Nuri,
tutarın yarıdan çoğunu peşinat olarak verip, kalan bakiyeye de patronunu kefil
yaparak kendisine taksitle bir elektronik solo gitar ile elli "watt"lık
bir amfi aldı. En büyük hayali bir orkestra kurmaktı. Kambersiz düğün
olmayacağına göre, orkestrasında benim de bir yerim olmalıydı elbette. Ben,
orkestranın bas gitaristi olacaktım. Başlangıçta, bas gitarın neme nem bir şey
olduğunu bile bilmiyordum. Nuri"nin solo gitarının dört kalın telinde
gösterdiği bir takım bas gitar kalıplarını çala çala öğrendikçe kendimi "bas
gitarist" sanmaya da başlamıştım.
Nuri,
bir taraftan da beni sıkıştırmaktaydı. "Hadi be oğlum, al şu basgitarı;
yoksa başka birini bulmak zorunda kalacağım ha…"
O
beni sıkıştırdıkça, ben de annemi sıkıştırıyordum. Babama doğrudan derdimi
anlatmaya cesaretim yoktu, araya mecburen annemi koyuyordum. Babama, annem
söylüyordu bir şeyler, ama ikna etmeye yönelik tek cümlesi olmuyordu.
"Taksitle
alsın, taksitleri ben ödeyeyim."
"Söyledim
işte evladım. Olmaz, dersleriyle meşgul olsun o," diyor.
Babamdan
ümidi kesince çaresiz kaldım. Nuri"ye bu işi kotaramadığımı itiraf ettim.
Bana, onun gitarını aldığı mağazaya bir gitmemi ve konuşmamı istedi.
"Belki
kefilsiz vereceği tutar."
"Olur.
Hangi mağazaydı o?"
"İki
Eylül"de Yazıcı mağazası var ya, işte o!"
Gittim
Mağazaya.
"Selamün
Aleyküm!"
"Aleyküm
Selam! Ne bakmıştınız?"
"Ben,
taksitle bir bas gitar almak istiyorum ya, peşinatım da, kefilim de yok
maalesef… Sizden istirham ediyorum, lütfen yardımcı olun bu konuda. Gitarı alır
almaz işim hazır, hemen para kazanmaya başlayacağım ve size olan borcumu
çabucak ödeyeceğim. Şerefim hakkı için yemin ederim…"
"Yemine
gerek yok kardeşim. Mağazamızın prensipleri dediğiniz türde bir alışverişe
imkan tanımıyor. Peşinatınızı ve kefilinizi getirin verelim." Adam o an
suratımı inceleyerek, "Siz kaç yaşındasınız?" diye de sormaz mı!
"On
altı. Ne oldu ki?"
"Of!
Yaşınız da borçlanmaya uygun değil maalesef! On sekizden küçük müşterilerimize
taksitli satış yapmıyoruz."
"Nuri
Kırdaş orkestra arkadaşım; o da on yedi yaşında. Onunla yapmışsınız ya?"
Adam,
"bakalım dosyasına," diyerek bir klasörün içinden Nuri"nin yarım
kapaklı bir dosyaya takılı sözleşmesini ve nüfus suretini buldu, inceledikten
sonra, "yanlışınız var. Arkadaşınız on sekiz yaşında. On yedisini bir ay
önce doldurmuş," dedi.
"On
sekizine girdiğini bilmiyordum. Bu durumda kefili getirsem bile alamayacağım
desenize."
"Maalesef
öyle! Sizin yerinize borçlanacak birini de getirmeniz gerekecek."
"Ölme eşeğim ölme… Neyse, size hayırlı
işler!"
Söylenerek
çıktım gittim.
Nuri"nin
yanına dönüp de olanları anlatınca, bana, "başka bir bas gitarist bulmak
zorundayım; sen kusura bakmazsın artık," diyerek, müzisyenlik hayallerime
noktayı koydu.
Safinaz
abla! Bu konuda bana varıyla yoğuyla destek olabilecek tek insan oydu aslında;
Şimdi
onunla dertleşmek için tam zamanıydı.
*
Oturduk.
"Bugünkü sıkıntın neydi, anlat!" dedi.
"Aşağımızda
arkadaşım Nuri var ya?"
"Ne
oldu ona?"
"Yok,
bişi olmadı da… Onunla orkestra kuracaktık biz. O gitarını, amfisini Yazıcı
Mağazasından patronunu kefil edip taksitle aldı. Ben de gittim mağazaya,
taksitle bana da bi basgitar verin diye ya, olmaz dediler. Hem yaşım
tutmadığı için beni
borçlandıramazlarmış, hem de kefilim olmadan katiyen veremezlermiş."
"Baban
alsın. O öğretmen ya, verirler hemen. Borçlu olarak da ablan imzalayıverir…"
"Babam
mı? O ne zaman bir iyilik yaptı ki bana! Gittim ona da, olmaz dedi, kesip attı."
"Gavur
herif, ne olacak. Sen üzme kendini; belki bulunur bir çaresi…"
"Hayırlısı!"
Ertesi
günü çay ocağına gittiğimde Nuri"nin olmadığını gördüm.
"Patron,
Nuri işe gelmedi mi?"
"Yo,
geldi. Yukarıdaki Safinaz, onun için, önemli bir işimiz var, diyerekten öğlene
kadar izin alıp götürdü."
Buna
hiçbir anlam veremedim. "Öğlen oluyor zaten, neredeyse gelir. Gelince
öğreniriz nasıl olsa… Ver bi çay da içeyim."
Oturup,
çayımı içerek beklemeye başladım.
Nuri,
çok geçmeden geldi. Doğruca yanıma gelerek, Çak!" yaptı. Çaktım, ama
nedenini anlamadan… "Kalk bizim eve gidiyoruz," diye çekiştirerek
beni ayağa kaldırdı. Patronuna, "Yarım saat daha idare et, emi patron!"
diyerek dışarı çıkardı. Patronu ırım kırın yaparken biz oradan hızla
uzaklaştık.
Yol
boyunca onca dil dökmeme rağmen merakımı gidermedi. Adeta koşarak eve
girdiğimde gördüğüm şey bana büyük bir şok geçirtti. Bir süre konuşamadım.
Karşımda üstünde pırıl pırıl bir "Lender" yazısı okunan amplifikatör
(ses yükseltici) ile pırıltılı bir basgitar bana bakıyorlardı. "Nereden
buldun len bunları? Orkestraya benim yerime alacağını söylediğin elemanın mı
yoksa?"
Sırıttı.
"Senin, ulan senin!"
"Ha
siktir lan, dalga geçme benimle!"
"Vallahi
senin. Safinaz ablan aldı."
"Niye
alsın ki, o?"
"Ayak
yapma oğlum! Her gün karının evinden çıkmıyorsun!"
Bu
sefer onun kastettiği şeyi hemen anladım. "Onun jigolosu olduğumu mu
sanıyordun sen?"
"Saçmalama
len! Karıya her gün gidip, yalakalık yaptığını kastettim."
Adım
gibi emindim ki, jigolo olduğumu kastetmişti, ama sinirlendiğimi fark ederek
kıvırmıştı. Ona gerçeği anlatmaya çalıştım. "Sen, benim arkadaşımsın,
değil mi?"
"Tabii
ki!"
"Seninle,
bu müzik konusunda birçok sohbetimiz oluyor, değil mi?"
"Tabii
ki!"
"Hatta,
bana az buçuk bas çalmayı da öğretip müzisyenlik yapmamın önünü açtın. Neden?
İyi arkadaşız da onun için, değil mi?",
"Tabii
ki! Niye sorup duruyorsun bunları be oğlum?"
"Şunu
çok iyi bilmeni istediğim için: Benim Safinaz ablayla aramda olan şey, öyle
yalakalıkla, jigolalıkla karalanamayacak kadar büyük bir dostluktur. O, bu
hayatta seninle olan arkadaşlığımızı, dostluğumuzu yüze katlasak bile
erişemeyeceğimiz kadar büyük bir dostluktur."
"Tabii
ki, öyledir! Yoksa bu tesisatı niye alsın ki…"
"Kendim
alamayıp da moralim bozulunca, çok üzüldüydüm. Beni üzgün gördüğü için
sevineyim diye almıştır."
Serap"a
verdiği paradan sonra, bugün de müzik tesisatına verdiği para… Bu defa
gerçekten de onun parasını söğüşleyen bir parazit gibi hissediyordum kendimi,
ama bu defa utanmak yerine, minnetle teşekkür etmek için akşam evine döner
dönmez yanına koşacaktım.
