Öğretilerin ışığında hayat bulurken bir yandan nefessiz kalıyor bedenim. Ruhsal bir devinimin yansıması aslında tüm olan.

 

Bariz bir yaşanmışlık da yok telaffuz edilecek sadece öngörüler ve suskunluğunu koruyan kim varsa. Fazla bir talebi de olmamalı insanın öte yandan. Sadece cüzi birkaç istek. İstek kelimesi biraz abartı kaçtı. Belki de bir gereksinim sevildiğine dair ya da basit bir beden dili. Hoş, artık mekanikleşmiş tutumlarımızla ne çok şey saklıyoruz derinde.

 

Mutluluğa dair bir iki sıfat hatta: Neşeli ya da güleç suretlerin kaçırmadığı gözleri.

 

Biraz korku beslenen en derinde. Ne çok şey aslında hedefini yitirmiş. Tetiklerken mutsuzluğu o bariz söylem peyda oldu birden: ‘’Korkunun üstüne gidilmeli’’ diye tabir-i caizse. İyi de somut hiçbir mefhum yok ki zihnimde. Ya da bireysel tutumlar mı karşı karşıya gelmekten onca çekincemin olduğu.

 

Biraz tedirgin ve bir o kadar telaşlı hatta paniğin önde gideni. Sakin olmayı bir türlü beceremedim gitti. Ya da görünmez olmayı. Ve görmek istemediğim kim varsa. Bir o kadar bir ömür boyu başında nöbet tutacağım sayısız insan ne sevmekten çekindiğim ne de tarafınca sevilmeyi reddettiğim.

 

Çok şey mi istediğim, diye bir yanılsamada bulunmama gayreti içersindeyim. Ve eşlik ederken tali duygular gibi: Biraz çekimser, biraz kıskanç ve biraz da bencil: Ne de olsa çocukluğumdan miras bana bu duygularım.

 

Hele ki daha on yaşında bir afacanken kardeşim olacağını öğrendiğimde nasıl aklım başımdan gitmişti. Aylarca yas tutmuştum yalnızlığım bölünecek diye. Ve nasıl ağlamıştım annemi paylaşacağıma kani olduğumda. Ne komik… Derken ona kavuşunca anlamıştım ki; onu melekler getirmişti bana: Eşsiz bir oyuncak idi benim için ilk birkaç yıl. Derken en sevdiğim oyun arkadaşım oldu. Ve anlamıştım da annemlerin bana olan ilgi ve sevgilerinin azalmadığını. Tam tersine kocaman bir aile olmuştuk artık. Evin başköşesinde oturan babaannemi de kattık mı büyümüştük, çoğalmıştık. Duygular karmakarışıktı öte yandan. Babaannemin rahatsızlığı ket vurmuştu mutluluğumuza. Gidip gelen aklı neticesinde bizleri tanımaktan bile acizdi yaşlı kadın.

 

Onun gidişi ilk kaybımdı. Ama son da değildi. El bebek gül bebek iki torunu ile gitmezden önce alacağı en güzel iki armağanını almıştı. Öz annesi kadar onu seven, bir dediğini iki etmeyen cefakâr gelinini, seneler evvel vefat eden kızının yerine koymuştu bir bakıma. Aslında herkes birbirinin pek çok insanın yerine koymuyor mu. İşin içinde sevgi ve mutluluk oldu mu değeri daha da katlanmakta etrafımızdakilerin.

 

Çocuk aklım olgunlaşsa da zaman içerisinde bir türlü ruhumun olgunlaşmasını beceremedim gitti. Ne de olsa bir dediğimin iki edilmemişti ömür boyu. Ve en büyük handikabım da bu oldu ilerleyen süreçte.

 

Sayısız ‘’en’’, sınırsız bir sevgi ile yoğrulmuş bir kız çocuğundan ne beklenir ki. Bununla beraber görecektim ki; hayat hiç mi hiç adil değil. Ne hayat adil olabilecekti ne de insanların istekleri bitimsiz en az benim istek ve arzularım kadar.

 

Görüp göreceğim insan sayısı okul arkadaşlarım ile sınırlıydı ne de olsa. O da sadece ve sadece okul sınırları içerisinde.

 

Görevlerimi oldukça iyi bellemiştim doğrusu: Uyan, okula git, çalış ve asla yalan söyleme. Haricinde olan da hiçbir şey yoktu. Onca kısıtlamaya rağmen sebebini yıllar sonra idrak edebileceğim bazı mefhum ve insanlarla yolum kesişecekti. Basit isteklerin arkasında yatan nedenler. Yalanların arkasına sığınan insanlar. Ve sevgiyi, sevip sevilmeyi arka planda tutan kim varsa. Sevgi denen duygu benim için o denli önemli idi ki zaman içerisinde kıskanmaya da başlamıştım sevdiklerimi.

