Yerli yersiz bir korku
yakıyor canımı. İçten ve olabildiğince kavruk. Susuyorum hep susmam gerektiğini
biliyorum çünkü.
Görmezden geldiğim o
kadar çok sahne var ki perde arkasında oynanan. Rolümü de sıramı da savmalıyım
belki de. Öyle ya koltuklar bomboş pek çok sorunun boş cevap anahtarı gibi. Boş
bir kovanın en dibinde susuzluktan can çekişen bir balıktan farkım yok.
Neyin endişesini
taşıdığım ise şüphe götürür. Binlerce kırık çerçeve ayaklarımın tam da dibinde.
Sadece kırık ve resimsiz. Çoktan yırtıp attım sakladığım fotoğrafları. Sayısız yüz
vardı her birinde tam da yanımda durup neşeyle gülen. Kim kaldı ki o fotoğraflardan
geriye. Sadece ben. Sayısız ben ile donatılmış ben. Yeri geldi mi olgun yeri
geldi mi çocuk. Bir o kadar farklı kimlik eşlik eden. Kimliklerim ve ben. Bakın
yine o sahnedeyim bir başıma. Gidenler çoktan gitti. Kimini toprağa emanet ettim
kimine kuytu mekânlara. Kimi ise burnumun tam da dibinde ama ah bir de
görebilseler beni.
Melankolik bir ruh hali
ile duyarsızlaşmaya çalışsam da uyuşturamıyorum duygularımı. Yoksa öylesine
kolaylaşacak ki her şey. Ne göreceğim ne duyacağım ve tek bir kelime dahi etmeyeceğim.
Karanlıkta gölgeler git gide büyüyor. Sayısız yabancı uzağımda yakın olmaktan
muzdarip.
Çok şeyden korkuyorum. Biraz
karanlıktan biraz gürültüden en çok da kendimden. Binlerce düşüncenin taarruzu
altındayken bir de laf yetiştiriyorum tuhaf zihniyetlere. Akbabalar gibi leş
peşindeler. Tek duyumsadıkları duyumsanmayan varlığım. Üstelik aynaya yansıyan
bir görüntüleri bile yok. Belli ki sıfatlarını yitirmişler hatta kabullenmişler
bile bağnaz kimliklerini.
Korkuyorum ve bir o
kadar uzağında durmalıyım korktuğum ne varsa. Ve biliyorum bunun çok büyük bir
yanılgı olduğunu. Gidebildiğim kadar gitmeliyim üstüne ve yüzleşmeliyim tüm
korkularımla. Azar azar ya da bir çırpıda. Yavaş yavaş ama tehir etmeden.
Bir tek ben de değilim
üstelik kaçan ve korkan. En azından biliyorum zaaflarımı ve onarmaya
çalışıyorum bozulmuş sigortalarımı. Çoktan attı sigortam. Yüklendiğim elektrik
ile bir barajın üretimi ile yarışabilirim. Allahtan fatura kesilmiyor da bir o
denli yüklenmiyorum ödeme derdiyle.
Işıklar yanıyor yine. Çoktan
gün çekildi yalnızlığına. Karanlığın koynunda tüm âlem yanan onca ışığa rağmen.
Keramet ne ışıkta ne de gecede. Zira mühim olan kalplerin sönmek bilmez ışığı.
Ne değişir ki ha gece
ha gündüz. Seyir yine aynı, ben yine aynıyım.
Tek tük cümleler
çalınıyor kulağıma. Hiçbir şey ne göründüğü gibi ne de olması gerektiği gibi. An
geliyor tek bir sözcük dahi dağlıyor yüreğimi. An geliyor anlıyorum ki çok şey
gizli saklı sözcüklerin ve görünen yüzlerin altında. Paranoyak bir eğilim değil
asla lakin hassas algılarımın bana yansıttığı. Yansıyan ya da yansıtan her kim
ise hiç mi hiç önem arz etmiyor zahir. Çoktan alıştım, çoktan kanıksadım ve ne
yazık ki çoktan vazgeçtim pek çok şeyden.
Ve vazgeçemediklerim…
İlk sırada sakladığım o değerli varlık bihaber bendeki yerinden. Öncesine ve
sonrasında olanlar ise kim bilir kaç kuşak ötemde. Sihirli değneğim çoktan
kırıldı yoksa bilirdim ben yapacağımı. Dualarla örtüşen iyi niyetlerim de
cabası. Ah, bir anlayabilse…
Anlaşılmak adına
verdiğim savaşı çoktan kaybettim. İçim de rahat vicdanım da.
Ama hala çabam sürüyor
anlamak adına. Artık neyi ya da kimi ne şekilde anlayacaksam…
Vazgeçemediğim ne varsa
yenileri eklendi. Ve arka sıradakiler yer değiştirdi yeni kimliklerle.
Yeni kimlikler ve yeni
kimliğine alışamamış yeni bir ben. Eskisini kaybedeli çok oldu. Hükümsüz olduğunu
ne kadar diretsem de hükme varmadan duramayan kimlikler çoktan saf tutmuş. Acı ama
gerçek ve bir o kadar kabul edilemez. En az benim kabul görmediğim kadar.
Çok oldu kaybolalı. İzini
sürmekteyim halen. Ve eşlik eden pek çok kayıp uzaklardan göz kırpan.
Görmezden gelinmek ise
en kabul görmeyeni. Alışıyorum lakin hatta alıştım da. Ne de olsa insan
toprağına bile alışıyor…
İmkânsız ne varsa
alıştığım yokluğuna en az basireti bağlanmış düşler kadar.
Hicap ettiğim ne varsa
çoktan girdi kanıma öldürücü bir mikrop gibi.
Kim mağlup kim galip
belli değil henüz ta ki gong vurana kadar…