Okulların açılma zamanı geldi mi, Sarımsaklı'da
yaz sezonu bitiyordu. Kışlıkçılardan bikinili lolitaları röntgenlemeye
gidenlerin dışındakiler yaz sezonundaki kalabalıkla birlikte denize girmekten
pek hoşlanmadıkları için okulların açılıp, kalabalığın yitmesini bekliyorlardı.
Okullar açılıp da turizm sezonu bitince, sahil de, deniz de, yerlilere
kalıyordu. Tenha, sakin denize baş başa, keyifle giriyorlardı.
Sami Emekli'nin ortalık kalabalıkken plaja
girmeyerek okullar açılıp ortalık tenhalaşınca gitmeye başlaması hakkında da
herkes aynı şeyi düşünüyordu. Oysa en doğru ve hakiki gerçeği bilen Dedikoducu
Emine kulaktan kulağa onun, aslında lolitaları röntgenlemeye can attığını, ama
karısı Elezer'in buna engel olmak için plaja gitmesine izin vermediğini fısıldamaktaydı.
Nitekim üç Eylül günü son yazlıkçılar da gidince,
Elezer hanımdan, Sami Emekli'ye kendisinin refakatinde olmak kaydıyla sezonu
açması için izin çıkmıştı. Tam da şemsiyeyi filan hazırlayıp gitmek üzereyken,
Elezer hanım, aldığı bir telefondan sonra, "ben gelmiyorum," diyerek Sami Emekli ile beraber plaja
gitmekten vazgeçti.
“Ne
demek şimdi bu?”
“Ya,
Hanife ile ablası gelmişler; gel otogardan al diyorlar.”
Hanife,
Elezer hanımın facebooktan arkadaşı.
“Bizde
mi kalacaklar?”
“Facebooktan,
istediğiniz zaman gelebilirsiniz, dediydim; ne bileyim ben ciddiye almışlar
işte…”
Şu
kibarlığının onda birini Sami Emekli'ye gösterse, adamcağız doksan bir yaşına
kadar onunla birlikte yaşardı. Neden doksan bir yaşına kadar? Şundan: Yeni
evlenmişlerdi. Bir gece Sami Emekli'nin rüyasına beyazlar içinde aksakallı bir
dede girmiş ve ona, “evladım Sami, çok güzel bir evlilik yaptın, aferin!
Yalnız, kötü olan şey, maalesef sen altmış beş yaşında öleceksin; evlendiğin
hatun ise doksan bir yaşına kadar yaşayacak,” demişti.
“Eyvah!
Ölmeme beş sene kalmış!”
Elezer
hanım bu beş sene muhabbetine alışıktı, her zaman ki gibi gene, “sen beni
gömersin daha; domuz gibisin,” deyip geçti.
Bu
konuyu uzatmamak için hemen asıl konuya dönen Sami Emekli, “Ne sandıydın ya,
ciddiye almayacaklarını mı? Millet, adam başına yüz kağıt otel parası
vermektense; senin gibi facebook arkadaşlarına yıkılmaya çalışıyor kızım,
öğrenemedin mi daha? Başkalarını da çağırmamışındır inşallah?” diye söylendi.
“Valla,
üç yüz altmış dört tane facebook arkadaşımın hepsiyle, kapım size ardına kadar
açık; istediğiniz zaman gelebilirsiniz, diye mesajlaşmışımdır!”
“Şaka…”
“Valla
ciddi… Ne yapayım, mecburen, yani nezaketen öyle demek zorunda kalıyorum…
Başkaları gelmez inşallah!”
“Göreceğiz,
bakalım! Git, al bari şu facebook arkadaşlarını; ne yapalım, bugün
gitmeyiverelim denize…”
“Yok,
sen git...”
“İyi
madem, gidip kendim gireyim.”
