Hüsnü Duman’ın Çocukları…8.
Günler
akışmayı sürdürürken yaşamlar duruluyordu. Semra, çalıştığı hazır giyim
mağazasının sahibine çıkıp kız kardeşi Selma için iş istedi. O şirret patron
ummadığı kadar iyi karşıladı onu, odasında oturtup çay
ikram etti.
“Kız
kardeşini benim otelde çalıştıracağım,” dedi. Otel müdürüne
telefon edip, "Başvurduğunda Selma Duman isimli bayanı otelin
restoranındaki boş garsonluk işine başlat!" diyerek talimat verdi.
Semra,
“çok teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun!” diyerek işinin başına
dönmek istedi.
Adam,
"hazır gelmişken biraz daha oturun da konuşalım," diyerek onunla
sohbet etmeyi sürdürdü.
Mağaza
çalışanlarının sabah dokuzdan akşam yediye kadar o görecek diye bacaklarını
dinlendirmek için beş dakika oturmaya bile korktukları 'büyük patron' ona
dakikalarca komplimanlar yaptı. Adam tatlı diliyle yılanı bile deliğinden
çıkartabilirdi; etkilenmişti.
Finalde
adamın amacına yönelik sorusu geldi: “İş çıkışında akşam yemeği için bana eşlik
eder misiniz?”
Semra,
küçük bir şok geçirdi. Ne diyeceğini bilemedi. Evli barklı bir adamın
yapabileceğini ummadığı bir teklifti bu. Sorgular gibi, “eşiniz?” diye
mırıldandı.
Adam
pişkin, “eşimle ilgili yemekte konuşalım!” dedi.
“Şey…
Beni evden merak ederler ama…”
“Evinize
çok geç yollamayacağım, merak etmeyin! Telefon edip, mağazada saat ona kadar
mesaiye kalacağınızı söylersiniz, olur biter…”
Hayır,
olmaz diyemedi adama. Sanki başka bir çıkar yolu yokmuş gibi, “peki efendim,”
dedi.
Adam,
onu amacına ulaştıracak yola ilk adımı başarıyla atmış olmanın özgüveniyle
hemen ikinci adımını da attı. Dahili telefonda mağaza sorumlusuna, “Hamiyet
hanım, Semra Duman akşamki iş yemeğinde bana eşlik edecek. Kendisine mağazadaki
en şık gece kıyafeti giyindirin!” diyerek talimat verdi.
Seçilen
kıyafet Semra’yı bambaşka bir görüntüye sokmuştu.
Hamiyet
hanım, “turnayı gözünden vurdun kız, aferin!” diyordu. “Dur, şu saçlarına da
bir şekil verelim.”
Semra
hâla, “yok be abla, sadece yemek için…” diyordu saf saf.
Yemek
için seçilen yer şehrin en lüks lokantasıydı. Yemeklerini, dolunayın
yansımasıyla ışıldayan boğaz sularının üzerinde güçlü aydınlatmalarıyla hareket
halinde olan deniz trafiğini seyrederek yiyorlardı.
Semra
adamın sesine kulak verdi. Adam, etkileyici bir ses tonuyla, “bu hayatımın en
mutlu gecesi,” diyordu.
Manzaranın güzelliği çok etkileyiciydi. Semra,
gözlerini manzaradan alıp adama çevirdi. “Benim için ise hiç alışık olmadığım
bir deneyim oluyor,” dedi. “Kendimi, eşiniz hanımefendiye saygısızlık
yapıyormuşum gibi hissediyorum.”
Adam
pişkin, “bir eşim olsaydı, ben de öyle hissedebilirdim,” dedi.
Semra
şaşırdı. “Sizin evli olduğunuzu biliyorum,” dedi.
“Evet,
evliydim,” dedi adam, “ama eşimden ayrıldım, boşanmak üzereyiz. Sizi buraya
davet etmemin bir nedeni de, bunu sizinle konuşabilmek içindi Semra hanım.
Mağazada çalışmaya başladığınız ilk günden itibaren gözlerim sizin
üzerinizdeydi. Beni çok etkiliyorsunuz. Ben galiba size âşık oldum…”
Aşk
neydi? Semra aşkı hayal dünyasında beslediği bir büyü ile yaşamıştı. Aşk bir
sevda türküsüydü.
Değil
miydi yoksa?
Adamın
bahsettiği aşk değil, bir tutku olsa gerekti. Aşk sadece bir tutkudan mı
ibaretti?
Semra’nın
aşkı bir hayal ürünüydü. Adamın tutkusu ise aşkın gerçeğiydi.
