Soyut bir aktarımın
bilinç ötesi o boşluğu, depreşen depreştikçe delice bir cesaretle ölüme
adımlanan o uzantının her bir çentiği ömürden giden, bizden çalan ve aşkı
öldüren…
Muhteviyatı ne olursa
olsun dehşetengiz bir karartı kötümserliğin bile iyimser addedildiği heyula bir
boşluk. Aşka yakın aşka dair ama tek yönlü bir döngü sadece eşleşen ölümle
hatta nihai tek gösterge belki de son çığlık, randevu öncesi.
Nicedir uzağında gerçek
dünyanın bir o kadar her bir hücresine nail olan sayısız gömüt hepten
kayıplarda…
Kayıplarda neşe
Kayıplarda sevda
Yitik bir ruh
Son devinimine ramak
kalan o bedenin…
Çılgınca gelse de
kulağa, riya ve yalan çalıntı mizaçlarıyla başrolde.
Sahnede, dekora
yansımış imgelerin yaptığı tüm o çağrışım belli ki nirengi noktası.
Yalan sevdalar,
Kır saçlı aşklar,
Güvenebilenecek son
çehre
Ki o bile kayıplarda
nicedir.
‘’Çehre; bir bedende
titreşen, son derece narin benlik, yani ‘’hazine, altın çekirdek, gizli elmas’’;
hayat denen ‘’anlamsız tesadüfü’’ yaşamak için bir neden bulmak amacıyla gözümü
diktiğim çehre.’’ (Alıntı)
Aklımda kalmayan
gördüğüm son rüya.
Eşleşen sol yanım hayal
kırıklığının yarattığı o ikilem, gitmekten yana bir yanda kalmak iken son arzum…
Ellerimi koyacak tek
yer dahi bulamıyorum kıvranırken utanç denizinde: Belirsiz, vasıfsız bir o
kadar anlamsız.
Nakil duygular hüzün
güvertesinde çıkmış iken son yolculuğuna…
Tekerrürden ibaret
zaman zihnim allak bullak, rayici belirsiz sığ bir zihniyetin son izdüşümü.
Pasaportsuz bir
yolculuk benimki; gidip gelmelerle bezeli, aşkın hükümdarlığında tüm o izafi
gölgeler nasıl da soluk soluğa.
Sevişmeler ayan beyan,
Sevi dili nicedir
kayıplarda.
Teferruat gizli saklı
sığıntı izbelerde vücut bulamaz iken aşk.
Şehvetten, ihtirastan
yoksun masumiyet tekelinde o kayıp ruhun ve arşınlarken milim milim, gözü-pek ruhum kesişti bir kez daha kasvetle kesik kesik solurken duyumsanan acının
verdiği rehavet nasıl da gizil ve sakıncalı.
Ucube adamlar, sakıncalı
sanrılar ve tüm o duyumlar izdivacı ertelenen bir aşkın perde arkası.
Yoz, bağnaz
Sıradan külfetli
Sığ ama derinlerde
saklı
Ve aşkın mizacı:
Korunaklı, akla zarar,
Külfetli, mültefit
Sıradan, muhalif.
Dehşet içindeyim,
solumda bir çizik. Varyemez, doyumsuz ve bir o kadar çelimsiz bir ruhun perde
arkası bozguna uğramış, hezimete ve gaflete düşmüş…
Ne ilk ne de son.
Sonun başlangıcı
hükümsüz ama nice öngörü kuşatırken dört bir yanımı ve bulamazken istikametimi.
Kör mizacımın sıra-dışı yetileri uzanırken aşka doğru tüm o yankısı ve seyri nasıl nasıl da…
İnançsız bir ressamın
elinden çıkan o şaheser: Hiç bir Tanrı imgesi ile kesişmemiş iken yolu. Çarmıha
gerilmiş İsa en kıymetli motif iken sanısında oyunu tesadüfen oynayan peygamber
nedensiz oyunun sonunda kurban verilen…
Tıpkı Bacon’un küfre
yer olmayan düşüncesinde nail olan o nazar:
‘’İnsanoğlu anlamdan
yoksun bir varlık, bir tesadüf olduğunu oyunu sonuna kadar oynamak zorunda
olduğunu kavramaktadır şimdi.’’
Güzellik ise çileli bir
ömrün son çiçeği solmaya mahkum…
Benliğin benlik
olmaktan çıktığının tek göstergesi bir o kadar saklanası, utanılası ve
yordanası...
Acımasızlığın sıradanlaştırıldığı,
sevi dilinin yetilerinin köreltildiği vahşete, zulme odaklı bir seyrin son
oyuncularıyız her geçen gün zulmün kıymete bindiği, mağdurun köleleştirildiği
ve topyekun oynarken son kozunu Tanrı. Ve ölümün kokusu sinmişken üstümüze
başımıza ki kirli benliklerin vicdandan yoksun kümülatif bildirgesi nihayete
ermeden döngü sıdkı sıyrılmış melekler ağlarken kurbanların ardından.