Dördüncü sınıfta okuyorum, gece annemi rüyamda görmüş, onunla saatlerce beraber olmuş, bol, bol eğlenmiş, yüzünü net olarak görmesem de anneme doymuştum. Sabahı uyandığımda rüyanın etkisi hala üzerimdeydi. Yemeğimi bile tam olarak yiyememiş, yüzüm asık, canım sıkkındı. Bu halim evde kimsenin umurunda değildi veya dikkat etmemişlerdi. Gördüğüm rüyanın etkisi hala üzerimde ve beni etkilemeye devam ederken okula vardım. İlk ders bitimi teneffüse bile çıkmamıştım. İkinci dersin başlamasından kısa bir süre sonra, sınıftan bir öğrenci ayağa kalkarak öğretmene kalemtıraşının kaybolduğunu söyledi. Öğretmen ne zaman olduğunu sorunca sabah çantasına koyduğunu, birinci derste kalemini açtığını, şimdi çantasında olmadığını ağlayarak anlattı. Öğretmen teneffüste sınıfta kimin kaldığını sordu. Ben hala gece gördüğüm rüyanın etkisiyle olanları rüya gibi izlemekteydim. Öğrencilerden biri teneffüste sınıfta sadece Hikmet kalmıştı deyince kendime bakındım, ben mi yalnız kaldım diye söylendim. Olmuş olabilirdi, zaten hiç farkında değildim. Öğretmen bana:
----Sen
mi aldın Hikmet?
Deyince
şaşırdım. Derse ilgisizdim, tembeldim, hatta benim için yaramaz denilebilirdi ama
böyle şeyleri hiç sevmezdim. Hatta meyve bahçelerine bile izin almadan
girmezdim. Şaşırmış halde öylece bakarken, Öğretmen tekrar:
----Sen
mi aldın?
Deyince;
----Ben
niye alayım, öğretmenim ben hırsız mıyım?
Diye
çıkışmıştım. Bana inanmak istemeyen öğretmen, hem beni azarlamış, hem de kalemtıraşı
yerine koy demişti. Çocuk olmama rağmen böyle bir suç karşısında dayanamamış, çantamı
aldığım gibi hızla sınıftan çıkıp gitmiştim. O kadar hızla gitmiştim ki, arkadan
yapılan bağırmaları bile duymamış, kendimi ırmağın kenarına atmıştım. Bir ağaca
yaslanarak oturduğum yerde saatlerce ağladım. Sahipsizlik ve ilgisizlik iyice
içime oturmuştu. Burada ne kadar ağladığımı bilmeden uykuya dalmışım. Köpek ve
insan bağırmaları arasında bir fenerin bana doğrultulması ile uyanınca nelerin
olduğunu anlamaya çalışıyordum.
----Hikmet,
oğlum Hikmet?
Bu
ses babamın sesiydi ama niye bağırıyordu?
----Burada
ne yapıyorsun?
Yanıma
yaklaşarak beni yokladı. Bir şeyim olmadığını anlayınca rahatlamış bir halde:
----İyi
bak bir şeyin yok, hadi eve gidelim.
O
anda evde olmadığımı anlamış, yaşadığım çirkin olayı hatırlamıştım.
Eve
gittiğimizde sabah olmak üzereydi. Babam akşamdan beri beni aradıklarını okulda
yaşanan olayı arkadaşlarından dinlediğini söyleyince biraz şaşırmış, bana kötü
söyleyecek sanmıştım. Ama öyle olmadı, odama çıkarıp yatmamı istedi. Sabah,
istemeye istemeye kalkıp okula gitmiştim. Arkadaşlarımdan biri koşarak yanıma
geldi.
---Hikmet
biliyor musun? Hasan kalemtıraşı teneffüste bahçede düşürmüş, bulan öğrencide
öğretmenine vermiş. O öğretmende bir öğrenci ile sınıfları dolaştırmış. Tam sen
gittikten sonra öğrenci kalemtıraşı bizim sınıfa getirince herkes şaşırmıştı, Hasan
biraz utandı ama kimse üzerinde durmadı, öğretmen bile,
Diyerek
sözünü tamamlamıştı.
Kimse üzerinde durmamıştı ama bu yaşadığım
çirkin olay benim içimde hep bir yara olarak kalmıştı. Öğretmenime olan saygım
daha da azalmış, okula karşı nefretim bir o kadar artmıştı.
Şu an yine böyle bir olayla karşı karşıya
kalmıştım. Ama bu sefer kaçacak durumum olmadığı için çok bunalıyordum.
