Hüsnü Duman’ın Çocukları…7.
Selma’nın
olanları öğrendiği yer kocasının eskiden çalıştığı çay bahçesiydi. Sanki
o iyi işitsin diye televizyonun sesini sonuna kadar açmışlardı. İşittiklerine
kulakları inanamıyordu. Kod adı Stalin olan Osman Yüce’nin örgüt içindeki bir
hesaplaşma neticesinde Elazığ tren garında öldürüldüğünü söylemişti televizyon.
Gerçek sandığı dünya yıkılıvermişti başına. Kendini sahte
hissetmişti. Duydukları gerçek, sanki sahte olan oydu sadece. Onun kollarında
olmak, seni seviyorum demek istedi, ama kalbi suskundu nedense; sanki
atmıyordu, durmuştu. Bir damla yaş düşmüyordu gözünden. Ruhunu gönderdi uzaklara,
ellere, gerçeklere. Pişmanlıklar bir
kanser tümörü olup yayılsa her yanına ve canını acıtmaya da başlasa, artık çok
geçti, dönüşü yoktu! Yaşamanın adı 'cehennem'; yani, kendi sonsuzluğu içinde
yanmaktı. Kısa bir nefes içinde, uzun bir kâbus... Hayatı parçalandı, soldu
çiçeği, düştü yaprakları, meyveleri döküldü. Düşen her meyve gibi çürüyerek yok
olmalıydı.
Hala
yaşıyordu, içindeki acıya rağmen... Güneş henüz yeni batmıştı, hava kararmıştı.
Ortalık hala sıcaktı, tıpkı içinde kanayan yara gibi. Hemen eve döndü.
Kaynanası
"aslanımı vurmuşlar," diye çığlıklar atarken, ağzından köpükler
saçıyordu. "Kaçacak, askeriyeye teslim olacak diye belleyip
vurmuşlar!"
"Kaçacak
mıymış?"
Cevabı
kaynatası verdi. "Kaçacakmış, kaçacak diyerekten..."
Kaçacakmış...
Kaçacak diyerekten... "Her hâl onlara katıldığına pişman olmuş..."
"Her
hâl, pişman olup kaçacak sanaraktan!"
Kaynanası
sürekli çemkiriyordu, bu eve gelin geldiğinden bu yana tavırlarında
gözlemlediği sevgisizliği iyice ayyuka çıkmıştı.
"Bu
evde yerin yoktur gayri! Al piçini de defol!"
Osman'ın
ölüm haberinden beter bir sarsıntı geçirdi; hiç beklemiyordu, öylesine sürpriz
olmuştu bu tavır. O an anladı ki, o da onlardan kurtulmak istiyormuş. Bundan
sonraki hayatını onlarla birlikte sürdürmeyi asla istemiyormuş. Vaz geçer de
kal derler korkusuyla, üstünü başını toparlanmak için bile oyalanmadan, kaçar
gibi evden çıktı, uzaklaştı.
Bulabildiği
ilk otobüsle Muş'a, oradan da İstanbul’a, baba evine gitti.
Maslak’taki
eve ulaştığında Hüsnü Duman ve karısı Hanım, orta yerdeki küçük leğenin içindeki
yoğurulmuş kıymadan koparttıkları küçük parçaları düzeltip, yassıltıp bir
tepsinin içine dizmekle meşguldüler. Bunlar Hüsnü Kara’nın köfte arabasıyla
satması için hazırladıkları köftelerdi.
Kapı
çalındığında ellerini yaygı bezine silen Hanım Duman gitti, açtı. Kapıyı
çalanın kızı Selma olduğunu gördüğünde yüzüne bile bakmadı. Kırgındı, hatta
nefret ediyordu, belliydi. Haklıydı da! Ona
damat olarak getirdiği adam, dağa çıkmıştı. Yüzleri eğikti ülkeye.