Elezer hanım, “Karıya
kıza bakmazsın inşallah!” diye tembih edince,
Sami
Emekli karısının yanından, “Sen nereden göreceksin bakıp bakmadığımı ki,
facebook arkadaşlarınla ilgilen sen, benle ilgilenme!” diyerek ayrıldı, gitti.
Plaja ulaştığında oturabileceği bir yer araştırarak gezinmeye başladı.
Hani,
büyük lokma ye, ama büyük laf söyleme, derler ya; daha oturacak bir yer
ayarlamaya uğraşırken burnunun hizasında karısının ahbabı dedikoducu Emine'yi
görerek duvara tosladı. Kadın, bir arkadaşıyla oturmuş sohbet ediyordu.
Yanlarındaki bir finoda ağzı açık ayran budalası gibi onları dinliyordu. Bu
kadın plajdayken sağa sola bakması olacak şey miydi, Allah korusun, gördüğü bir
şeyi saptırıp yedi düvelde dedikodu eder, adamı rezil ederdi. Kadının şerrinden
korunurum umuduyla sırıtarak bir selam çaktı. "Meraba Emine!"
Kibirini
köpek yiyesice, tenezzül edip karşılık bile vermedi.
Belki
o cevap verir diye düşünerek selamı bu defa köpeğe çaktı. "Merhaba
Lakiciğim! Napıyon, iyimin?"
Laki,
dedikoducu Emine'nin sahibi olduğu terrier cinsi köpek. Sahibesinin göstermeyi
esirgediği ilgiyi Sami Emekli'ye o gösterdi. Öyle bir baktı ki, Sami Emekli
onun, “ne yaptığımızı görmüyon mu, dangalak?” diye sorduğunu hemen anladı. Ne
olur, ne olmaz diyerek beş metre berilerinden geçip oradan uzaklaşmaya başladı.
Lakinin
başında hamamböceği katili dedikoducu Emine var, mümkün mü geçip gitmesi?
Kadının işi gücü hamam böceklerinin neslini kurutmaktı. Sami Emekli'yi de hamam
böceği gibi gördüğünü yüzüne değil ama içişleri bakanına dedikodu mahiyetinde
yüzlerce defa söylemişti.
Sami
Emekli'nin köpek fobisini Sarımsaklı'da bilmeyen hiç kimse yoktu, köpeklerin
kendileri dahil... Dedikoducu Emine'nin yanındaki arkadaşı da bunu bilenlerden
biri olmalıydı; "Emine gı, salıver de şu Laki'yi, gülelim biraz,” diyerek
dedikoducu Emine'nin zaten kötü olan ruhuna hitap etti.
Sami
Emekli, tam da bulduğu bir yere oturacakken,
dedikoducu Emine sırıta sırıta Laki'yi salıverdi.
Şerefsiz
oğlu şerefsiz hayvan, çevrede başka başka birçok insan daha varken, doğruca
Sami Emekli'yi hedefledi. "Hav! Hav! Hav!...”
Sami
Emekli, elindeki şemsiyeyi köpeğe doğru bir fırlatıp, “Ya Allah, bismillah!”
diyerek başladı kaçmaya. Bilinçli değil ama, içgüdüsel bir tempoyla denize
doğru koşuyordu. Ayağı suya değer değmez attı kendini suya, nefes nefese
kalmıştı, “Hı… hı…” diye diye havayı önce kursağından geçirmeyi başardı, sonra
da nefes borusundan; henüz akciğerlerine giren bir şey yok, elli, altmış tane
“hı..” çektikten sonra ilk oksijeni algıladı akciğerleri.
“Kurtuldum!”
O
arada Laki yanına gelip de etlerini kopartmaya başlamış olsa hiçbir tepki
gösteremeyecekti. Allah’tan o da tam suyun kenarında kalıp oradan havlamayı
sürdürmüştü.
Nihayet
yaşamayı sürdürebilecek kadar nefes alıp vermeye başladı. Üstündeki tişörtü
çıkartıp Laki'ye fırlattı. Az daha derine gidip, bir şey olmamış gibi başladı
zıplamaya. O suyun içinden, Laki su kıyısından başladılar karşılıklı atıp
tutmaya.
Köpeğe,
“Bir gün gelecek, seni aha bu ellerimle boğacağım pis kaniş!” diye seslendi.
Laki
de ona, nah boğarsın der gibi, “Hav!
Hav! Hav! Hav!” diye karşılık verdi.
Normal
şartlarda suyun içinde yarım saat zıplayıp, dışarı çıkarak bir saat kadar
güneşlendikten sonra, tekrar girip zıplayan biriydi. Şimdi ise iki saattir
suyun içindeydi ve bugün, hiç mola vermeden zıplamayı sürdürerek işi sıkı
tutuyordu.(!) Bu defa garantisi var, götü göbeği kalmayacaktı.
Sokağın
köşesinden doğru, gelmekte olan Elezer hanımı görünce, “kurtuldum! Kurtuldum!”
diyerek haykırmaya başladı.
Ama
o da ne?
Hemen
arkada Hanife ile ablası, onların arkasında da sıraya girmiş vaziyette...
Saymaya başladı: “bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz,
on...." Saymaktan yorularak yirmiye ulaştığında gözleri yuvalarından
fırlayacak gibi oldu.
Daha
saymayı sürdürürken onlar suyun kenarına, yanına ulaşmıştılar bile; Allahtan
Laki gelen kalabalığı görür görmez sahiplerinin yanına kaçmıştı da ondan
kurtulmuştu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye buna derler.
Elezer
hanım, "Samiii!” diye seslenerek geldi. “Bak, facebook arkadaşlarım!
Davetime uyup, sağ olsunlar, bize misafir gelmişler!”
Karısına,
"Bunca insan eve sığışabilecek mi?" diye sorduğunda aldığı cevap çok
daha hoştu:
"Billurcu
otelde bir oda tuttum. Sen orada kalacaksın!"
*
Elezer
hanımın Sami Emekli için tuttuğu oda evlerinin hemen bitişiğindeki Billurcu
Oteldeydi. Şimdiye kadar, gelen misafirleri eve sığmadığı zaman bu otelden
tuttuğu odalarda ağırlayan Elezer hanım, bu defa sırf bu öyküde yazılıp tarihe
geçsin diye misafirlerini evde tutup Sami Emekli'yi otele yollamıştı.
Torunları, torunlarının torunları büyüyüp bu öyküyü okuduğunda, büyükannemiz,
büyükbabamızı çaktı mı oturtuyormuş, desinler istiyordu. Otel ücreti bu sene
adam başı yüz teleydi, ama otel sahibi olan bayan Elezer hanımın ahbabı (!)
olduğu için, ona elli teleydi; tabii ki, otelin arka tarafında kalan; genelde
diğer müşterilere satılamayan, hemen herkesin pek sıkı olmayan bir pazarlıkla
altmış, yetmiş teleye tutabileceği köhne odalardı. Fakat yapılabilecek daha
akıllıca bir şey vardı; oda, facebooktan Elezer hanım ile arkadaş olup davet
edilmeyi bile beklemeden çat kapı misafirliğe gelmekti. Ev illaki ilave bir
misafir barındırılamayacak kadar dolu olacağından, Elezer hanım gelenleri
otelde oda tutup orada misafir edeceğinden, altmış teleyi ödemekten de
kurtulabilecektiniz. İnanmayanlara denemek bedavaydı. Bu öykünün yazarı hiç
kimseye yalan borçlu değildi herhalde! Nasıl olsa o paralar Elezer hanımın
değil, Sami Emekli'nin cebinden çıkıyordu.
Elezer hanım, birkaç gündür facebook arkadaşlarını ağırlamaktan
parası kalmadığında, nihayet kocacığını hatırlayarak, otele, yanına gitti.
