömür boyu baki ve bu yüzden mutluyum en mutsuz anımda
bile.
O kadar da kötü değil
mutsuz olmak: En azından kendimle barışığım. Evet, az da kavga etmem benliğimle
ama eninde sonunda uzlaşırım kendimle ve noktayı koyarım.
Neyin garantisi var ki
şu hayatta? Anı yaşarken nasıl emin olabiliriz ki bir adım ötemizde bizi
bekleyenden. Belki somut belki soyut belki iyi belki kötü ama tek gerçek şu ki;
koca bir bilinmez bir adım ötemizde duran. Her zaman o kadar kolay değil
noktayı koymak hele ki söz konusu başkaları ise… Hele ki kıymet verdikleriniz
ve sevip saydıklarınız oldu mu değil noktayı virgül koymak bile ne mümkün.
Ve soru işaretleri… Ve
ünlemler; hayret ve şaşkınlık dolu… Ve üç nokta; ardı arkası kesilmeyen ne
varsa.
Kısaca sayısız
bilinmeyen ve belirsiz bir gidişat ve sonu gelmek bilmez bir döngü; bazen kısır
bir döngü ama yine de değişmeyen tek şey; iç içe geçmiş sayısız halka; irili
ufaklı ve bazen bir labirent çıkış noktasını bulamadığımız.
Kim bilir belki de
upuzun, tümseksiz bir yol; fark etmeden adımladığımız ya da adımlıyor
olacağımız.
Tek bir ihtimal dahi
olsa beklemekten kendimizi alıkoyamadığımız: Yeni güne, yeniliklere, sevgiye,
mutluluğa kavuşma ihtimali. Kendimizden vazgeçmeme ihtimali en azından zira tek
terk edemediğimiz ve terk edilmediğimiz mefhum: Ruhumuz, özümüz kısaca biz
olabildiğimiz kadar, olmamız gerektiği kadar ve duyumsadığımız sürece ve diğer
ihtimaller eşliğinde…