 

Önce annemi kıskanmıştım kardeşimle paylaşacağım için. Sonra sıra arkadaşımı. Henüz ikinci sınıfa gidiyordum. Mutlu mesut yaşardık sıra arkadaşımla. Aynı kafada ve aynı doğrultuda ve ortak paydada buluşmuş iki çocuk. Derken sınıfa yeni katılan bir öğrenci sıra arkadaşımı çalmıştı benden. Nasıl da severdim oysa onunla oynadığımız oyunları ve çocukça neşeleri. Hiçbir zaman olgun bir çocuk olmayı beceremedim. Bu tutumum ilerleyen yaşlarımda sirayet etti ne yazık ki. Zira olgun kelimesi lügatimde yoktu. Olsa olsa yaramaz ya da çalışkan, tembel, güzel, çirkin gibi sıfatlar vardı bende yer etmiş.

 

Olgun kelimesinin taşıdığım saflığın ölümü olduğunu biliyordum bir şekilde. Belki büyüdükçe eklenen ne varsa: Biraz yanılsama ya da yanıltma ve hatta düşündüğünü saklayıp imalı kelimelerle vuku bulan söylemler: Yalan gibi ya da gizlenen ne varsa.

 

Budur büyük ölçüde yalana sığınmamamın altında yatan neden. Her ne desense yalan söylemeyi sökemedim: Basit bir yalan olsa bile. Her nasılsa vücut dilim ele vermese bile karşımdakinin aklımdan geçeni okuyacağı endişesi halen de sürmekte. Fark etmeseler bile İlahi Gücün gördüğü gerçeği uzak tutmakta beni yalan söylemlerden. Sanırım olgunluk ile paralel seyreden bir güdü adına yalan denen. Budur hezimete uğramamın altında yatan asıl neden. Gerçi bu güne kadar kimse boynuma madalya takmadı ama en azından vicdanım rahat bir yastıktır gözlerimi kapadığımda.

 

Fevri yapımdan da az şikâyetçi değilim doğrusu. Zaten verdiğim ani kararlar çok meşhurdur. Anlık öfkem ne çok şeye mal olmuştur. Sinsi bir tutum geliştirmektense ani infilaklarım yüzünden ne çok kere başımı derde sokmuşumdur.

 

Çok da imrenirim bazı insanlara. Nasıl da sezdirmeden ilerler yollarında, kıra döke de olsa. Benim kırıp kıracağım zaten ortada: Pek çok kere kırılmış bir kalp her ne kadar parçalar bir araya geldiğinde yeniden yıkılmaya mahkûm olsa da. Kırmaktansa kırılmaya çoktan razı olmuş bir kere.

 

Netice itibariyle ne varsa yuttuğum hep içimde infilak eder. Söylenme ihtimali olmayan pek çok şeyi bastırmamın verdiği o sıkıntı. Bu yüzden belki de yazmaya başladım. Sorduğum soruların karşılıksız kalması, gerçek yüzünü saklayan insanların bencil tutumları, yaşadığım milyonlarca haksızlık ve ket vurulmuş ve halen de ket vurulmakta olan hayallerim.

 

Ya da tepki göstermeyen ama bir şekilde canımı yakan nicesi.

 

Hele ki yaptırım gücü olanların o güçleri nasıl da aciz kılmakta benliğimi. Özellikle iş hayatımda önüme çıkan engeller ve son birkaç yıl içerisinde maruz kaldığım ne varsa.

 

Reddediyorum artık maruz kaldıklarımı yadsımamayı. Ve itiraf ediyorum ki hala şarkılar söyleyen o çocuğu seviyorum her ne kadar kemale olduğum varsayımı bir seçenek olsa da.

 

Kim varsa muhalif, ne isterseniz yapın ama lütfen yaşama hakkımı almayın elimden. Ve lütfen patlatmayın balonlarımı.

 

Bırakınız ve ne istiyorsanız yapın ama sadece yoluma çıkıp önüme engeller yığmayın. Kimseye benzemek gibi bir niyetim de yok ayrıca. Bırakınız da kendi oyunumun kurallarını ben koyayım ve lütfen ihlal etmeyiniz sınırları. Ben sadece bana aidim ve tek borcum Yaratan’a. Ben sadece bana emanet bir bedenden mesulüm ruhunu kirletmemeye çalışırken.

 

Ne varsa size ait, sizde kalsın. Ne çalarım ne de yüksünürüm bana ait değil diye.

 

Yeter ki bana ait olan ne varsa bende kalsın.

 

 

( Bana Ait Olan Ne Varsa Bende Kalsın başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 21.09.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu