Hiçbir yükümlülüğü
olmadan oturuyordu öylece. Silik bir kara kalem çalışmasına imza atmışçasına
Tanrı, sadece siyahtan ibaretti adam.
Koşullanmış güdüleri
ile kanıksadığı ölçüde yaşayıp gidiyordu.
Kıtası olmayan bir
şiirdi, kurutulmuş bir çiçek, nüktedandı da zaten bu sayede toplamıştı onca
insanı çevresine.
Kadınlar ve adamlardı
hınca hınç bir birini ezerken ve misafir olmuşken.
Gök kubbenin altında el
ele vermiş onca insan nasıl da güdümünde nefsinin ve sevgiden bihaber bir
alışkanlık babında kenetlenmeyi marifet bilmiş.
Sıradan bir gündü
sıradan bir mekân sıradandı kısaca hayat o her ne kadar özel hissetse de
kendini.
Oysa bir kaşık suda
boğardı kim ise ona uzak. Bu yüzden gizlerdi nefretini o süslü cümleleri bir
paravan yapmışken.
Ne yakışıklı idi ne de
boylu poslu bilakis fazla sıradandı sıra dışı nefreti ile.
Konuşlandığı dört duvar
ne çok izlek taşıyordu oysa hele ki geçmişinin yükü, nefretin külfeti ve siyah
gözleri karartan ruhunu kararsa da yeknesak bir tutarsızlıkla karartırdı da
gözünü ama sadece bir kerelik.
Az korkak değildi hani
ve az kaygılı.
Baloncuklara yığdığı o
marazi aşkı. Sevmediği halde kadını âşık olduğunu iddia ederdi her gördüğünde.
Doyumsuzluğu mademki bu kadar had safhadaydı kadın da çekerdi kahrını adamın
adam zaten dünden razı idi. Hazıra konmuştu ne de olsa. İstimlâk edilmiş bir
aşk ne kaybettirirdi ki o fazlasıyla kayıp vermişken.
Bahsetmezdi ailesinden:
Ne anasından ne babasından. Vardı elbet bir sebebi. Olmaz mı? Lakin ağzından
laf alamazdı kimse. Ola ki lafı edilsin sözüm ona sevgi sözcükleri uçuşurdu
havada ama sadece havada. Kayıp ruhunda ne işi vardı sevginin.
Sevgi, sevda ya da aşk
hatta tahakküm altında tuttuğuna inandığı o suratsız kadın. Neye yorsaydı da
saklı tutsaydı hicranını. Ama mutluydu çok mutlu hem de daldan dala konan bir
kelebeğe benzetmek büyük haksızlıktı lakin adama değil o yirmi dört saatlik
ömrü ile bu dünyadan gelip geçen eşsiz yaratıya haksızlık. Yine de tek kadın
değildi uğruna hayaller kurduğu.
Kadınlar vardı
kadınlığını gizleyen.
Adamlar vardı erkekliğine
toz kondurmayan.
Bir ders müfredatıymışçasına
plan program dâhilinde yaşayan şahsına münhasır kelimesi bile hak etmeyen bir
sığıntı, bir zavallı.
İyi bir öğretmen
olduğunu iddia ederdi kim ile karşılaşsa. Sözüm ona çocukları ne de çok severdi.
Çocuklar vardı
etrafında haddinden fazla.
Yine sayısız kadın
vardı almış iken ağzının payını.
Kadınlardan biri idi
Leyla Hoca. Yirmilerinin başında, idealist bir tarih öğretmeni. Örtülü idi başı
birkaç senedir ta ki adamla karşılaşana kadar. Adam allem etmiş kallem etmiş
açtırmıştı başını kadına.
‘’Hocam’’ demişti
usulca fısıldarken adını:’’Bu güzelliği saklamayın kimselerden.’’
Kadın İstanbul’a geleli
henüz bir yıl olmuştu ve atandığı eğitim kurumunda adama denk gelmişti.
Etkilenmişti de ilk gördüğünde ne de olsa ağzı güzel laf yapıyordu beyimizin.
Gel zaman git zaman dostluğu ilerletmişlerdi. Öyle ki yedikleri içtikleri ayrı
gitmiyordu.
Başarılı çalışmaları
ile topladığı takdir sayesinde Leyla Öğretmen adamın bulunduğu makama atandı o
geçen kısa süre zarfında. Ne var ki bunu kendine yediremeyen adam önceli
ilgisiz gözüktü bu görev değişikliğine. Üstüne alınmamıştı başarısızlığı.
İçi içini yiyordu
lakin. Yine plan program dâhilinde uygulamaya başladı kafasındakileri. Tanıdığı
tanımadığı kim varsa ileri geri konuşuyordu Leyla Öğretmen hakkında. Ayan beyan
kadını yalancılıkla itham ediyordu ve ekliyordu ardından:’’Nasıl oldu da o
kadarcık kısa sürede terfi etti?’’
Bir deli kuyuya taş
atmış kırk kişi çıkaramamış misali inandı herkes sözüm ona Leyla Öğretmenin
verdiği ültimatomlara.
Genç ve güzel bir kadın
üstüne üstük İstanbul gibi bir metropolde başarıları ile kendinden söz ettiren.
Yüzüne gülüyordu herkes
ama ardından da demediğini bırakmıyordu Leyla Öğretmenin.
Kaykılmış ihtiraslar,
sözde ithamlar en sonunda kabak tadı verdi ve kulağına kadar gitti genç
kadının.
Sıradan bir gündü yine
ama sıra dışı olmaya meyyal.
Müfettişler ansızın
geldi eğitim kurumuna ve direkt çıktılar odasına genç kadının.
Siyah çantaları, siyah
takım elbiseleri ve siyah düşünceleri ile arz-ı endam ettiler. Kadın töhmet
altında kalmıştı bir kez üstelik durduk yerde.
Ne dese inandıramadı
üstelik ne eksiği ne gediği vardı sorumlu olduğu kurumun.
En sonunda görevden
alındı genç kadın yetmezmiş gibi mesleğinden de oldu. Kime neyi kanıtlayacaktı
ki kadın? Ya ailesinin ve meslektaşlarının yüzüne nasıl bakacaktı?
Öğrencileri çok üzgündü
kadının arkasından kös kös bakarken ve diğer öğretmen arkadaşları kuru bir
vedayı bile çok gördüler kadına.
Adam memnundu halinden
ve sevinicini belli etmemek için nasıl da çabalıyordu. Dost kisvesi altında
sarıldı kadına:’’Üzgünüm hocam çok üzgünüm hem de.’’
Sıradan bir adam
değildi ki hem de hiç değil ama sıra dışı planları onu sıra dışı yapmıyordu
bilakis daha da köreliyordu hayatı. Nefret bayrağı iken uğruna savaştığı kimse
de göremiyordu ondaki bu öfke ve kini.
Bir gün belki iki gün
sonra hibe ettiği ne varsa şeytana, çıkacaktı elbet ortaya lakin şeytanla iş
birliği oldukça yolundaydı. Ölmeyecekmişçesine gününü gün ediyor bir yandan
kural tanımaz hayatında kurallar getiriyordu insanların önüne.
Kurutulmuş bir benlik
sünger gibi çekemiyordu sevgiyi o her ne kadar sevginin dibinde yeşeren bir
bitkiymişçesine kandırsa da bilmiyordu oysa Tanrı’yı kandıramayacağını.
Sonlanmamış sancılardan
ibaretti aslında varlığı. Var olduğuna asla inanmadığı Tanrı’ya blöf
yapamayacağını henüz anlamamıştı.
Dini bütün bir Müslüman
olduğunu iddia ettiği yetmezmiş gibi düzenli olmasa da camiye gidip gözükürdü
cemaate.
Nefret ettiği kim varsa
o kadar yakınındaydı ki ve sevdiği hiç kimse ile beraberdi tüm gün tüm ömür.