Nuri,
tesisatları açarak ayarlarıyla bir hayli uğraştıktan sonra, istediği sesleri
elde etti. Bana, "omuzuna as şu bası da öğrendiğin bas gitar kalıplarını
bir elden geçirelim," dedi.
Dediğini
yaparak gitarla oynamaya başladım, bu harika bir duyguydu. "Bolero ile bir
iki şarkı yapalım hadi," diyerek, hem söyleyip hem çalmaya başladı. Arada
konuşarak beni yönlendiriyordu. "Bak şöyle: dım mm dımdım dım dım dım…dımm
dım dım dımdım dım… Anladın mı. İlk sesi do bas bakalım…" Sonra gene
şarkıya giriyor, çalıyor, söylüyordu.
Benim
ona ayak uydurabilmem epeyi zor. "Pek beceremiyorum galiba," diyerek
söylendikçe o moral takviyesine başlıyordu.
"Hiç
kimse anasının karnından gitar çalarak doğmaz. Zamanla elinde oyuncak gibi
olacak o gitar, görürsün."
İnşallah!"
Nuri,
çay ocağına döndüğünde patronuyla münakaşa etti.
Adam,
onu işlerin sıkışıklığında kaytardığı için azarlıyordu. Nuri nihayet
dayanamayıp, ona düğün salonlarında gitar çalarak para kazanacağını, o nedenle
yanındaki işten çıkacağını söyleyince, adam bu defa da gitarına kefaletinden
dolayı kaygılandı.
"Hayır,
gitarın taksitleri bitinceye kadar çalışacağına garanti vermiştin bana."
"Haklısın,
ama hem bu iş, hem orkestra işi ağır olacak. Taksitler için kaygılanmana gerek
yok patron, aksatmadan öderim."
"Göreceğiz.
İlk aksattığın taksitte gelip hem gitarına, hem o hoparlörlü aletine el
koyarım. Ona göre!"
Koyardı!
*
Safinaz
ablanın evine döndüğü saatlerde kapısını çaldım, açtı. Beni, çırpı bacaklarını
ortada bırakan kısa bir kombinezonla karşıladı. Saçlarını salıvermişti, hafif
fönlü hallerinden duştan az önce çıktığı anlaşılıyordu.
"Ben
de giyiniyordum tam, geç içeri!"
İçeri
geçerken, "Ne yaptın sen be Safinaz abla?" diye söylendim.
O,
odasına geçerek benimle oradan konuşmayı sürdürdü.
"Ne
yapmışım?"
"Gitarla
amfi almışsın bana!"
"Beğendin
mi?"
"Mahçup
ettin beni."
"Boşver
mahçup olmaya yahu! Aletler istediğin gibi miydi, onu söyle!"
"İstediğimden
kat kat daha iyiler…"
"Sevindim. Güle güle kullan!"
*
Hemen
hergün bir araya gelerek Nuri"nin hem vokal yaptığı, hem ritm ve solosunu
çaldığı şarkılardan, beraberce bir repertuar oluşturmaya başlamıştık.
Sıra
bir baterist ve bir orgcu bulmaya gelmişti. Onları da tamamlar tamamlamaz,
emekli imamın, oğlu işletsin diye son günlerde satın almış olduğu düğün
salonundaki düğünlerde çalmaya başladık. İyi bir baterist bulmuştuk ama, orgcu
yerine akordeon çalan birini zar zor ikame edebilmiştik; olsun, o da işimizi
görüyordu. Hem, zaten o da bir yıl içinde kendine bir "tıger" org
alıp, orga geçiş yapacaktı. Haftada üç dört düğün oluyor, biraz dans müziği ve
çokça da oyun havası çalıp iniyorduk sahneden. Oyun havası repertuarımız pek
geniş sayılmazdı. Nuri, bir ara bağlama çalmayı bilen birini bulup getirdi.
Adam bir ay sonra gideceğini söyleyerek gelmişti. Nuri hemen bir bağlama satın
aldı, başladı adamından bağlama öğrenmeye. Enteresan bir çocuktu bu Nuri,
kafayı bir şeye takmayı görsün.