İnşallah Hâkim beni anlar diye aklımdan geçerken tek umudum Ustamın mahkemede
beni koruması ve Hâkiminde inanması olacaktı. Bazen ayakta gezinerek bazen de
oturarak beklerken bir hayli zaman geçmiş, bir görevli elinde bir kâğıt içinde
yiyecek bir şeyler getirmişti. Öğlen olmuş anlaşılan diyerek, kapıdan uzatılan bir
parça ekmek ve peyniri alıp yemeye başladım. Açıkmış olmamdan dolayı ne
bulursam yemeye çalışıyordum. Başka türlü olmayacaktı, otelde de kalmıyordum
zaten. Buna da şükür dedim, kendi kendime.
Bir zaman sonra kapıda konuşmalar
başlayınca, herhalde zaman geldi diye düşündüm, gerçekten kapı açıldı ve iki
resmi memur gelmemi istediler. Bende söylenene uyarak yanlarına gittiğimde:
---Artık
mahkeme zamanın geldi. Hadi bakalım.
Aralarında yürümeye başladığımda biraz
ilerde ustamın da iki memurun arasında beklediğini gördüm. Hep beraber üst kata,
oradan da büyük bir kapının önüne gelerek durduk. Kapı çalındı, içeriden bir
ses gelmemizi istedi, sıra ile içeriye girdik. Ne yapmamız, nerede durmamız
gerektiğini söylediler. Genişçe bir yerdi ve tam karşımızda önünde de daktilosu
olan bir kadın vardı. Karşımızdaki duvarda kocaman harflerle’’Adalet mülkün
temelidir’’ yazıyordu. Kısa bir süre sonra siyah kıyafetler içinde üç adam
içeri girdi. Yüzlerine bakınca birini tanıdım, daha önce bizimle görüşen
Savcıydı. Gelenler karşımızda yerlerine oturdular ve bir müddet bizi izlediler.
Bize söylenen her şeyi itiraz etmeden
yapıyorduk. Yapmayıp ne yapacaktık, olan olmuş sonunda mahkemeye gelmiştim. Salonda
çık yok, herkes tam karşımızdaki insanlara bakıyor. Ustam bir garip olmuş, yıkılmış,
çökmüş, zavallı bir haldeydi. Yazık dedim kendi kendime, ne işin vardı be adam
bu kötü işlerle neden? Ne olacak şimdi karın çocukların? Nasıl bakacaksın
onların yüzüne, tabii sağ salim buradan çıkarsan? Neyse, benim geride
bekleyenim olmadığı için o bakımdan endişem yoktu, fakat haksızlığa uğramama
çok üzülüyordum. Bende onun yüzünden bu kadar sıkıntıyı çekmiştim. Daha ne
olacağı bile tam olarak belli olmadığı için içim daralıyor, ha bire terliyorum,
ne olacaksa olsun bitsin artık diyordum. Yorgunluk, pislik, polislerin
hırpalamasından bıkmıştım. Çok hakaret etmişler, ölmüş anama, babama, geçmişime
edilen küfürler aklıma geldikçe kan beynime sıçrıyordu. Hadi suçlu olsam neyse!
Şimdi bitmesini istiyor, bir an önce başlasa da, ne olacaksa olsun diyordum.
Hâkimin
isteğine uyarak kendimizi tanıtmaya başladık. Ustam adını, soyadını, memleketini,
ne iş yaptığını açıkladı. Sıra bana gelmişti.
---Adın?
---Hikmet
---Soyadın?
---Çetin
---Baba
adın?
---Hüseyin
---Nerelisin?
---Tokat
---İşin?
---Şoför
muavini
Söylediklerimin
daktilo ile hızlı bir şekilde yazıldığını görüyorum. Kadın memur işinin
ustasıydı . Sıra savcının konuşmasına gelince, Savcı söz aldı ardından Ustamın
ve benim uyuşturucu kuryeliğinden suçlanmamızı istedi. Kuryelik neyse acaba
diye düşünürken, devamında ne olduğunu anlamıştım. Trabzon taraflarından adı
esrar olan uyuşturucuyu alarak İstanbul’a götürmekte olduğumuzu, İstanbul’dan da
para alarak geri getirdiğimizi ve bu işin tahmini altı yıldır devam ettiğini,
bizim pek çok yıl ceza almamız
gerektiğini korkuyla izlemiştim. Baştan beri tam olarak anlayamadığım
tutuklanma nedenlerini şimdi daha iyi anlıyordum. Ustamın paraya ihtiyacı da
yoktu da, niye bulaşmıştı bu işe. İnsan bu işte, ne olduğu bilenemiyor. Çok iyi
ve dürüst insan olarak bilinirdi Ustam. Bende aşırmıştım ama suçu işlediği
açıkça ortadaydı. Hâkim Ustama soru sormaya başladı.
---Uyuşturucuyu
kimden aldın
---Trabzon’da,
adını bilmediğim birinden.
---Karakolda
bir isim vermişsin.
---Mecburdum,
çok bunalmıştım.
