Günlerin eşlik ettiği
envai çeşit güzellik ile donatılmış nadide bir çiçeğin var oluş amacındaki o
gizem.
Kuralsız bir dünyanın
korunaklı nice evresinde evrim geçiren bir ruhun son dansı kadar mubah
yadırgansa da esefle.
Ziyan olmuş bir ömrün
tutturduğu o minval farkındalığı farklılık getiren ana ve güne.
Ana rahmindeki
kıvrımları bedenin ve doğmamış bir ruhun ilk çığlığı çıldırmazdan önce tüm o
karşıt güçlere ayakta durmaya aday her ne kadar yapaylık ve zulüm ruhun makyajı
olsa da karayı ak yapma telaşı içinde akı karalarken.
Çalan şarkı ahenkle yol
vermiş düşlere katrelerce istiflenen onca acıyı yığarken ve zincirinden
boşanmış bir güruh sürüklerken oluk oluk izafi düşüngeci fazlasıyla acımasız ve
sorgulayıcı.
Yaratan ve yargılama
hakkına haiz tek güç en azından mükellef tutulduğumuz ne varsa vicdana odaklı
ve hesap verme zorunluluğumuzu elimizde bulundurduğumuz.
Anlatımı biçimlendiren
ne çok kelime var imgelerle sarmalanmış ve ne çok duygu yaşarken bizlere eşlik
eden yeri geldi mi güzelliğe güzellik katan ve yeri geldi mi çirkin ve yobaz
bir yadsımazlıkla eşlik eden zulmün yandaşlarına…
Alışılmışlıkların,
sıradanlıkların dışına çıkmayan kim varsa değişimi ve arayışı ilke edinmiş.
Aşkın doğasındaki o
sıra dışı acı yeri geldi mi yerini mutluluğa bırakan belli ki bir türevi
yaşanmışlığın ya da yaşama ihtimalini her daim göz önünde bulundurmamız
gereken.
Düzenin, düzeneğin ve
insanlığın imgesini kirleten cehennem yoldaşları.
Cennetten kovulası nice
mahremiyet ve masumiyet kirlenmeye ve kirletmeye aday hatta çoktan evrim
geçirmiş ki her daim kirletilmeye müsait iken insan nefsi. En azından
kirletmeden beyazı yine de çamurun doğasında var çoğalmak ve yozlaştırmak.
İronik yanılsamalar
gerçeği çarpıtırken ve yoldan çıkartırken doğruyu her ne kadar iki nokta
arasındaki en kısa yol iken o doğru sayısız yanlışla hiçliğe sürdürürken
yolculuğunu.
Hayat bir kafes değil oysaki.
Olsa olsa bir süreç ve bir devinim gelişmeye meyletmiş ve arayışı sonsuz ve
sınırsız. Hangi sığ düşüncenin ya da hangi karartının gücü yetebilir ki güneşi söndürmeye…
Sadece bir bulut en kötü ihtimalle bir kasırga tahribat gücü yüksek ama her
başlangıç mademki bir öncekine kıyasla daha da güç katıyorsa o izafi varlığa
varsın eşlik etsin sadece süründüren ama öldürmeyen… Ne de olsa muhalefet ya da
önyargılar düşünselliği öteleyen dümdüz bir kurgudan ibaret.
Utanılası bir edim
hatta sıra dışı bir sanı belki de hiçe odaklı olanı yok etmeye programlı. Yine
de tanık olmak ya da olmamak gibi tuhaf bir seçim şansımız bile yok.
Sancının frekansı bile
tutarsız insan gibi.
Sevmekse aslolan sözde
mi gizli bu ruhani edim yoksa yürekte mi sadece gönlümüzle vakıf olduğumuz ve
her nasılsa çarpıtılsa da çarpık zihniyetlerin güdümünde.
Hele ki sığlığa
düşmüşsen bir kere ve hele ki delinin biri kuyuya bir taş atmışsa… Bu noktada
bile iyimser olmak adına ne çok ihtimal var: Nehre düşmüş bir taşmışçasına
anlaşılamasa da etkisi en azından tasavvur etmek yankısını kulaklarımızla
duyamasak da… Durgun suyu savuran o taş ve peyda olmuş iken bir halka ve derken
kaplarken suyun yüzeyini.
Durgun bir göl nasıl
alabora olduysa minvalimiz hep bu yönde değil mi? Öze vakıf olmak sığamaz iken
kalıplara ve taşmak bir kez daha kabından, oluk oluk akmak, çoğalmak ve
çoğaltmak kavuşulası o engin güç nail olmamızın an meselesi olduğu. Acılar
peyda oldukça yerini alacak mutluluğun gölgesi bile yeter düşmüşsen bir kez
üstümüze belki de aynadaki o eşsiz görüntü sadece bize dair ve sadece bizden
ibaret. Ne gördüğümüz değil neyi görmek istediğimiz ya da nasıl göründüğümüz
değil kim neyi görmek istiyorsa…