Hüsnü Duman’ın Çocukları…3.
Selma beyaz eşya satan
bir mağazada çalışıyordu. Osman’ı tanıdığında, “buldum!” dedi. “Sevebileceğim
erkek işte bu!”
"Büyük aşk"
her kızın bulmak istediği şeydi, onun da; henüz on beş yaşındayken kapıldı o
rüzgâra ve Osman’ı sevdi. Her şeyi onunla aşmak istiyordu.
Osman, ilçe
merkezinde, yolunun üstünde, genelde ailelerin oturup kalktığı bir çay
bahçesinde garson olarak çalışıyordu. Çocukluğundan beri lisanslı bir oyuncu
olarak top peşinde koşmuş, ünlü bir futbolcu olup büyük takımlara transfer
olmayı henüz beceremediğinden, açlık belasına buradaki garsonluk işine
bulaşmıştı. Para kazanmak için garsonluğu sürdürse de, büyük bir takıma
transfer olup çok para kazanmanın umudunu hiç yitirmemişti. Bu uğurda işinin
yanı sıra futbol hayatını sürdürdüğü Bulanık Spor Kulübündeki antrenmanlarda
daha bir hırslı çalışıyor, maçlarda daha bir hırslı koşuyordu.
Selma, onunla
buluştukça o kadar çok şey dinliyordu ki, her dinlediği söz ona duyduğu
hayranlığı artırıyordu.
“Buralarda eskiden
petrol ararlardı. Sonra birden vaz geçtiler. Duyduk ki, yeterli rezerv yokmuş.
Ardından yeniden geldiler, ama bu defa gelenler TPAO değil, yabancılardı.
Türkler yok diyor, gâvurlar onlara inanmayıp yeniden aramaya başlıyor. Var bu
işte bir bit yeniği ama ne?” diyordu.
“…”
“Burada on yedi kasap
dükkânına karşın on yedi tane kuyumcu dükkânı var, biliyor musun? Yani millet
et kadar altın da tüketir burada…” diyordu.
“…”
“Düşünebiliyor musun?
Koskoca ilçede ne bir sinema ve tiyatro, ne de bir kitapevi var…” diyordu
Osman. “Görürsün bak, bu çay bahçesini satın alıp, bu salonu sinemaya
çevireceğim. Birinci vizyon filmler seyrettireceğim bu halka. İstanbul’dan,
Ankara’dan tiyatro grupları getirtip, şarkıcılar getirtip gösteriler, konserler
düzenleyeceğim. Bir köşesini kapatıp herkesin her aradığı kitabı bulup
okuyabileceği koca bir kitapevi yapacağım.”
“Bunları yapmaya çok
para gerek…”
“Hele bir transfer
olayım…”
*
"Allah'ın emri,
peygamberin kavliyle, kızınız Selma'yı oğlumuz Osman’a istiyoruz,"
dediklerinde; babasına ve annesine, "bir düşünelim," dedirtmedi.
Hüsnü Duman biliyordu ki, “olmaz!” dese, “kızım daha küçük,” dese, koymazlardı,
kaçırırlardı kızı, bari o sıkıntılar olmasın diyerek “hayırlı olsun!” demek
zorunda kalmıştı.
Selma bu durumdan
mutluydu.
Babası Hüsnü Duman,
“ne ettin be kızım, yaktın başını da farkında bile değilsin!” diyerek çıkışacak
oldu.
“Sevdim,” dedi.
“Sevdiğin oğlanın ailesi…”
diyecek oldu.
“Ailesinden bana ne?
Osman çok iyi bir çocuk,” diye susturdu babasını.
Sokak arasında yapılan
bir kına gecesinin ertesinde imam efendiye kıydırılan dini nikâhla evlendi.
Resmi nikâh yok, sonra, yaşı tuttuğu zaman! Yangından mal kaçırır gibi alıp
götürüldü baba evinden. Artık her şey
Osman olmuştu.
Selma,
gelin geldiği evde de baba evinden alışık olduğu yoksullukla buluştu. Daha
gidişinin ertesinde evin toparlanması, çamaşırı, yemeği, bütün yükü onun
omuzlarına yıkıldı. Kaynana her şeyden elini eteğini çekip başköşeye kurulmuştu;
oturduğu yerden gelininin canına yetiyordu.
“Nasıl
bir karısın sen, babanın evinde hiç mi iş öğrenmedin? Beceriksiz şey! Ortalığın
haline bak, bok götürüyor her yanı! Bizim zamanımızda böyle miydi?
Kayınvalidemiz ağzımızdan girer,
burnumuzdan çıkardı da gıkımızı çıkaramazdık. Zamane gençlerine bir iş
yaptıramıyorsun ki…”
Elinden
geldiğince yükü taşımak için uğraşıyordu. Ev, Osman’ın garsonluktan kazandığı
parayla dönüyordu, o ise kıt kanaat bir geçime bile yetmiyordu. Sanki o
gelmeden önce kral sofralarında oturuyorlarmış gibi, ne kaynanası, ne de
kaynatası onun yoktan var ettiği yemekleri beğenmiyorlar, yemek kabına tükürüyorlardı.
“Selma
gelin, sofraya adam gibi bir yemek yaptığını göremeyecek miyiz senin?”