Sami Emekli, karıcığının
kendisini hatırlamış olmasından gayet mutlu, "Misafirlerini de getirseydin
ya, otelin havuzunda yüzerlerdi,” dedi.
“Yok… Misafirleri deniz kıyısına yolladım. Seni almaya geldim.
Hadi kocacığım, şöyle bir yürüyüş yapalım, misafirlerin yanına gidip denize
girelim”
"Hayret, para talebin yok! Oysa sen para lazım olmadıkça
bana kocacığım demezsin hiç!" Sami Emekli, kendini naza çekerek,
"yok... Ben otelin havuzunda takılacağım," dedi.
"Olur muymuş hiç? Seni benim kadar düşünen ikinci bir insan
daha var mıdır?"
"Senin kadar az düşüneni yoktur elbet."
"Bırak kapris yapmayı! Hadi kocacığım... sağlığın için…
doktor öyle diyo…”
Sami Emekli, bunca ısrar karşısında hazırlanmaya başladı. Denize
gideceği zaman daima deniz şortunu giyer, onun üstüne de bermuda pantolonunu
geçirir öyle giderdi. Gene aynı şeyi yapmak için, dolaptan deniz şortunu
çıkarttı. Kıçındaki külotu çıkarttı. Aniden, odanın kapısı açıldı. İçeri,
yabancı bir bayan kafası uzandıktan sonra, onu o halde görmenin de
utangaçlığıyla “sorry! Sory!” diyerek geri çekildi.
Kadının bu ani baskınından asıl o utanarak aceleyle Bermuda pantolonunu bacaklarından
geçirdi, “hadi gidelim!” diyerek Elezer hanımı odadan çıkarttı.
Genç âşıklar gibi elele tutuşup yola çıktılar.
Sami Emekli, “bu yolda beşinci köşe başında bi tane çomar var,
beni görünce saldırıyor, şu yola sapalım" diyerek gidilecek güzergahı belirledi.
Biraz yürüdükten sonra, bu defa da, "az ilerdeki kasabın iti var, pusuya
yatmış beni beliyordur puşt!” diyerek başka bir güzergaha yöneldi.
Kendi kendine soru sorabilmek için kurabildi en kibar cümle: “bu
kadar ahmak olmak zorunda mısın, Samiciğim?” idi. Biraz ilgi, biraz sevgi ile
kolayca olabildiği bir şeydi bu ahmaklık. Yürüyüş yaptıkları her güzergahta
köpeğin sürüsüne bereket. Bunu her defasında tecrübe etmesine karşın, ciddi
ciddi cümlelerle yorumlar yapıp yeni güzergahlar belirlemenin ne gereği vardı
ki! Öyle
değil mi?
Bu defa belirlediği yeni güzergâhta ansızın karşılaştıkları ise
bir değil, tam yedi köpekti. Karşılarına öyle ani çıkmışlardı ki, tam bir gafil
avlanma yaşadı. Sağında üç köpek, solumda dört köpek... Elezer hanıma sanki
etini delip içine girecek gibi öyle bir sokuluşu vardı ki, gözleri kararıp,
bacakları titremeye başladı. Bayılıp düştü, ya da düşecek, o vaziyet. Elezer
hanım birden, köpeklerin üstüne yürüyerek, bir iki “hoşt!” diye nara attı.
Köpekler, ortaya çıktıkları gibi hızla geçip gittiler.
Elezer hanım, “Gördün mü bak, seni korudum onlardan,” diyerek
böbürlenmeye başladı.
