Selçuk, balkonda sızıp kaldığı sandalyeden gözyaşlarıyla yerinden fırladı. Zehra Teyze’ye anlatsa çözüm bulur muydu acaba?  “Yok, yok olmaz! Kadın kadının dostudur. Eşimi, çocuklarımı da pek sever. Ya bir gün derse?” diye düşündü. Söyleyemezdi. Karar vermek için geldiği, dedesine ait, şehirden çok uzak bu köy evinde bir ay önce yaşadıklarını anı anına tekrar yaşamıştı bu gece. Karar vermeliydi artık. Belli ki Çiğdem kendisiyle uğraşmaya devam edecekti. Bir şeyler yapıp, eskiden olduğu gibi okuldan evine gittiğinde huzur içinde, eşi ve çocuklarıyla iki lokma yemek atıştırıp unuttuğu kahvenin tadını hatırlamak istiyordu. Kararını verdi. Güzel bir banyo yapacak, çayını demleyip içecekti dedesinin bu köy evinde. Sonra inandığı tüm güzelliklerin adına Çiğdem’le çocuğu aldırmak için konuşacaktı.
 
Sabahın ilk ışıklarında avuçlarını ezan sesiyle buluşturup dua etti. Sonra köyden ayrılmak üzere eşyalarıyla evden çıktı. Belki uzun kalırsa diye bolca aldığı tüm erzakı poşetleriyle Zehra Teyze’sinin kapısına bırakıp sessizce giderken camdan duyduğu sesle başını kaldırdı.
 
-Ah hınzır! Allahaısmarladık demeden mi kaçıyordun?
 
-Sabahın çok erken bir saati… Uyuyorsanız rahatsız etmeyeyim diye Zehra teyze. Hiç senin elini öpmeden gider miyim?
 
Kadın indi aşağıya. Ahşap kapıyı, arkasındaki açılmasın diye sürülen koca taşı gürültüyle çekerek açtı.
 
-Bekle hele! Çocuklara taze yumurta, taze sebze, bir iki şey koyacağım. Taze taze yesin çocuklar. Biraz da süt, yoğurt… Bekle hele, kaçma sakın!
 
Az sonra tek tek dediklerini taşıyordu kadın Selçuk’un önüne.
 
-Yolda ineceğim, elimde çok ağırlık olamasın diyeceğim amaaa… Neyse… Önce evde iner, bunları bırakır, sonra giderim işime. Zahmet ettin Zehra Teyze. Ver elini öpeyim de gideyim; geç kalmayayım. Buçuk arabasına yetişeyim bari.
 
Öpüp “Allahaısmarladık” deyip, poşetlerini kavradığı gibi yola düştü genç adam. İçinde bir huzur vardı. İkna etmeliydi bu çocuğu aldırmaya. Tüm hayatı mahvolurdu yoksa. Karısına neyi, nasıl anlatabilirdi ki? Ya çocuklarına?
 
Selçuk, habersiz geldiği evinin kapısında eşinin şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Elindekileri verdi.
 
-Kararımı değiştirdim. Bir hafta kalmayı planlamıştım; ama geldim evime. Birkaç işim var şehirde halletmem gereken. Az gecikebilirim; merak etmeyin. İzmir’den gelirken istediğiniz bir şey var mı?
 
-Bir ihtiyacımız yok. Sütü kaynatır sütlaç yaparım. Gecikmezsen sevinirim.
 
Güneş bulutların arasından bir göz kırpıyor bir kayboluyordu. Genç adam başını otobüsün camına dayamış, konuşacağı kelimeleri birleştirip düzgün cümleler kurmaya çalışıyordu. Harfler bir yerlere dağılmıştı sanki. Birleşip güzel cümlelere dönüşemiyordu. Gözlerini kaparsa yine kâbus göreceğini düşünerek bir hayli zorlanıyordu. Kaldırdı başını bulutlara… Sabah biraz bulutluydu hava. Sanki Zehra Teyze kapı önündeki çalı süpürgesiyle süpürmüş, duru bir maviliğe ulaştırmıştı gökyüzünü.
 
Bir dalga sesiyle irkildi Selçuk. Ayakları ıslanmıştı. Ahh yine uykuya dalmış rüya görmüştü. “Şükürler olsun” dedi içinden; “Kâbus görmedim. Gördüğüm rüyayı ise çok sevdim. Umarım istediğim sonuca ulaşıp dönerim bu gün.”
 
Bir bebek vardı ona ait başka bir kadının karnında. Nasıl bu günaha sebep olmuştu? İçine yine sancılar saplandı.
 
Otogara gelmeden, buluşacakları yerde indi Selçuk. Etrafına bakınırken Çiğdem arkasından omzuna dokundu. Gözlerine bakıyordu.
 
-Merhaba Selçuk. Hoş geldin. Nasıl geçti yolculuk?
 
-Merhaba Çiğdem. İyiydi. Teşekkür ederim. Ne tarafa gidelim?
 
Yürümeye başlamışlardı.
 
-Nasılsın görmeyeli Çiğdem? Dilerim daha iyisindir. Bana hamile olduğunu yazdığın günden beri çok düşündüm beraberce düştüğümüz hataları. Üzgünüm.
 
Çiğdem günlerce düşünmüştü. Bu kadar evine bağlı, karısına sadık bu adam onun da erkeği olamaz mıydı? O’nu da kendisini de çok sevip ilgilenebilirdi istese. Kocası da iyi biriydi; ama olsun, hak etmişti bu ihaneti. Kalbini başkasında bırakarak evlenmişti kendisiyle. Ya annesi? Kendisi daha çocukken başka erkekle evlenip yatağını ayırmıştı. Salonda bir tarafı buz gibi duvara yaslı divanda yatırmıştı. Kocasını kızından fazla sevmiş ve ilgilenmişti. Kocasıyla odalarından gelen seslerde hiç sakınmamıştı. Çiğdem hep kafasını kat kat yorganların altına saklamıştı. Sevdiği herkes ihanet etmişti O’na. İçindeki patlamaları hep susturmuştu. Şimdi öğrencileri ile meşguldü; ama üstünü örttüğü acıları nüksediyordu işte her fırtınada. Çift kişilik taşır gibiydi. Hareketlerindeki dengesizliklerin farkındaydı. Doktordan yardım alması gerektiğini bilse de boş vermişti. “Neden Selçuk’la konuşmaya başlamaktan çekiniyorum, neden?” diye geçirdi içinden. Belki de cevabından ya da çizeceği yoldan korkuyordu.


11. Bölüm Sonu
DEVAM EDECEK...
( Bir Mektubun Satır Aralarında - 11 başlıklı yazı MELEK KIRICI tarafından 6.08.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu