Hüsnü Duman’ın Çocukları…4.
Ekrem, eski Ekrem
değildi. Temel eğitimini Muş’taki özel okulda ve kaldığı öğrenci yurdunda
aldığı toplumsal hareketin telkinleri doğrultusunda bağlandığı cemaatin
ideolojisine göre şekillendirdiği bir yaşama kaptırmıştı kendisini. Ortaokul
diplomasını aldığı yıl okuduğu okulun sahipleri onu, çok istekli olduğu askeri lise sınavlarına
yollayacaklarını söylediler. Bunun için form doldurmadan önce cemaate ne derece
bağlı olduğunu anlamak için özel bir
mülakata tabi tutuldu. Mülakatta bir tek soru sordular ona: “Hoca Efendiyi korumak
için elinde bir el bombası olsa onun pimini çeker misin? Kendini hoca efendi
için feda eder misin?” Ekrem, “evet” dedi. Bu cevaptan sonra da formları
doldurdular. Abiler tarafından
Genelkurmay’dan temin edilen askeri lise sınav sorularına özel olarak
çalıştırıldıktan sonra askeri lise sınavlarına girdi. Sınava giderken Ekrem’e
bir fanila verdiler; bu kullanılmış bir fanilaydı. “Hoca efendinin giydiği bu
atlet seni her kötülükten koruyacak ve zihnini açacak,” dediler. Ekrem o fanila
sırtındayken girdi sınava ve onun kerametiyle İstanbul’daki Kuleli Askeri
Lisesinin yazılı ve mülakat sınavlarını dereceyle kazandı.
*
Ekrem, ablası
Selma’nın sokakta bulduğu sevgiliyle yaptığı düğüne gelememişti. Eniştesinin
terör örgütüne katılıp dağa çıktığını Bulanık’a, ailesiyle vedalaşmaya
gittiğinde diğer ablası Semra’dan öğrendi.
“Selma'nın kocası
Osman, ülkemizle savaşmak için dağa çıktı. Evet, utanılacak bir durum!
Patronum, böyle söyleyerek işime son verdi. Babam da kahvehaneye her gidişinde
aynı şekilde hakarete uğruyormuş. Bu yüzden oradan ayağını çekince, adam resmen
bunalıma düştü. Osman, Terörle Mücadele Şubesinin kara listesinde yer alan bir
teröristmiş. Polisler ikide bir kapımızı çalıp onunla ilgili bilgi istiyorlar,”
demişti ablası.
Ekrem, “satın evi,
benimle İstanbul’a gelin,” dedi babasına.
Baba Hüsnü Duman, eski
yaramazlıklardan tamamen sıyrılıp ağırbaşlı, oturaklı bir hale bürünmüş, beş
vakit namazını aksatmadan kılan, gurur kaynağı oğulun bu teklifine kafası
yattı.
Evi satılığa çıkartır
çıkartmaz sattılar, bitişiklerindeki komşuları kendi arsasını genişletmek için
istedikleri parayı verip satın aldı.
Ekrem, diğer ablası
Selma için kaygılanıyordu. Ziyaretine gidip kaygılarını ona da söyledi.
“Ailecek İstanbul’a göçüyoruz, kalma buralarda, bizimle gel,” dedi.
“Yerim kocamın
yanıdır,” dedi ablası.
“Kocam dediğin adamla
resmi nikâhın bile yok. Herif dağa çıkmış bir vatan haini,” dediğinde de her şeyi bildiğini ve artık o da aynı düşünceleri taşıdığını
söyleyerek onunla evlendiği için bir pişmanlık duymadığını belirtti.
Selma, “bizim de
kendimizi ifade etmekte özgürlüklerimiz var! Niyetimiz bu rahatlık içerisinde
edep sınırlarını aşarak çatışmalar yaratmak değil. Bize baskı yapılmasın,
siyasi görüşlerimize saygı gösterilsin. Bu fırsatı hak ediyoruz biz,” diyordu.
Onu yanıldığına ikna
edebilmek imkânsızdı. “Beni hiç düşünmüyor
musun? Yarın bir gün teröristle yaşayan bir ablam olduğu duyulursa askeri
lisede tutarlar mı beni?” diyerek sitem ettiyse de umursamadı ablası.
“Her koyun kendi bacağından asılır,” dedi.
Onun kararlılığına
saygı duymaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Ekrem, o yazın sonunda
onu okutan büyüklerinin görevlendirdiği bir ‘abinin’ refakatinde, yanlarına
babasını da alarak İstanbul’a gidip okuluna yerleştirildi,
*
Hüsnü Duman Ekrem’i
okuluna yerleştirdikten sonra ailesini oturtacağı bir ev aradı, buldu.
Maslak’ta oturan dayısı kahveci Samet’in alt katında, yarı bodrum evi kiralayıp
temin ettiği eski eşyalarla dayadı, döşedi. Bulanıktakilere haber verip hemen
gelmelerini söyledi.
Anne Hanım Duman ile
büyük kız Semra şahsi eşyalarını yanlarına alıp yola çıktılar. Diğer
eşyalarının ederi istenilen nakliye ücretinin yarısı bile değildi, eskiciye
satılabilecekleri satıp ötekileri evle birlikte bıraktılar. İstanbul’a ulaşıp
Hüsnü Duman’ın hazır ettiği gecekonduya yerleşmeleri iki günlerini aldı.
Başladıkları yeni yaşamlarında onları kimse tanımıyordu, ilgilenmiyorlardı
da...