“Oğlan
kazancını getirip olduğu gibi buna teslim ediyor. Onca parayı ne eder bilmem
ki…”
“Ne
edecek! Üstünden kırpıp anasına babasına götürüyordur. Bizim oğlan nereden
buldu bunun böylesini bilmem ki! Hangi işin ucundan tutsa eline yüzüne
bulaştırıyor. Beceriksiz şey! Eline
aldığı her şeyi düşürüyor, kırıyor. Geçenlerde bir kova sütü yere döktü. Neymiş ayağı kaymış,
düşmüş. Daha bir yolda yürüyemiyor. Te-ey! Ben böyle miydim? Kayınvalidem başparmağıyla
ağzını gösterir, koşar su getirirdim. Bizim zamanımızda yaşamış olsaydı bunlar
beş dakika durmaz, kaçar giderlerdi.”
“Yapacak
bir şey yok, kattık aramıza artık.”
“Bari
ele güne rezil etmese bizi. Eve misafir gelecek diye ödüm patlıyor. Acaba bu
kız bizi elalemlere rezil eder mi diye.”
Bir
tarafta kaynanası, bir tarafta kaynatası, çeneleri hiç durmuyordu. Zavallı
Selma onların bu kabalığına elinden geldiğince tahammül gösteriyordu. Gücü
kendi kendine söylenmeye yetiyordu. “Oğullarının getirdiği para pek matah bir
şeyde sanki anama babama vereceğim! Hepsi hepsi üç kuruş… O kadarcık parayla
alışveriş mi oluyor? Bu ihtiyarlara ne yapsam yaranamıyorum bir türlü!
Osman’ımın hatırı olmasa gösteririm ben onlara ya…”
*
Osman, iş yerinde
tanıdığı bazı insanların bağlı oldukları örgütü, büyük bir korkuyla beraber
daha yakından tanımayı arzu etmeye başlamıştı. Bu da beklediğinden kolay
olmuştu. Onun meraklı sorularını içtenlikle cevaplamaya başlamışlardı Bu
değişim süreci yaşadığı gelişimsel sürecin bir sonucu olarak içine onu da
çekivermişti. Fırtına gibiydi, gergindi, otoriteye isyan halindeydi. Oysa bir
otoriteye isyan halindeyken, aynı dönemde aidiyet bilincini geliştirmişti de
farkına varamadan kolayca kandırılıvermişti.
Selma, Osman’ı sadece
bir yıl yaşayabildi. Bir yıl dolmamıştı bile. Kocası bir gece alıp başını
gitti. Giderken onu da götürecekti, önceden öyle konuşmuşlardı, ama hamile
kalmıştı, karnı burnundaydı, gidemedi.
Selma’yı anasıyla babasına emanet edip, kendisi gitti Osman. Onu
götürenler katılacağı örgütün Kuzey Irak'taki kamplarında eğitim göreceğini,
sonra da Avrupa'ya yollayacaklarını söylemişlerdi. Sözde iki yıl içinde
dönecekti ve Almanya'ya geçeceklerdi.
*
Selma çocuğunu
doğurduğunda kendi kendini yetiştirdi hastaneye; ne kaynanası, ne de kaynatası
bulunmadı yanında. Kendi anası babasının ise haberi olmadı. Doğumhaneden
çıkartılıp büyük bir koğuştaki yanyana karyolalarda doğurmuş diğer kadınların
yanında, boş bir yere yatırıp çocuğunu kucağına verdiklerinde ne yapacağını
bilemez haldeydi. Diğer hastalardan birinin refakatçisine rica minnet telefon
ettirdiğinde ablası Semra koşup geldi, yanında o gece refakatçi kaldı.
Doğurduğunun ertesi
günü taburcu edildi. Hastanenin çıkarttığı masrafları ödemek Semra’ya düştü.
Götürdü, kardeşini evine teslim etti. Ne kaynana, ne kaynata, ne geçmiş olsun
dediler, ne de açıp çocuğun yüzünü gördüler. Semra’nın bu gördüklerinden içi
yandı.
“Kardeşim, nedir bu
halin?” diye inledi.
Selma, “boş ver,
umursama onları,” dedi. “Ben öyle yapıyorum… Osman, bir yıla varmaz dönecek,
beni Almanya’ya götürecek… O gelene kadar ne yaparlarsa yapsınlar, umurumda
değil.”
*
Adı Yosif Visaryonoviç
Cugaşvili. O, dünyanın en kanlı katili. Onu tüm dünya “Çelik Adam” lakabıyla tanır. Çelik adam,
Rusçada “Stalin” demektir…
Stalin, Osman’ın da
kod adıydı. Ona bu adı koyanlar üstleneceği işlevin kan dökmek, pek çok cana
kıymak olduğunu söylüyorlardı.
Osman, kan döken
herkesten nefret ederdi, buna rağmen seçtiği şu yola bak! Bir şeyi ya yapmalı,
ya da yapmamalı! O hiç bir şey yapmak istemiyordu ama yapmasını istedikleri şeyleri
de yapmak zorunda kalıyordu; aksi takdirde davaya ihanet etmiş olur ve
öldürülürdü. Hayatın içindeki insanlara benzememek uğruna neye, kimlere
benzediğini örgüte katıldığından kısa bir zaman sonra anlamış, sorgular
olmuştu. Sorularının cevabını bulmak korkusuyla aynalardan uzak duruyordu
artık. Tam bir buçuk yıl, derin bir vadi dibinde bir kampta tutuldu. Karısını
özledi, henüz yüzünü bile görmediği bir yaşını aşmış oğlunu özledi. Özlemlerini
çekerek tam bir buçuk yıl boyunca kim olduğunu, burada ne aradığını sorguladı
kendi kendine. Bir fırsat bulup kaçmak, kurtulmak istiyordu artık…
*
(
Hüsnü Duman’ın Çocukları…3. başlıklı yazı
AliKemal tarafından
27.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.