İrdelemeye değmez pek
çok olgu ki canlı ya da cansız olup olmaması da hiçbir anlam ifade etmemekte.
Mesela şu sokağın
başındaki ev… Bilmiyorum içinde kimler yaşar ayrıca ilgi alanıma da girmiyor
her ne kadar yaşanmışlıklar ve mahremiyet pek çok kişi için bir ganimet değeri
taşısa da. Ne büyüklüğü ne de maddi değeri önemli… Neyin mi… Pek çok şeyin… Kâh
maliki olduklarımız kâh ekstrelerdeki o döküm hatta kart limitleri belki de
maaşımızın hangi rakama tekabül ettiği. Hatta ve hatta içimden geçenler ve
zihnimden ve sefil yüreğimden.
Gülmekteyim acı acı. Ne
olursa olsun ve her kim ise boyunduruğunda olmam istendiği. İstekler nasıl da
kifayetsiz ve bencilce pek çok duygu.
Daha dün rast geldim
bay sinsiye. Kıs kıs gülüyordu görünmezlik kisvesi altında bir ağaç gölgesinde
saklandığına kani olmuş ki bir yandan kindar bir şekilde sırıtıyor bir yandan
da elindeki kürdanla günlük bakımını yapıyordu. Kirli sakalı nasıl da
yansıtıyordu yüreğinin karasını. Ki ne olacak da dememeli. Elbet vakıf olan bir
güç mevcut şu sefil dünyada.
Aklımdan geçenleri
yansıtma telaşı ile çırpınıyorum uzun zamandır. Bir yandan anlatma kaygısı bir
yandan da anlaşılma gayreti.
‘’Ah, be güzelim ne
vardı da bu denli hayatı ciddiye alacak?’’
Zamanında birileri
aynen böyle hitap etmişti bana. ‘’Ne var ki? ‘’demiştim safça.
Mademki şu fani bedenle
sunulmuş hayat ben de yordamalıyım elimden geldiğince ve yansıtmalıyım pek çok
kişiye göre izafi olsa da duyumlar ya da pek çok söylence.
Ne çıkardın ki sen
şimdi bu cümleden?
Neresine takıldın kim
bilir? Dinlemediğin bana mı sustuğun onca zaman mı acıttı canını?
Oysaki acımaz senin
canın sadece acıtırsın ve yılan gibi sokarsın usulca. O zehir ki bu güne değin
binlerce kez ölmeliydim. Nitekim öldüm de ve can buldu ruhum panzehiri enjekte
ederken defalarca üstelik. Artık nasıl bir ruhsa çıkıp çıkıp geliyor her nereye
gidip de arz-ı endam ediyorsa.
Güzelim… Kulakları
çınlasın her neredeyse beni bu sıfatla kodlayan can dostumun zira pek çok kişi
imtina eder bunu söylemekten. Rahmetli babaanneme çekmişim. Pek çok yönden
çekmişim ona ve ne çok öğretidir ondan bana miras kalan. Kimisi mal mülk
bırakır ardında kimisi şerefli bir soyadı.
Kimisi de acı…
Hele ki kalan miras
yaşayan bir ölüden ise baki ayıkla pirincin taşını. Çer çöp ve kiri pası
yüreğin bulaşmışsa yüzüne gözüne ovala dur.
Mirasa sahip çıkıyorum
hem de tırnaklarımla eşelerken onca hatıratı.
Acıya da sahip çıkarım
mutlandıran her ne ise de doldururum torbama. Tıkış tıkış zihnim de yüreğimde.
Çok şey saklı derinlerde ve çok insan taşıyorum yüreğimde yerli yersiz kim
varsa. Acı verenler daha çok yer kaplıyor nedense hele ki o hayaletler çıkmak
bilmiyor gönül odamdan.
Korkular istifli gün
doğumundan uzanıp geceyi karşılayana değin. Geceler daha bir hüzünlü hele ki
baş başa kaldığımda Tanrı ile. Tek dinleyen O ve tek ihanet etmeyen ve tek
güvendiğim kısaca tek sırdaşım.
Bazen aklım gidiveriyor
başımdan ve kimi buldumsa yapışıyorum yakasına:
‘’Dinle sadece dinle ve
inan…’’demek düşse de payıma bir bakıyorum ki yine duvara toslamışım.
Tanrım, bu insanlar ne
akılsız. Varsa yoksa kendi söylemleri ve kendi doğruları. Ne, yani ben aklımı
peynir ekmekle yedim de mi yalanları ardı ardına diziyorum. Ve son noktayı
koyuyor hangi şahsı muhterem ise karşımdaki:
‘’Allah Allah, sana
öyle gelmiş olmasın cancağızım…’’
Buyurun buradan yakın.
Tamam, hayal gücüm aşırı zengindir de çok şükür halüsinasyon görecek kadar
yitip gitmedim.
Daha dün aldım boyumun
ölçüsünü.
Ve bu yüzden
insanlardan medet ummayı kestim. Varsın muhalif yörüngelerinde birbirinin
uyduları olsunlar. Ben hepten kayıp bir göktaşıyım olsa olsa yoksa yıldız mı
demeliydim…
Yıldız, dedim de zamanı
geldi artık itiraf etmenin. Bir kere ben seçmedim bu ismi. Altı üstü önadım ama
her nedense insanlar pek bir meraklı bu ismi telaffuz etmeye. Rahmetli halamın
adı ki hiç tanımadım halamı. Çok küçükken ebediyete intikal etmiş bu yüzden hep
acı çağrıştırır bu isim bende. Gelin görün ki artık kayıtlardan çıkarıyorum bu
ismi.
Herkes pek bir meraklı
bir şeyleri kayıt edip yetmezmiş gibi mercek altına almaya. Her nedense işini
gücünü bırakıp gözleri fıldır fıldır ve kulakları radar misali sürekli olarak
sadece merakla iştigal ediyorlar.
Ne sıkıcı bir
kelime:’’Merak.’’
Bırakınız efendim
kurcalamayı, varsa sizi meraklandıran bir konu gelin ve yüzüme çarpın her ne
gerçek ise tarafınızca kanıksanmış ve asla da ihbar etmeyin asılsız
söylenceleri birbirinize. Zaten anlayan anlamıştır. Cımbızla laf çekmek bu olsa
gerek ya da koca bir cehalet. Oldum olası haz etmedim meraklı insanlardan.
Hangi birinden dert
yanayım inan ki bilemedim.
Konu konuyu açtı,
farkındayım. Huyum kurusun. Hep bu dağınıklık değil mi başıma iş açan. Sanırım
hayatı yaşanılır kılan da bu dağınıklığım.
Yoksa düzenli olsaydım
her yeni gün aynı düzeni idame ettirmek adına edilgen bir kimlikle otururdum
başköşede. Gerçi hala başköşesinde olduğum insanlar da yok değil hani ve sırça
köşkümde olan nicesi. Zira sevmeye dair pek çok insan hak etmeyenleri ayrı bir
sayfaya koyarsak. Sanıyorlar ki sevmekten pes edeceğim. Elbet yanlış yapa yapa
gerçeğe ve gerçek sevgiye ulaşacağım.
Hatta ulaştığım bile
söylenebilir hem de ilk günden beri vakıf olup farkında dahi olmadığım. Bu
yüzden minnet doluyum tek sırdaşıma…