Sırra kadem basmış bir
fiiliyatmış sevilmek çoktan beri. Kırık parçalar öylesine savrulmuş ki son
zamanlarda değil bir araya getirmek arayıp bulma olasılığı bile uzak bir
ihtimal.
Kırık mı dedim yoksa
savruk mu belki de hiç var olmamış bir kalp.
Vardı evveliyatında
sonradan yitip gitti. Bilirsin bunu en az benim bildiğim gibi.
Kaçıncı niyazım kim
bilir ve kaçıncı sessiz haykırışım. Keza içim burkuldu her defasında ve sessiz
sedasız içime akıttım döktüklerimi. Kuru bir bez parçası yeterdi oysa sana göre
ıslaklığı silip kurulamak adına ama kaynağı çok derinlerde bir şelale gibi
çağlamakta ezelden beri.
Adımın her telaffuzunda
nasıl da mutlu olurdum. İlk yabancı idi karşılaştığım ve ilk yabancıydı beni
koruyup kollayan, bağrına basan, annemden sonra ilk kez bu kadar duyumsamıştım
o okşayışın sıcaklığını. Nerden aklıma geldiyse artık zira çok uzun zaman geçti
üzerinden. Ama nasıl da severdi beni. Toprağını sevsin. Ama hep dualarımda ve
dipsiz anılarımdaki o derin muhteviyatı ben var olduğum sürece sürüp gidecektir.
Ve canımı yakan diğer
yabancılar. Olsam olsam yedi yaşındaydım. Hani az uğraşmazlardı benimle. Ne de
olsa sınıfta gözlük takan tek öğrenci ve azmi, okuma aşkı önde giden bir
savaşçı. Şimdilerde hatırlamazlar bile. Hatırlasalar bile neydi dertleri çoktan
unutup gitmişlerdir.
İnsanoğlu ve saf tutan
o kimliksiz suretleri.
Saf tutmak kim ben kim
zaten bu olmadı mı en büyük hatam. Hep kaybettim bu yüzden. Nazenin ve bir o
kadar çıtkırıldım. Yüze gülüp ardından dolap çevirmeyi becerememek en büyük
ayıbım oldu ömür boyu. Saf tutmadığını iddia eden kim varsa önce dönüp bir
baksın aynaya. Her zaman ve her yerde aranılan tek insan değil mi onlar.
İlerleyen yıllarda
kalbim büyüdükçe bir o denli kırıldı saklı olanlar. Çok sonradan anladım neyin
ne ve kimin kim olduğunu…
Aslında buna yeni yeni
vakıf oldum, desem yeridir. Zira yazdıkça çözüldü bu yumak ve yazdıkça yerine
oturdu taşlar. Hem de nasıl ve ivmesi büyük bir hızla. Yazdıkça daha da
depreşti gizli saklı ne varsa ve inanılmaz bir psikanaliz belirledi sümen altı
edilmiş ne varsa tarafımca üstelik…
Oysa nasıl da emindim kendimden
ve bir o kadar tanıdığıma vakıftım değişken mizacımı. Özellikle psikolojiye yöneldiğim
o eğitim sürecinde nasıl da çözmüştüm benliğimi ve tanıdığımı sandığım onca
insanı.
Görüyorum ki arayışım
ivme kazanarak daha da yukarı bir seyir izlemekte.
İyi de neden bu arayış
tek yönlü. Zira görüntüler o kadar basit ve yalın ki…
Neyin ne olduğunu
sorgulayan pek insan da yok zahir. Düzenek kabuk değiştirirken değişen tek şey
ucu bucağı gelmez beşeri gereksinimler. Zaten işin aslı sır tutan da yok. İşin
yoksa anlat anlatabildiğini ve al boyunun ölçüsünü. Metre metre uzadım doğrusu.
Başım arşa değdi.
Oluşumu sancılı
insanoğlunun. Doğumundan itibaren daha doğrusu ana rahmine düştüğü ilk an
itibariyle.
Doğum anı bir o denli
sancılı desek de ilerleyen zamanları göz önüne aldığımızda ayrı bir özen ve
itina ile yeşeriyor yapraklar. İnanılmaz gereksinim ile kuşatılmış bir beden ve
ruh. Beden her halükarda şekillense de ruhun kazanımları inanılmaz elzem
kayıpların eşliğinde.
Yaş kaç olursa olsun
gelişim iki yönlü değişim arz etmekte. Temelinde sayısız ihtiyaç ise oldukça
bariz.
Kısaca kocaman bir
piramit Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi. Bilindik sayısız gereksinim.
Bildiğimi bilmek ve
ayrıştırmak o kadar da önemli değil zira kayda değer değişiklikleri
gerçekleştirmek kocaman bir sürece yayılmış vaziyette ne de olsa kaynak bende.
Kaynak ile eş güdümlü bir mücadele de yine payıma düşen. Ve payıma düşen bir o
kadar faturası bana kesilmiş muhteviyat.
Söylesene, bu kadar mı
zor pay etmek ve ortak paydada buluşmak. Kiminle hangi paydada buluşmam
gerektiği ise ayrı bir soru işareti. Onca ünlem cümle sonlarında ve ardı arkası
kesilmeyen noktalar. Virgüle bile razıyım da şu soru işaretleri çok yoruyor
beni. Ayrıca kime ne sormam gerektiğini de bilememekteyim halen.
Unuttun değil mi
kimliğini ve kimliğimi oysa şimdi olsaydın yanımda nasıl da derin bir analiz
yapardık eş güdümlü soruların eşliğinde. Ne de olsa hep paralel seyrederdi
düşünce ve duygularımız.
Aslında sen de onlardan
birisin. Öyle ya, oynadığını onca sene sonra fark ettim. Doğrusu yetenekli bir
oyuncuymuşsun. Keşke sırrını bana da söyleseydin. Uyardım düzene ve bu kadar da
yorulmazdım.
Beyin fırtınası
yapmaktan tüm nöronlar yer değiştirdi. Mümkün mertebe aklımın kullanmadığım bölümünü
de faaliyete değiştirmek oldukça zor.
Senin de canını
yakanlar olduğunu bilmek ayrı üzücü çünkü sana kol kanat gererdim eğer izin
vermiş olsaydın ve sen de bana aynı doğrultuda yardımcı olurdun. Oysa… Boş ver
gitsin.
Uzaktasın
ulaşamayacağım kadar uzak hem de…
Ve bir o kadar da
yakınsın. Bunu bilmek ayrıca yakıyor canımı. Zira onca seti sen çektin aramıza
ben bihaberken üstelik. Ve bihaber olduğum onca şey. En başta kendim kendimden
bihaber olduğum.
O kadar da karamsar
değilim ama bir o kadar gerçekçiyim ve hayatı inanılmaz ciddiye alıyorum ben
ciddiye alınmazken çoğu insan tarafından.
İster çelişki de
isterse çekilmez. Hatta nefret de edebilirsin benden. Zaten artık kaniyim
olumlu duygular taşımadığına. En azından benim sana karşı taşımadığım gibi.
Yine de her şey farklı
olabilirdi ve bir o kadar güzel…
Her şeye rağmen
gördüğüm rüyadan uyanmak iyi oldu. Yeni bir rüyanın içersindeyim artık ve
sensiz…