Tümlenen insan
benlikleri, eksiltili ne çok cümle içinde sevgiye yer vermediği.
Boğulduğu gün gibi
aşikârdı Tanrı’nın gözü önünde yine de yediremiyordu kendine nefretin onu
yıprattığını.
Erişemediği kadınlar…
Sahip olamadığı bir
hayat.
Aklından çıkmayan
bitimsiz hegemonyası.
Geçmişi hakkında asla
konuşmadığı gibi gelecek planlarını da paylaşmıyordu kimselerle sadece
göstermelik birliktelikler ve günü birlik ilişkiler.
Muhteşem ama
zaaflarının doruğunda.
Başarılı ama tatminsiz.
Çok mutlu gözükse de
içini çürüten o nefret duygusu.
Sevgisiz ama umarsızdı
da. Öykündüğü hayatları gördükçe kendine duyduğu inanç gitgide sarsılmaya
başlamıştı.
Yalnız yaşadığı evi tek
sığınağıydı nefreti duvarlara kustuğu ve kendine zarar vermeye başladığı anlara
tanıklık eden tek sırdaşı.
Yüzü gözü mosmor
gelmişti çalıştığı kuruma. Herkes ağzı bir karış açık:’’Hayırdır hocam. Çok
geçmiş olsun’’demeye kalmadı ki adam hemen savunmaya geçti: ‘’Merdivenlerden
düştüm.’’
İlk kez kendine zarar
vermişti ömrü boyunca. Keşfettiği yeni özelliğini kendine itiraf etmek adına
geri de durmuştu:’’İlk ve son.’’
Bir haftalık raporla
geçiştirmişti olayı.
Zaman içerisinde
hareketleri iyice zıvanadan çıkmaya başlamıştı. Önceleri tek başına iken
gördüğüne inandığı hayali dostları ile konuşurken ilerleyen zamanlarda yanında
başkalarının olduğuna aldırış etmeden daha da ileri boyuta taşımaya başlamıştı.
Sıradan olmak onun için
neydi ki… Sıra dışı olmalıydı hatta erişilmez.
Hayatın onu hırpaladığı
değildi gerçek olan ama onun hayatı yok ettiği idi işin aslı.
Sıra dışı ve özel olmak
adıyla müsemma olmalıydı adamın.
Komşuları görünüşte aklıselim
bir adam olarak nitelendirmedikleri için pek de içli dışlı olmayı
yeğlemiyorlardı doğrusu. Ama son zamanlarda sonlanmak bilmeyen iniltiler ve
çığlıklar bardağı taşırmıştı.
Ne zaman rast gelseler
adama lafı tıkıyordu ağızlarına:’’Televizyonun sesini fazla açmışım. Bir daha
olmaz.’’
Bir diğer sefer:’’Misafirlerim
vardı.’’
Üçüncü sefer
olmayacaktı ne yazık ki ta ki duydukları son gürültüye kadar sineye çekmiş
olsalar da…
Cenin pozisyonunda
kıvrılmış cesedin başucunda duran bir mektuba yöneldi genç polis memuru:
‘’Ne bu şimdi?’’
‘’Belli ki intihar mektubu.’’
‘’Hayır, anne diye
başlıyor mektup.’’
‘’Okusana.’’
‘’Seni asla
affetmeyeceğim, anne. Mademki beni sevdiğin adam uğruna terk edecektin ne diye
dünyaya getirdin?’’
‘’Sonrası…’’
‘’Vay be. Dudağım
uçukladı.’’
‘’Ne diyor?’’
‘’O adamlar senin
yüzünden bana…’’
‘’Evet…’’
‘’Bana defalarca
tecavüz etti. Çünkü sen bana sahip çıkmadın anne.’’
‘’Çok kötü kokuyor
burası. E, sonrası yok mu mektubun?’’
‘’Tüm insanlardan
nefret ediyorum ama en çok da kendimden. Ve…’’
‘’Cehennemde buluşmak
üzere anne…’’