Çok geçmedi, kış
ayları bastırdı. Bulanık’ta satılan evin parası suyunu çekmeye başladı. Hüsnü
Duman, kızı Semra’yı "gidip bir iş bulup aşımıza katkı yap, kızım,"
diyerek iş aramaya yolladı.
Semra, Bulanık’tan da
alışık olduğu için hazır giyim mağazalarında aradı iş, buldu da; çalışacağı yer
oldukça büyük, modern bir mağazaydı.
Yeni patronu otuzlu
yaşların sonlarında şirret bir herifti, çalışanlarına göz açtırmıyordu. Müşteri
olmadığında dahi oturması yasaktı. Başlarda arada bir oturmaya cesaret
ediyordu, fakat fırçayı da yiyordu.
“Oturman için para
vermiyorum sana!"
"Şey... Müşteri
yokken bacaklarımı azcık dinlendireyim dediydim de..."
"Müşteri yok
diyerek oturman mı gerekiyor? Kalk, bir paspas çek ortalığa!"
"Baş
üstüne!"
*
Hüsnü Duman, kendisi
için bir türlü iş bulamıyordu, koca kışı evle kahve arasında geçirmiş, dayısı
kahveci Samet’e yardım ederek üç beş kuruş kazanmaya çalışmıştı. Samet dayı
altmışını geçkince, zayıf fakat diri bir adamdı. Yaşından dolayı saçı, bıyığı
ağarmışsa da gür ve kıvır kıvırdı. Tütün içmekten dişleri sapsarı olmuştu.
Kahvehanesi ayakaltı bir yer olduğundan müşterisi boldu. Çay ocağını kendisi
idare ediyor; zaman zaman da işinin püf noktalarını öğrettiği yeğeni Hüsnü
Duman’a emanet ediyordu.
Hüsnü Duman, ustası
olduğu bir mesleği olmayınca kazancı bol bir iş bulamıyor, mecburen vasıfsız
işlerde çalışıyordu. Mesleği vardı aslında, o tuğla ocaklarında eline su
dökülmez bir ustaydı, fakat geçerli bir meslek değildi bu; tuğla ocağı diye bir
şey yoktu buralarda. Tuğla da, kiremit
de fabrikalarda üretiliyordu. Yaşı çoktandır kırkı geçmişti ve iş talepleri
yaşı bahane edilip o fabrikaların kapısından çevriliyordu. Bazı bazı kahveden
birkaç arkadaşıyla deniz kıyısına balık tutmaya iniyordu. İstanbul’un balığı da
işi gibi kıttı. Kıt olmayan şeyi ise yağmuruydu. Mayıs ayı boyunca hiç eksik
olmamıştı. Yağmur bereketti. Seviyordu yağmuru. Köyündeki
o kıraç topraklara yağsın diye az mı yağmur duasına çıkarlardı. Çok değil,
burada bir günde yağanın yarısı orada yağsa köyce şükür namazına dururlardı.
Allah, lazım olan yere vermiyordu da, bu asfalt sokaklara yağdırıp onca yağmuru
sebil ediyordu. Oysa tüm bu yağmur ona muhtaç toprakları iyicene bir doyursa, o
toprak kokusu her yanı sarıp, her karışından bir yeşillik fışkırmaz mıydı? Onun
da bir hikmeti olsa gerekti. İstanbul’da her şey boldu ya, gariban için
değil…
Mayıs sonuna doğru,
şimdiye kadar ara ara çiseleyen yağmur birden bire gök gürültüleri içinden
sicim gibi boşalmaya başladı. Günün yarısı bu şekilde geçtikten sonra yağmur
suları sel olup İstanbul sokaklarına aktı, evlerin alt katlarını bastı. Hüsnü
Duman’ın evi, eşyaları aniden bastıran sulara gömüldü. Canlarını zor
kurtardılar. Bu Hüsnü Duman için kırk yıl düşünse akıl edemeyeceği bir felaket
olmuştu. Televizyon, buzdolabı gibi para eder eşyaları beline kadar yükselmiş
suların içinden alıp Samet dayıyla yardımlaşarak tavan arasına taşıdılar. Yoğun
yağmur durulup da selin arkası kesilince, çoluk çocuk el birliğiyle, evin içine
dolan suları kovalarla dışarı attılar. Eve çöken çamuru, kiri arındırdılar.
Suyun içinde kalmış yatağı, yorganı, kilimi, kılık kıyafetleri yıkayıp
kuruttular. Evi yeniden barınılacak hale sokana kadar Samet dayının evinde
barındılar.
“Bir yandan bu
felaket, bir yandan işsizlik… Keşke hiç gelmeyeydim buralara be dayı!” diyerek
yakındığı bir gün Samet dayı,
“Sana bir köfte
arabası yapalım. Kahvenin önünde tükürüklü köfte sat,” dedi.
Bundan önce pek fazla
etkilenmedi. “Beceremem,” dedi. “Hem bir araba yapmak kolay mı? Dünyanın
parası…”
Samet dayı, “orasına
karışma sen. Her bir düzeneği ben kuracağım. Sermaye benden, çalışmak senden, kârı
yarı yarıya bölüşürüz,” deyince kafası yatar gibi oldu.
“İyi ya, yapmasına
yapalım da, parası bölününce ikimize de yeter mi ki?”
“Yettiği kadar… Hiç
yoktan iyidir.”
(
Hüsnü Duman’ın Çocukları…4. başlıklı yazı
AliKemal tarafından
1.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.