Sami Emekli, hayretler içinde kaldı! Çünkü köpeklerin hiçbiri
ona saldırmaya teşebbüs etmemişti. Nedenini anlayabilmek için göz ucuyla
arkalarından baktı ve en öndeki kızana gelmiş köpeği fark etti. Ötekilerin
hepsi onunla bozmuşlardı kafayı, onu gördükleri yoktu. Karıcığına, “Sen kovmuş
değilsin onları. Onların derdi, zaten ben değildim, en öndeki dişi köpekti…”
diyerek ne kadar akıllı olduğunu kanıtlamak istemişti ki, en öndeki dişi
köpeğin ancak yarı beline gelebilecek bir erkek köpek, diğer iri yarı
köpeklerin de hırlamalarından, gürlemelerinden bıkmış olacak ki, sürünün
peşinden gitmeyi bırakıp aniden ona doğru gelmeye başladı.
Olacak şey mi şimdi bu? Sol taraftan gitse arada karıcığı
olacak, ama cüce köpek onun yanından geçmeye karar vermiş. Hemen karıcığının
öbür tarafına dolanıp köpekle arasına gene onu sokmuş oldu. Köpek ise tam da
geçip gitmek üzereyken ani bir frenle dikilip başladı Sami Emekli'ye bakmaya.
Tam siper sinerek onu görmemesi için çabalasa da köpek onun çoktandır
farkındaydı. Köpek bu defada onun tarafına dolanmaya başladı. Sami Emekli de
gene öbür tarafa dolandı, bir taraftan da karıcığına dil dökmeye başladı.
"Haydi, kov şunu! Kovsana yav!”
“Demin ötekileri sen kovmadın, onlar zaten dişi köpekten başka
bir şey görmüyordu gözleri, diyordun ya!”
“Ne olmuş dediysem? Bunu kovuver işte!”
Geri zekalı köpek de o ne tarafa dolanıyorsa aynen dolanmayı
sürdürmekteyken kulakları dikip hırlamaya başlamasın mı?
“Yahu, Allah rızası için defet şu pire torbasını!”
“Olmaz!”
“Para veririm!”
“İki yüz elli lira verirsen kovarım.”
“Çüş…Elli lira yeter!”
Köpek, kendisine bu kadar düşük fiyat biçişlmesinden alınarak
hamleler yaparak başladı havlamaya.
“Tamam! Yüz vereyim, hadi!”
“Ne senin dediğin olsun, ne benim dediğim olsun, madem ki yüz
elliye halledeyim.”
Köpek ısırdı ısıracak.
Sami Emekli, “Tamam!” diye haykırdı. “Yüz elli olsun!”
“Çıkar ver!”
Bermuda pantalonun paça cebinden çıkarttığı paraların arasından
seçtiği yüz elli lirayı teslim etti.
Elezer hanım, aldığı parayı koynuna sokuşturduktan sonra, “ne
diyon lan, sen!” deyip bir iki tepinerek köpeğin üstüne yürüdü. “Defol git uyuz
şey!” diyerek bir de tekme salladı.
Köpek başladı kaçarak gitmeğe.
Sami Emekli, kadar basit bir işlem için kaptırdığı yüz elli
teleye yanarken, o; “Hadi, bu kadar yürüyüş yeter. Deniz kıyısına gidip
denizimize girelim artık,” diyerek onu plaja doğru çekiştirmeye başladı.
…
Denizin kenarında, facebook arkadaşları sere serpe güneşlenmekle
meşguldüler. İçten, sevecen, hepsini teker teker selamladı. “Merhaba kızlar!”
“Merhaba! Hoş geldin!”
Onların aralarına katıldılar. Elezer hanım grubun ön tarafında
temizce bir yere süngerimsi yaygıyı serdi. Denizle aralarında dedikoducu Emine,
arkadaşı ve köpeği Laki gözlerini dikmişler, onları seyrediyordu. O arada Sami
Emekli de ayağındaki pantolonunu çıkartıp deniz şortuyla, denize gitmeye
hazırlanacaktı. Bermuda pantolonunun fermuarını açıp indirdi aşağıya. Facebook
arkadaşlarından ve dedikoducu Emine'den aynı anda bir nida yükseldi.
“A...aaaa!”