" Müebbet mahkûmiyetimde minyatür bir kafeste zincire vurgunken,
çağırsam kim gelir rüyalarıma skandallar ülkesinden...? "I.
Söyleyin bana
dostlar!
İlkbaharında doğulmamış,
yazında yaşanılmamış,
sonbaharında yaşlanılmamış
bir kışta,
acıların sancısı atarken yürekte,
kolayca ölünür mü?
Doğup da İlkbaharda filizlenirken
uçsuz bucaksız toprağımız olmadı tutunacak.
Yaz boyunca
çelimsiz köklerimizle
tahayyüllerimizi derinleştirmek istedikçe
kalkışmanın karşıtları dizildi karşımızda.
Nasıl baş edebilirdik onlarla bu çaresizlikle?
Çok çabuk gelmişti sonbahar!
Yaşam da kısalmaya başlamıştı gündüzler kısaldıkça.
Fütur getirdik, mağlup olduk...
Ve bulutlar yeni ülkeler keşfetmeye doğru terk etti hepimizi.
Buruk vedanın
gözyaşları donarak kalakaldı
gözlerimde,
kış çökkünlüğünde.
II.
Evet,
kış da çabucak gelivermişti işte!
Yüzümde yaşamımın haritası...
Derin çizgiler iz düşümü acı anıların.
Acaba anılar olmasaydı daha mı mutlu ölünürdü?
Acı çekmeyen acıdan anlamaz.
Gözleri görmeyen biri,
gökleri ve
denizleri görmeden
mavinin nasıl bir şey olduğunu bilebilir mi?
Varsın olsun,
ister kolay, ister zor, ister acılı, ister acısız, ne olursa olsun,
dengesiz davranışlar bana göre değil;
mademki kararını verdim,
ben öleyim yine de!
Nasıl öldüğümü hatırlamayacağım nasıl olsa öldükten sonra.
Bir işin sonucuna razı olmak,
o işe başlama kararı almak demekse,
bir işe başlamak demek,
o işin sonucuna razı olmak değil midir?
Doğarken hepimiz, ölmeye de razı olmadık mı?
III.
Ölmek deyince,
sebepli/sebepsiz bir sancı giriyor kederden.
Kalbimde karıncalar geziniyor.
Hayatımın kurak say
falarına kan damlamakta
gözlerimden
ve ben sünepe bir leke gibi satır satır silinip kayboluyorum.
Hayata tutunmak için tükettiğimiz onca seneyi,
dönem dönem sıradanlığın dışına taşıp,
çeşitli boyutlarda ağırlayıp uğurlamadıysak,
monoton bir hayat yaşamışızdır.
Monotonluk, kaybolmaktır, nasıl olsa!
İlk ıslaklık bulaştı kalbimin sancısına.
Ağlamaya hazırız ikimiz de
ölümün yasıyla...