Tutunmayı beceremedim
ve tutamadım kendime verdiğim onca sözü. Hangi birini dile getireyim ki…
Emsalsiz senaryomun
sessiz kahramanıyım. Sessiz olduğu kadar yılgın ve ıssız. Sınırları mürekkeple
çizdim ilk günden beri. Çakıl taşları serptim yürüdüğüm yola. Olur da
kaybolurum, en azından istikametimi tayin etmek adına. Bilemedim ki,
tutturduğum yol bir o kadar ahenksizmiş tutamadığım sözlerime rest çeken. Rest
çekmek, belki de önce benliğime çektim resti. Ne varsa yıkık dökük bir araya
getirmeye çalıştım.
Candan ve bir o kadar
mecalsiz. Bak, bir gün daha devrildi geceye. Kuşlar çekildi yuvalarına. Hani
nerede o sessiz çığlığım. Bangır bangır çalarken en hüzünlü şarkıyı, hala teneffüs
etmekteyim o boğucu havayı boğulmamak adına.
Yorucu bir maraton yolu
hızlı adımlarla adımladığım. Neresinde başlasam ki ve hangi birini sıraya dizeyim
yarım kalan düşlerimin. Karar vermek hem de kötü bir karar olsa bile. Zira en
kötü karar bile bin kez olumludur kararsızlıktan. Kararsız ve bir o kadar
zararsız bir kimlik benimkisi.
Demin demledim birazdan
içeceğim çayı. Demi fazla oldu sanırım. Demsiz bir düş ertesi iyidir demlenmiş
çayı yudumlamak. Saçmalamak istiyorum bu gün hatta şu an hem de hiç saçmalamadığım
kadar. Saçmalamadım da ne oldu tüm saçmalar kalbime isabet etti. Saçma sapan
bir hayat. Ne varsa içinde biriken tortusu ta içime çöktü. İçim dışım bir
derken bu sefer hedef tahtası oluyor insan. Nereye duvar çeksem ki… Sıvasını da
tamamladıktan sonra sokarım başımı. Hatta belki görünmez olurum karargâhımda.
Binlerce kural, binlerce racon. Hep derler ya; bu işin raconu şudur, misali.
Benim raconum da sayısız matruşkayı birbirinin içinden çıkarmak. Tam bitti
derken yeni bir kimlik peyda oluyor.
Söyleyin, sorunsuz bir
hayat muhtemel mi. Sıfır hata, hır gür olmadan ve olabildiğince sakin.
Çektim tentemi de en
tepeye. İstediği kadar bastırsın yağmur. Ya, erirse yüreğim. Şeker tadında ne
varsa eridi işte. Belki de şeker tadında bir hayat hayallerimi süsleyen. Renk
renk şekerler ve Hansel Gratel’deki pastadan yapılan ev. Yemeye de kıyamam ki.
Zaten ne kıyabilirim ya da kıydım bu güne değin kendim haricimde.
Saçmalamak istiyorum bu
gün. Her şey ve herkes o kadar saçma sapan ki. Keşke küçük ve yaramaz bir kız
çocuğu olsaydım, alırdım elime sapanımı ve ne kadar cam çerçeve varsa kırardım.
Belki o zaman bu denli kırılmazdı yüreğim.
Kim demişse, yalan
söylemiş:’’Seni kıracağıma kafamı kırarım.’’
Haricimde kimsenin ne
kafası kırıldı ne de toz duman etti her yeri. Nasıl da toz kalkmakta gidenlerin
arkasından. Yoksa gelen yoktu da gidenler de mi hayaldi. Kim bilir, belki ben
de bir hayalimdir; kimselerin bakıp görmeye tenezzül etmediği. Yoksa sen de mi
bir hayalsin bulutların arasında birlikte yol aldığımıza inandığım.
Yağmur dindi dinmesine
de hani nerede gökkuşağı? Hani dilek tutacaktım, hani nerede eteğimden dökülen
taşlar. Taş taş üstünde kalmadı o günden beri. Nasıl bir depremse artık.
Artçıları bile şiddetli. Akut el atsa dahi enkazın altındakileri asla çıkaramaz.
Ne tutundum ne de
tutturabildim kıvamını. Sabır da lazım en az sükûnet kadar, seneler evvel yitip
giden.
Saat vurdu gecenin on
ikisini. Balkabağına dönüştü içinde yol aldığım araba.
Biliyorum, birazdan
bozulacak tüm büyü. Yine, eski ben olacağım haricinde bu hikâyenin. Neden
hikâyeler mutlu sonla biter de gerçek hayat tamamen farklıdır? Ya, hüzün
nükseder ya da depreşir yaralar.
Fazla da ciddiye
almamalı ne olayları ne de insanları hatta kendimizi bile ciddiye almamalıyız.
Tadında bırakmalı ciddiyeti de hayalleri de.
Ne çıkar biraz da
alayla karışık bir gidişat tuttursak. Bakın her yer güllük gülistanlık ve
herkes ne kadar mutlu. Ne dert ne tasa. Ne kırgınlık ne yanılgı. Ne sızı ne
acı.
Bugün ayın otuz ikisi
ve yılın on üçüncü ayındayız. Nasıl da kar yağmakta tam da haziranın ortasında.
Mümkün mü
mümkünatsızlığın penceresinden seyretmemek ve duyumsamamak…