---Kime
götürüyordun
---Kendim
kullanıyorum.
---Doğru
söylemiyorsun, Polis seni uzun süre takip ediyormuş, ne diyorsun?
Ustam bundan sonra konuşmadı, Hâkimde soru
sormadı. Belli ki ustam suçu kabul etmiş, ancak isim vermemişti. Soru sorulma
sırası bana gelecekti. İçimden vereceğim cevaplara hazırlanarak kendimi
savunacaktım. Ama heyecanım yine artmış hafifçe titremeye başlamıştım. Kalbim o
kadar hızlı çarpıyordu ki acaba başkaları da görüyor mu diye etrafıma bakındım.
Hâkim önündeki dosyayı okumakla meşguldü. Ne kadar sakindi, elbet suçlanan ben,
suçlayan onlar, elleri bağlı olan bendim. Zaman geçmiyor, terlemelerim ve
heyecanım iyiden iyiye artıyordu. Yüzümü ateş basmış kızardığını anlamıştım. Kollarımda
ki gömleğimle terlerimi sildim. Sonunda okumayı bırakan Hakim bana dönerek
---Hikmet
Çetin,
Dedi.
Ayağa
kalktım. Heyecanımdan vereceğim cevapların çoğunu unutmuştum.
---Senin
bu işle ilgin ne?
---Vallahi
Hâkim Bey, benim bu işle hiç ilgim yok. O pakette ne olduğunu da karakolda
öğrendiğimde çok şaşırdım, ben bu işlerden anlamam. Kimseyi de tanımam,
diyebilmiştim.
Hâkim,
biraz düşündü, bana başka soru sormadı. Savcıya dönerek sessizce bir şeyler
söyledi. Sonra ustama dönerek:
---Savcılıkta
Hikmet’in bu işle ilgisinin olmadığını söylemişsin.
---Doğrudur
Hâkim Bey, o beş yıldır yanımda. Ama benim ne yaptığımı, ne aldığımı bilmez. Onun
bir suçu yok, çocuğu yakmayın.
Demişti.
Hâkim dosyaları bir kez daha okudu, sonra;
---Yaz
kızım, karar:
Hep
beraber ayağa kalktık. Hâkim net ve tok sesle:
---Cemal
Kırıntı’nın tutuklanmasına, Hikmet Çetin’in suçunun olmadığı kanaatine
varıldığından beraatına, mahkemenin iki ay sonraya ertelenmesine, yeni
delillerin toplanmasına, sanığın isterse avukat tutmasına karar verilmiştir.
Sevinsem mi, ağlasam mı karar veremiyordum.
İçim bir hoş olmuş, kurtulmuştum artık. O pis yerlerde kalmayacak dayak
yemeyecek, küfür duymayacaktım. En azından artık suçsuzdum. Allah’ım sana
şükürler olsun, Hâkim iyi adammış, suçsuz olduğumu anladı diye seviniyordum. Sevincim
Ustamla bakışırken yarım kalmıştı. Ustamın hüzünlü bir şekilde bana bakan
gözleriyle karşılaşınca, utanarak onun durumuna üzülmeye başladım. Aksi adamdı,
tersti, ama beni bu gün korumasını bilmişti. Belli ki içinde bir yerlerde bana
karşı bilemediğim, göremediğim bir sevgi vardı.
Bu arada bizi suçlayan Savcı ile göz göze
geldim. Bana hala sert ve kızgın ifadeyle baktığına göre, benim hala suçlu
olduğuma inanıyordu. İyi ki karakolda bir şeyler dememişim, beni kurtaran da
buydu her halde. Ustamdan nerede ayrılacağımı bilmiyordum. Resmi memurlarla
beraber dışarı çıkmadan önce, ellerimdeki kelepçelerden kurtulunca oldukça
rahatladım ve hep beraber koridora çıktık. Ustam:
---Bir
dakika izin verir misiniz?
Dedi
memurlara.
---Tamam,
kısa olsun.
Anladım
ki burada ayrılacaktık.
---Hikmet,
Araba sana emanet malı İstanbul’a götür teslim et, geri dönüp kamyonu memlekete
getir eve bırak. Bizimkilere durumu anlat oğlum.
Dedi.
Nedense mahkemede kamyona el konulmamış, hiç de bahsi geçmemişti. Ustamın yüzü
karmakarışık bir hal aldığı için ne düşündüğünü anlamak kolay değildi. Kendi
dünyasını daima içinde saklayan biri olduğundan ne sevindiği, ne üzüldüğü kolay
anlaşılmazdı. Şimdi bile duygularını saklamayı başarıyordu.
