Ellerimin arasından
kayıp gitmekte yarınlar öncesinde giden dünlerin ardından.
Ardı ardına kesilen
hesaplarla.
Tümlenmemiş varlığımın
sarmal dünyasında yakıp yıkan ne varsa yine bana dair.
Bir imge yığını aslında
çalıntı hayatlarımız. Gecenin bir vakti efsunlamış iken, yürek merhameti
çalakalem yaşarken anın göreceli durağanlığında yol yordam bilmeden gelmişiz
bir araya.
Bir varmış bir daha
varmış, demek olası olsa keşke. Keşke yokluklar hepten karışsa yokluğa. İs
kokmasa geceler hatta geceler gün ışığı koksa.
İstiflesek sevgiyi
nefrete attığımız çalımlarla ve çalsak iyi ve güzel tüm imgeleri ve
yerleştirsek isimlerimizin başucuna.
Soyadlarımız tek olsa
keşke. Adlarımız reçine kokarken soyadlarımız ile tek yürek olsak.
‘’İnsanoğlu’’ iken tek
belirteç yolsuzluğa bulaşmış vicdanlarımız ve yozluğunda nefretin birbirimize
diş bilerken.
Sevmeye bile korkar
olduk. Korkudan yana tüm sıkıntım/ız ve hep ama hep kaygı.
Tedirginliğin ulaştığı
o dağ tepesi ve yığdığımız ölü düşlerimiz.
Sormaya korkar oldum/olduk
birbirimize hatırımızı. Duymaktan da korkar olduk. Belki bir selam belki bir
tebessüm belki üç beş damla yaş. Sahi, insanlık bununla mı sınırlı sadece?
Kem gözlerin ihaneti mi
yoksa nazarı mı değdi?
Cevabını alamayacağım
soruları neden soruyorsam… Sanırım çocukluktan kalma bir alışkanlık hatta
çocukça. Bir o kadar safça.
Hala inanmaya devam
etsem mi ki… Neye mi ya da kime?
Kendimden bile şüpheye
düşerken sanırım her birimize gereken bir yalan makinesi ki onun bile fazla
dayanacağını sanmıyorum. Büyük ihtimalle infilak edecektir bunca yalanı
sığdıramazken mekanizmaya.
Kuru gürültüye pabuç
bırakmazken sinen bakışlar, sindirilen vicdanlar ve sus pus olmuş yürek
seslerimiz.
Oysa sevgiyi doğurgan
bilirdim. Üremesi gereken bir mefhum iken nasıl oluyor da günbegün eriyip
tükenmekte.
Gidiş gelişlerden
ibaret olsa keşke döngü oysa tek yönlü bir bilet gidenin gelmediği.
Yüksünmesek keşke
sevmekten bertaraf edemezken ölümü ve nefreti.
Soluklandığımız yolun
tam ortasında neyin niyazındayız kim bilir? Kim bilir neyin acısı çöreklendi de
tutamıyoruz yaşlarımızı. Aldığımız yaşa mı ağlıyoruz yoksa yaş bildiğimiz
sadece zamanın bir oyunu mu boyutunu tahmin dahi edemediğimiz dünyalar arası
bir yolculuk belki de…
Kerelerle donattığımız
yolun kaçıncı tekerrürü de bu denli hicap etmekteyiz. Esefle kınarken çevremizi
toz dokunduramazken sefil benliklerimize ve keşkelere ettiğimiz rağbet:
‘’Keşke seni hiç
tanımamış olsaydım!’’
‘’Keşke bu yola hiç baş
koymasaydım…’’
Keşkelerden mütevellit
olsa keşke serzenişlerimiz… Bakın yeni bir ‘’keşke’’ daha… Ah bizler ki kâinatın
en donanımlı ve akıllı varlıkları. Sahi ne zaman kaybolduk biz? Ne zamandır bu
denli koyulttuk düşlerimizi? Biz mi çaldık yoksa çalıntı hayatlar mı
birbirimize arz ettiğimiz?
İklimlerin ıssızlığı
kadar ıssız ve yalıtılmış ruhlarımız. Ruh dediğimiz ağırlığı dahi olmayan o
göreceli mefhum. Ölüme çeyrek kala nasıl da kapılırız endişeye oysa.
Hiçbir sorunun cevabı
yok ne yazık ki. Aslında soru filan da kalmadı geride. Sadece acı ile
yoğrulurken bizler de yoğuruyoruz kimliklerimizi uzak kalmışken gerçeklerden ve
görmezden geldiğimiz her ne ise.