Hanım
Duman, kızının kucağındaki bebeği aldı, bağrına basarak içeri döndü. Onun
ardından Selma’nın bir yerleri acıdı. Gözlerine bir ıslaklık yapıştı. İçeri girdi,
yerde bağdaş kurmuş, köfte yapmakla meşgul olan adamın yanına gitti. Her
geldiğinde yüzünde asılı bir rüzgârla onu karşılayan adama sarılmaya
yeltendiğinde, adam kıyma bulaşığı ellerini koydu araya. Zorla sarıldı.
Ellerini aralarından sıyırıp çekti, yaygı bezinde sildi, önce omuzlarını tuttu
hafifçe, sonra sırtını sıvazlayarak sarıldı Selma’ya. Selma, o anda hissetti
sevgiyi! O anda anladı, hiç kimse, hiç bir erkek ona babası kadar büyük ve
bitmeyecek bir sevgiyle sarılmayacaktı. Sanki bundan önceki sevgisizlikten
sonra bu sevgi kocaman gelmişti. Gözlerindeki ıslaklık bir damla yaş olup
omzuna aktı. Kulağına fısıldadı: "seni seviyorum babam!".
O
ise, "Olacağı varmış, olmuş; n'apalım,
başın sağ olsun!" demekle yetindi.
Hanım
Duman tutamadı kendini, "su testisi işte..." diye mırıldandı. Belki
de onu susturmak için kucağındaki küçük bebek ağlamaya başladı.
Hüsnü
Duman’ın kollarından ayrılıp annesinin yanına vardı; "acıkmıştır o,
emzireyim," diyerek bebeği aldı.
Hanım
Duman’ın, "geç içeri, emzir," diyerek gösterdiği kapıyı açıp girdi.
Memesini açıp bebeğin ağzına sokuşturduktan sonra gözlerindeki o acılı
gözyaşlarını sildi usulca.
*
Ekrem,
cumartesi günü okulundan çarşı iznine salındığında bir iki saatliğine uğramıştı
eve. Eski çocuksuluğundan çıkmış, boyuna da, enine de artmıştı.
Hanım
Duman, “Selma gelmiş,” diyerek açtı kapıyı.
"E-e?
Niye gelmiş?"
"Kocasını
vurmuş teröristler."
"Hadi
canım sende! Terörist teröristi gebertir miymiş?"
"Vurmuşlar
işte... Kaçıp teslim olmak istemiş, diyerekten..."
"Teslim
olmak mı istemiş?"
"He!"
“İyi
bari…” Kızgınlıkla, "dua edin de kızına da dokunmasınlar," diye
söylenerek içeri geçti.
"Ağzını
hayra aç!"
"Açsam
n’olur, açmasam n’olur! Vatan hainlerine acıyacak değilim.” Selma’nın baba
ocağına dönmüş olması yaptığı uyduruk evlilikten pişman olduğunu kanıtlıyordu;
evet, küçük orospu girdiği yolun doğru bir yol olmadığını kavrayarak nihayet
boyunun ölçüsünü almıştı. Kimseyi göremeyince, “nerede o?” diye sordu.
“
Yok evde. Evde oturmaktansa çalışıp eve katkı yapayım diyerek iş bakmaya
gitti.”
“İşe
gidip gelirken koca bulacaktır yine, teröristi de öyle bulmadı mıydı? Semra
ablam da çalışıyor mu hala?”
“Ya
ne yapacaktı? İşe gidip geliyor işte…”
“O
bir koca bulamadı mı hala?”
“Yok…
İsteyeni oluyor ya, o erken diyor, varmam diyor,”
“Aferin
ona… Babam?”
“O
da köfte arabasının başına gitti. Kahvenin önündedir.”
“Tamam,
varırım yanına.”
Hanım
Duman soba yanındaki beşikte battaniye ve yastık arasında kaybolmuş bebeğin
başına gidip yüzünü araladı. “Bak bu Erdem,” dedi oğluna. “Selma’nın…”
Ekrem
gelip çocuğa baktı. Ne de güzel bir bebekti! İçi ısınıverdi. “Anasına
benziyor…” diye mırıldandı. “Zavallım… Aklı benzemese bari!”
*
(
Hüsnü Duman’ın Çocukları…7. başlıklı yazı
AliKemal tarafından
7.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.