Hayret ettim, Ustam bana samimi bir şekilde
ve ilk defa oğlum diye seslenmişti. Hâlbuki kaç senedir bana böyle seslenmesini
beklemiş durmuştum. Şimdi mi olacaktı? Gözlerim iyice doldu, yaşlar yanaklarıma
doğru akarken, ona yaklaştım, sıkıca sarıldım.
---Sen
merak etme istediğini severek yaparım, canım Amcam,
Dedim.
Artık birbirimizden tamamiyle ayrılmış, O
dönüp yanındaki memurların arasında uzaklaşırken hıçkırıklarımı zor tutuyor,
içten içe ağlıyordum. Boyuma bakanlar, beni büyük zannederdi ama hala genç bir
çocuktum. Tam hayatımın güzel günlerim başlamış, güzel bir işim olmuş derken,
hepsi şu anda yok olmuş yine yalnız kalmıştım. Ustamla aramızda çok fazla
yakınlaşma olmasa da, bana karşı daima
seviyeli olmuş, diğer şoförlerin muavinlerine yaptıkları, dayak, küfür, hakaret
gibi muameleyi bana yapmamıştı. Zaten beni en çok mutlu eden de buydu, aksi
halde bunca yıldır yanında kalmazdım. Birden yanımdaki memur:
---Şimdi
beraber karakola gideceğiz, orada imza atacaksın. Hem kimliğin ve evrakların orada,
onları alacaksın.
Kendimi
toparlayarak, yapacak işlerimin olduğunu düşündüm.
---Tamam,
gidelim,
Dedim.
Ellerimde kelepçe yoktu ve Memurlarında arasında değil yanlarında yürüyordum. Etrafta
bulunan insanlar bana önceki gibi bakmıyorlar ve ilgisizdiler. Bende dışarıya
çıkarken rahatça etrafıma bakınıyordum. Eski taş bir binada olduğumuzu anlamıştım.
Koridorlar geniş, tavan yüksek, temiz ve boyalıydı. Bir Devlet binasına ilk kez
girmiştim ama ne giriş. Neyse ki özgür olarak çıkmıştım.
Binanın önündeki merdivenlerden inerken
birden bana bakan ve daha önce içerde gördüğüm o gözlerle karşılaştım. Dikkat
ettim, ısrarla bana bakan kişi, çok güzel ve uzun boylu bir kadındı. İyide
neden bana böyle bakıyordu, kimdi acaba? Memurların yanında yavaşça yürürken
birden arkamdan bir ses:
---Hikmet,
bir dakika:
Şaşırdım,
beni kim tanırdı buralarda. Durup arkama baktım, seslenen o kadındı. Hızla yanıma
geldi elime bir kâğıt tutuşturdu. O kadar hızlı bir şekilde kâğıdı vermişti ki
yanımdakiler bunu görmediler, ne olduğuna dönüp baktılar. Kadın:
---Geçmiş
olsun Hikmet. İşin bitince beni ara olur mu?
Şaşkınlığımdan
ne diyeceğimi bilemeyince sadece kadına aptal aptal baktım. Kim di, beni nereden
tanıyordu bu kadın? Yanımdakiler bizim tanıdık olduğumuzu sanmışlar oralı
olmamışlardı. Ancak:
---Hadi
kardeşim şimdi işimiz var, sonra görüşürsünüz, geç kalmayalım.
Deyince
beraberce buraya geldiğimiz arabaya binerek tekrar karakola doğru yola çıktık. Elimin arasında bana verdiği kâğıdı sıkıca
tutuyorum. Ne yazıyordu, niye bu kadın bana bir kâğıt vermiş, adımı nereden
biliyordu? Bu olanlara bir anlam veremiyor ama düşünmekten de kendimi
alamıyordum. Bu kısa süre içinde gelişen olayların karşısında şaşkın ve aptal
bir adam olmuştum. Ne çok şey yaşadım, şu birkaç gün içinde, sanırım hala
yaşayacaktım. Karakola yaklaşınca ben yinede korkuyor, ya bir aksilik olursa diye endişelenmekten kendimi
alamıyordum. Beni Karakolda güzel döşenmiş bir odaya aldılar. Daha önce bana
iyi davranan, hatta yemek getirten Memur, oturduğu masadan beni görünce:
---Geçmiş
olsun Hikmet, suçsuzluğun anlaşıldı demek. Zaten bizde senin suçsuz olduğunu
tahmin etmiştik.
Vay
canına madem suçsuzdum, niye bu kadar sopa çektiler diye mırıldandım.
---Bir
şey mi dedin Hikmet,
---Yok
Abi, sağ olun.
Dedim.
Kimliğimi, paramı diğer bazı evrakları, yükümüzün kâğıtlarını ve arabanın
ruhsatını vermişlerdi.
---Yükü
nasıl götüreceksin,
---Bir
şoför bulurum Abi,
Dedim.
---Sana
kolay gelsin deyip elimi sıktı.