*
Haftanın üç, dört gününde düğün salonundaki düğünlere çalıyorduk
ve oldukça iyi sayılabilecek paralar kazanıyorduk. Kazancımız daha çok oynayanların alınlarına
yapıştırılan ekstra paralardandı, yoksa salon sahibinden aldığımız para öyle
ahım şahım bir şey değildi. İmamın oğlu, iş sonunda orkestranın parasını vermek
üzere yanına illaki beni çağırıyordu, asıl maksadı ise ablamdı tabii ki, arada
sırada bana onu soruyordu; ondan henüz umudunu kesmemişti.
İlk
kazandığım paraları görgüsüzce çarçur ettim. Annem bir kaç kere eve katkı
yapmamı istedi ise de, kazancımın hepsini aldığım müzik aletlerinin borcuna
yatırdığımı söyleyerek, eve katkı yapmaktan kaçındım.Amacım, o kadar
yalvardığım halde tesisatı almakta bana yardımcı olmayışlarının öcünü almaktı.
Aklıma
dank ettiğinde, aslında paraları Safinaz ablaya vermem gerektiğini düşündüm.
Ona borçluydum. Amma ve lakin, Safinaz abla, "o aletleri sana hediye
olarak aldım ben," diyerek paramı kabul etmedi. Onun arzusu, hazır musluk
akarken birikim yapmamdı. Haklıydı. Ben de, tıpkı onun yaptığı gibi, her ayın
birine bir yıl vadeli hesaplar açarak o ayki kazancımı o ayın hesabına bir
yıllık vadeyle yatıracaktım. Bana, yaşlanıp emekli oluncaya kadar bu döngüyü
bozmayacağıma söz verdirdi.
Nedense,
müzisyenliğin kızlar arasındaki albenisi de bir hayli fazlaydı; artık ben
kızların peşinde değil, kızlar benim peşimde koşar olmuşlardı. Her gün bir
başka kızla çıkmaya başlamıştım. Bazen bir günde beş altı kızla birden, ayrı
ayrı saatlerde buluşuyordum. Sadece kızlarla değil, erkeklerle de bir araya
gelerek gruplar oluşturup gırgır şamata ile vakit geçiriyordum. O eski arkadaş
bulamayan Ergin, müzisyenliğe başladıktan sonra arkadaş bolluğu içinde yaşamaya
başlamıştı.
Ortaokulu
bitirmek üzereydim. Dersleri hiç aksatmadan takip ediyordum, genelde
öğretmenleri dinlemeye konsantre olarak, tabii ki, bolca okuyarak yürütüyordum
okulu; zayıfım yoktu.
Babam
nereden taktıysa kafasına takmış, bana, "senin öğretmen olmanı istiyorum,"
dedi. "Seni öğretmen okulu sınavlarına sokacağım. Derslerine ona göre
çalış, emi!"
İtiraz
bile edemedim. Babamın karşısında dilim tutuluyordu.
Bu
emri aldığımdan itibaren kara kara düşünmeye başladım ama bir çıkar yol da
bulamadım. Safinaz ablaya koştum, kurtuluş için bana bir yol göstereceğini
umarak. Sarf ettiği laf aynen şöyle:
"Ne!
Öğretmen mi olacaksın? Harika bir haber bu, yaşasın!"
"Ama
Safinaz abla!"
"Aması,
maması yok. Senin öğretmen olmanı istiyorum ben. Müzisyenliği öğretmenlik
yaparken de yapabilirsin. Kaçmıyor ya..."
Bunların
hepsi sözleşmiş gibi ağız birliği yapıyorlardı; Nuri de, "öğretmen okulunu
mutlaka kazanmalı ve okumalısın dostum," diyerek karşıladı beni. "Basgitarınla
amfin bana emanet, çaldıracağım adamdan yevmiyesinin üçte birini kesip sana
yollarım, cigara paran çıkmış olur. Ayriyeten buraya geldiğin her tatilde de
orkestradaki yerin hazır."
Gidecektim
sınavlara, başka çaresi yoktu. Nitekim, Mayıs ayında babamla birlikte Ankara'ya
gittik. Atatürk Orman Çiftliği içindeki okulda girdiğim yazılı sınav ve mülakat
sonrası, sınavı üçüncülükle kazandığımı öğrendik. Sonra, okullar açılmadan önce
tekrar gelecek, okula kaydımı yaptıracak ve okulun yurduna yerleşerek okumayı
Ankara Erkek Öğretmen Okulu'nda sürdürecektim.