Sorun değildi ki lafı bile olmazdı bu hengâme peyder pey rehin alırken yüreği. Suç unsuru muydu ki sevmek böylesine yaftalansın hele ki ismini telaffuz etmek bin beterken ölümden…

 

Yalıtılmışlığın gölgesinde gecelerin nazı niyazı kara bir peçe gibi inerken gözlerime.

 

Yollarda saçılı kalmış ıslak ayak izleri bas bas bağırırken karası gecenin hele ki uğursuz rüzgâr çalarken aynı şarkıyı çalıntı bir bestenin girizgâhında saplanıp kalmış iken adım.

 

Adsızdım ilk kez zaten en baştan beri kayıptım rotasını şaşırdıkça yalılara bindiren seyyah bir gemi gibi ve gebe idi yine benlik sapkınlığın uzağında korumak kadar mubah iken masumiyeti. Kırık yetilerimin, suskun dilimin ve yaşlı gözlerimin nazarında neydim ki neydin ki hatta ne miydik, demek nasıl da sakıncalı idi bir kez çıkartmışken gözden.

 

Sırıtırken gökyüzü ardından boşanan göğün isyanı kova kova taşınan ne çok hicran şarkısı yine adsız yine sensiz ve hep de sessizdi nameler süzülürken semaya yüreğim günbegün süzülürken ve anbean yiterken zaman kerelerce duraksamanın verdiği hezimet idi en yakındığım ve en sakındığımdı aşk olmazın oluru bir duygu iken çoktan buhar olmuş kendini koyuvermiş imgelerin süklüm püklüm duruşlarında yetilerini hepten yitirmiş insan kalabalığının nezdinde öylesine ve sıradan bir kimlikle yaralanmış ve paramparça ne çok izlek sığıntı günlerin kırıntılarını havada kapışan leş kargaları devrik cümlelerde yolsuz kalmanın verdiği sancıyla birbirlerini hedef tahtası yapmış iken.

  

Külfetini yadsımak en zoru aslında ve yaşam denen oyunun o kurallarını çiğnememek ise aslolan.

 

Sağım solum, önüm arkam… Kaybolan sadece benim ve tanımsız varlığımın hangi izleği ise yansıyan. Hangi ben? Çocuk, yetişkin, muzip, sorumlu ya da sorunlu yoksa yalıtılmışlığın çeperinde kısılıp kalmış belki de tüm sinsi ve muhalif dürtülerin isimsiz yönergesi ki en önde benim ismim ve yanında koca bir çentik…

 

Gözden çıkarılan mı göze batan mı göz pınarında tek damla yaşa dahi tekabül etmeyen o soykırım mı duygularımın o ahenksiz ve menfi seyri med-cezir etkisinde iken ve soluksuz kaldığım her anın son saniyesi mi bu sefer benim görmezden geldiğim.

 

Anlam arz etmemekte anlam yüklü olduğunu savunan kim varsa… Belki bir âşık belki bir mecnun belki çoluk çocuk belki de kadın belki de Tanrı gıyabımda sunulan sayısız sıfat üstelik bizzat tanıklık ettiğim onca sahne ve sallandırılan bir ruhun çırpınışları her ne kadar hak iddia etmesem de yine de her seferinde haklı olduğuma kani olduğum.

 

Cümlemin asla ve asla bir yüklemi yok hele ki cümle sonunda arz eden o sayısız soru işareti geleceğe odaklı ama geçmişin yükünü atmaktan aciz iken.

 

Farkında olmadığımı asla sanma asla da hak iddia etme o isimsiz gölgelerin ve sunumunda iken karanlığın caydırıcılığı sus payı mı aralıksız mecbur kılındığım?

 

Saniyelerden mütevellit tüm duraksamam ve hiçbir kaygı da taşımıyorum olmazın olurunda sana tanıdığım o imtiyazı kurcalarken.

 

Sanrıların tahakkümü kadar caydırıcı belki de tabi olduğum sayısız sınav. Ne tek bir seçenek ne de yeniden o sınava tabi tutulma hakkım baki.

 

Boğaz tokluğuna yaşıyorum bunca cebellut ve otorite bir düzeneğin tüm yanılsaması iken günbegün maruz kaldığım.

 

Ne tınısını hissetmek mümkün ne de solan ışığını gün bildiğim aydınlığın. Yine de karanlığı müteakip gün ışığı usul usul sıvazlarken sırtımı duyumsadıklarım akla zarar. Bir heves olsa keşke ya da çok basit bir oyun oysa inanılmaz çetrefilli sunumu hayatın. Belirsizliğin şafağında ya da anlamsızlığın belirteç kılındığı o yansımada nöbete duran melekler üstelik koruduklarına kani olduğum tüm o tünellerin girizgâhından itibaren eşlik eden.

 

Muaf tutulmak mümkün olsaydı keşke. Keşke çarpım tablosundaki o düzene karşı gelebilseydim de her kendimle çarptığımda kimsesizliği sıfıra tekabül etmeseydi o boş küme. Benden mütevellit senden gayrı ondan ibaret bir gökkuşağı rengini bir türlü tutturamazken ya da seyrini takip edemezken ve dile getiremezken zaman zaman yine de lal olmaktansa sür git konuşuyorum belki de şizofrenik bir sanrı kimine göre gereksiz ya da aşırı muhalif. Oysa tek savunduğum o iç dönümün çoğaltıldığı satırlar, sağaltıldığı imgeler.