O
ilk yemekten sonra her şey çok hızlı gelişti.
Semra
uzun bir süre kararsızlığın boşluğunda bocaladı. Sevmeli miydi? Sevgili olmalı
mıydı? Bir türlü karar veremiyordu.
Adam
kolay pes edecek gibi görünmüyordu. Cazip vaatler ve pahalı hediyelerle kızın
aklını çelmek için ısrarla mücadele etti. Kızla karşılaşıncaya kadar aşktan
umudunu kestiğini ve onu koşulsuzca, kuralsızca, çıkarsızca sevmeye hazır
olduğunu anlattı uzun uzun. Evet, heyecanlanmayı, tutkuyu,
sevmenin yüceliğini yeniden anlamıştı onunla. Kullandığı tatlı dil ve gözlerinden yansıyan o
içten gülümsemeyle kızı etkilemeyi başardı.
Semra,
ondan hoşlanıyordu ama onu seviyor muydu, bu tartışılırdı.
Sevmese de, onu en azından yoksulluğundan kurtaracak bir ilişki olabilirdi
bu. İşte bu bana hayatı yaşatacak insan diye düşünmeye başladı onun için. Sevgili
olmaları kolay olmadı, ama oldu. Onu, ondan daha çok seven, en azından bu
duyguyu yaratabilen bir sevgilisi olmuştu. Onunla her şey kolaydı ve her
istediğini koşulsuz yerine getiriyordu. Her gününü hemen hemen ona
ayırıyordu ve bundan da hiç mi hiç gocunmuyordu…
Son
zamanlarda Semra’nın hemen her gün mesaiye kalıp gecenin geç saatlerine kadar
çalışması annesini de babasını da üzüyordu. Çok yoruluyor diye acıyorlardı
kızlarına; öte yandan fazla mesai karşılığında getirilen paranın bolluğu
nedeniyle buna bir itirazları olmuyordu.
Oysaki
Semra mağazada çalışmayı bırakmış, günlerini adamla beraber gezip tozarak, alış
veriş yaparak ve birlikte yaşayacakları evin hazırlığını yaparak geçiriyordu.
Adam bonkörlükte o kadar ileri gitmişti ki, Semra’yı alıp tapu idaresine
götürmüş, oturacakları evin tapusunu onun üzerine devretmiş, tapu senedini
eline tutuşturmuştu. Bu da yetmemiş, onun için son model bir araba için sipariş
vermişti.
İtirazları,
Semra’nın çalıştığı mağazanın sahibiyle evleneceğini bildirdiğinde oldu.
Başlangıçta buna da olumlu bakmışlar, ama Semra adamın evli olduğunu, resmi
nikâhı adam karısından boşandıktan sonra kıyacaklarını, o güne kadar da imam
nikâhıyla evleneceklerini söyleyince buna şiddetle karşı çıkmışlardı.
Hüsnü
Duman, “adam seni kendine metres yapacak!” diyerek öfkeden küplere bindi.
“Namusumuzu, şerefimizi on paraya mı düşüreceksin? Hüsnü Duman’ın kızı adamın
birine metres olmuş, demeye başladıklarında ben insan arasına nasıl çıkarım?”
Semra
ise ısrarla, “metres yapmayacak, niyeti ciddi,” dedi. Çantasından tapu senedini
çıkartıp göstererek, “oturacağımız evin tapusunu bile benim üstüme yaptı. Niyeti
ciddi olmasa o pahalı evi benim üstüme niye yapsın?” diyerek ısrarını sürdürdü.
Bu
tartışma sürdükçe evdeki gerginlik arttı. Sonunda Semra, “karışmayın bana!
Evleneceğim,” diye rest çektiğinde Hüsnü Duman’ın öfkesi patladı, dövdü kızını.
Saçlarından sürüyerek sokak kapısına götürdü.
“Defol!
*rospu! Bir daha dönme buraya, defol!” diye bağırarak onu kapı dışarı etti.
Semra, kapı
dışarı edildiği evden hızla uzaklaştı. Ana caddeye çıkar çıkmaz çevirdiği bir
taksiye bindi, doğruca yeni evine gitti. Anahtarıyla açtı kapıyı, girdi.
Işıkları yaktı. Kendini salondaki koltuklardan birinin üstüne attı. Yenidünyası
işte buradaydı, ışıltılar içinde. Ağlamak istemiyordu artık. “Canın cehenneme
baba!” diye seslendi.
(
Hüsnü Duman’ın Çocukları…8. başlıklı yazı
AliKemal tarafından
9.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.