Duyguların ve günün
hükmünde bildiğim/iz ne varsa unutuldu çoktan. Nasıl yoktan var olmuşsak var
olanları yok etmek de bizlere düştü kenetlenmişken nefret denen o sünepe
duyguda. Sahi, ne kadar zaman geçti üzerinden kaybolduk kaybolalı… Oysa hayat
ne güzeldi öncesinde. Seyrindeyken gök kubbenin bilemedik ki bizler de mercek
altındayız. Ve bingo!
Bilip bilmeden ne ise
mukadderat ki bizler sahip dahi çıkamazken hayata kelimeler pelesenk olmuş bir
kez dilimize bir yandan örselenirken ve hınç dolu ruhlarımızla ile yaftalarken
birbirimizi.
İrdelemek ise hayatı
konuşmaya dahi korkar olduk. Sus pus muyduk hep yoksa basiretimiz mi bağlandı
durduk yerde?
Sonlanmayan hangi hikâye
ise dâhil olduğumuz kim bilir neresindeyiz o boyutsuz yolculuğun türevini
çözemezken.
Kanıksadığımız ya da
yadırgadığımız ne ola ki. Sonlanmadan mı sonlandırmadan mı. Keyif çatıyor
çoğumuz, çoğumuz çatık kaşları ile süzmekteyiz etrafımızı.
Derme çatma bir düzen
belki de mubah olan ya da eksenden kaymış bir göktaşı. Hele ki şu mizaçlarımız
yok mu? Hem atılgan hem sıradan sayıp da sıra dışı ayrıştırıldığımız o
kümelenmeler.
Sorgu sual hak getire
doğrusu. İklimsiz bir kıta adeta varlığımızı idame etme gayreti ile mücadelemiz
aralıksız sürerken. Ya da kısa molalarla. Koşullandığımız ölçüde belki de.
Yoksa şartların bizdeki izdüşümü mü anbean değişime uğradığımız fark dahi
etmeden üstelik.
Çapı çok uzun bir daire
mi yoksa konuşlandığımız ceplerimiz mermi dolu. Ölümden kaçarken öldürmek mi
mubah sayılan ya da ölümü göze almak mı can yakmamak adına ama canımız yanarken
biteviye. Çaprazımızda hacizli sayısız duygu hacmini alabildiğine yitirmeye
meyilli.
Kırık bir gün
ortasından kaç parçaya bölünmüşse.
İhlal edilmiş iken o
sınır, sınır tanımaz bir yadsımazlıkla ket vurulan ne çok insan belki de
mahremiyetini kucaklama gayretiyle çalınmış hayallerinin peşinden koşma gayreti
içerisinde olup da aralıksız tökezleyen. Nasıl da muzdarip tüm o evhamlarla
korumaya çalışırken ne de olsa eşsiz bir savunma mekanizması devreye giren her
çapraz ateşte.
İnsan gibi, vatan gibi…
Aşk gibi, âşık gibi.
Sonu gelmek bitmeyen
acılar haneden haneye yayılan. Devinimi çığ gibi arttıkça iz sürmek pahasına
yerinden yurdundan olmuş kim varsa.
Süregelen ne ola ki?
Görmekten mi aciziz?
Savunmaktan mı yoksa iddia etmek mi tüm yoldan çıkmışlığı görmezden gelip hak
etme babında pişkince sırıtırken kırık aynalara iç içe geçmiş o nihayetsiz
akislerle kendimizi Kaf dağının tepesinde addederken.
Ne bir sanrı ne bir
hayal sadece hayatın sunumu sayısız kare içinde bulunmaktan asla ve asla haz
etmeyeceğimiz.
Üzünçleri çarptık
hasretle ve böldük yalnızlığa: Kala kala ondalık bir sayı sıfırı tüketmişken
insanoğlu. Yalnızlığı utanç bildi çoğumuz ve sakladık, saklandık
görünmeyeceğimize nasıl da kâiniydik oysa ve unuttuk tek bir ayrıntıyı. Sona
gelmekse baş bildik her yeni sonu, sonlandırırken birbirimizin hayatını kar
bildik öfkeyi ve nefreti. Kar saydık her geçen günü.
Oysa basit bir T
cetveli değildi hayat. Asla gider ve gelir dengesi olmadı. Dengeleri kaybında
dengesizliğin gölgesinde ve silik ömürler iken heba ettiğimiz. Bilemedik ki
çiğnemekteyiz Yaratıcı’nın kanunlarını ki her bir yaratıyı bizler var ettiğimiz
gibi bir yanılgıya kapılıp ellerimizle son verirken hayatlara sonsuz olduğumuz
yanılgısı gibi bir rehavete kapılıp da.
Tümlenirken hayatlar,
eksilirken yarınlar ve tükenirken umutlar…
Tek bir zerresi dahi
yeter umudun yeter ki geçe kalmayalım geceye dönmeden aydınlık sona ramak kala.