 

Toplamı bir bile etmezken sonsuza odaklı bir seyir izleyen o ondalık sayılar tekerrürü ondalık paydanın. Bölün biri üçe ve eşliğindeki devinip duran o ondalık sayı kendini artı sonsuza endekslemiş bir zavallının dokunuşu kadar acı veren, kanatan. Eşliğin ya da eşitliğin hangi vurdumduymaz çoğaltısı olabilir ki kerelerin çaldığı aynı nakarat:’’Ben seni unutmak için sevmedim mi…’’

 

Unutulası hatta düşünmekten imtina edilesi bir seyir belki de içine düştüğüm o yanılgı. Karanlığı mesken edinmiş ölü bir ruh sadece adını koyamadığım henüz. Aydınlığı yar bilen bir varlık ise hicap edilesi tarafınca ve nezdinde onca insanın.

 

Kısa günün karı, demek nasıl da olası hele ki ağzım yoğurttan bile yanmışken susamak bile haram yanmamak adına ya da kanmamak hatta kandırılmanın eşiğinden yaptığım o keskin viraj.

 

Göz kararı koydum tüm malzemeleri ve un ufak etmeme bile gerek kalmadan attım koca bir kazanın dibine. Kısık ateşte pişmesi gerekse de ardına kadar açtım ocağı yakmak adına, yanmamak adına ve yok etmek ki kokusuna bile tahammül edemediğim tüm o çarpıklığın değil dokunmak ya da nemalanmaktan imtina ettiğim.

 

Hükümsüz ya da asılsız hatta hiçlik kadar yokluğa eşdeğer.

 

Sus payı iken es geçtiğim ve son bir mola ölüm öncesi indiğim o durakta hepten en geride kalmış ve ebediyen kalmaya da mahkûm.

 

Gün mü ışımıştı yoksa öylesine bir halüsinasyon muydu gördüğüm yine, gözüm seğirirken ve arpacı kumrusu gibi nice düşüngeç istila etmişken zihnimi.

 

Ne sanmıştım ki böylesi bir yolsuzluğun nüktedan seyri tarafınca donatılmak kadar sıra dışıydı dışında kaldığım o resim…

 

Kadınlar ve adamlar ama aşksız.

 

Adamlar ve çocuklar… Bir babanın sahip olduğu en değerli varlığı iken evladı.

 

Çocuklar ve hayat… Sunumu muydu hayatın yoksa kaybı mıydı evrenin istila edilmiş çocuk benlikleri ve her geçen gün koca bir boşluğa düşmeye ramak kala.

 

Kısaca insanlar… İnsanlar kendimi uzak kıldığım. Ne gam… Yakın addetmiştim de ne geçmişti ki elime. Önceleri sevgiye gebe bir evrenin çekirdeği olduğuma kani olmuştum. Sevgi idi her geçen gün gelişimi ile muktedir iken düzeneğe. Evet, sevgi idi hâsılamın aldığı kadarıyla sonsuz ve renksiz. Renksiz idi her bir insan ve sıfatsız idi her biri ve bana dairdi benlikleri içim içime sığmazken. Ve aşk idi tek rengi evrenin. Pembe ve buzul mavisi bazen vişneçürüğü ve kan kırmızı saflığını henüz kaybetmemiş ve kaybetmeyeceğine kendimi inandırdığım. İnanmıştım hem de nasıl. Koyultulmayacağına da bir o kadar kaniiydim. Gece yoktu asla karanlık olamazdı evren eğer ki sevgiyle eşgüdümlü bir seyir izliyorsa. Sevmek idi payıma düşen ve gözden düşen bir varlıktı aslında sahip olduğum o yeti bütünlüğü. Sev ve güven ve yeniden sev hep güven asla sorma sorgulama ve sadece… Ne geçti ki elime beşinci mevsimin haricinde. Ölü imgelerin çığırtkanlığı iken geceye dönmüştü gün. Sabaha çıkmıyordu artık umutlarım pekişirken içimdeki ölüm sancısı. Ölümdü sevgiden muaf tutulmak, sondu geldiğim nokta oysa binlerce yılım vardı yaşamakla mükellef kılındığım ve yaşayıp yaşatacağım sevgi molekülleri anbean parçalanan o kimyasal bileşimin göz yakan ve gözümü karartan telaffuzu ile.

 

Türevi nefret idi belki de. Belki soyutlanmanın o hicap dolu sıfatıydı yürek burkan.

 

Bir vardı aşk aslında hiç olmamıştı ki. Kandırıldığım bir oyunun kaçıncı perdesiydi kim bilir sanrılardan ve gölgelerden ibaret.

 

Sandığım ya da sandıkları ben sandığımda biriktirirken sahte imgeleri gölgeler oynaştıkça daha da çekildiğim o dip.

 

Niyetler idi hâsıl oldukça sona geldiğiniz.

 

Umutlardı ektikçe hüzün biçtiğiniz.

 

Aşktı adsız ve sıfatsız o aşk tanrısı çalarken sizden ve söz geçiremediğiniz.

 

Söz geçmeyen bir benlik ve suçu olmayan ne çok insan zan altında bırakıp da korkup kaçtığınız. Gözü korktu mu insanın… Hele ki gözden çıkarılmışsanız. Hele ki göz yummuşsanız hele ki göze almışsanız koca bir hayal kırıklığını.

 

Çekip gitmek işte bu kadar kolaydı. Çekip gitmek nasıl da zordu aslında ve yürek aktıkça yürek battıkça tahammül edemezken zimmetli bir aşka yönünü hepten şaşırmış sefil bir fani.

 

Kerelerle donatılmış, keşkelerden ibaret bir izlek ve son noktayı koyup asla ardınıza bakmazken.

 

Yanık kokuyordu etraf. İs dolu idi gökyüzü. Silik idi pek çok görüntü ve ayna paramparçaydı kendimi seçemediğim ama ellerimle seçtiğim son seçenek kimseye tekrar bir seçme hakkı vermemek üzere.

 

 

( Hangi Ben? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.08.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu