Somut tek bir veri dahi
yoktu elimde: Ya ölmüştüm ya da öldürmüş!
Asla da inkâr
edemezdim, geride herhangi bir iz bırakmadığımı.
Sancılı bir doğumdu…
Önce doğmuştum ve
doğurup öldürmüş. Yoksa önce mi ölmüştüm de doğurduğumu sanıyordum? Yoksa hepsi
bir hayalden mi ibaretti?
Üstüne üstük geride
delil bırakmamama rağmen, olay mahalline gidip kontrol etmiştim ve bulmuştum
aradığımı ki önceleri, aradığımın ne olduğunu dahi bilmez iken: Üç beş kanlı
havlu. Ya geride kalan? Daha doğrusu doğan bebek nerdeydi? Ve babası? Babası
olduğunu iddia edebileceğim hangisi olabilirdi? Kalıcı bir ikametgâhı dahi
olmayan ve yüzünü sadece bir saat görüp, robot resmini dahi çizmekten aciz
olduğum bir adam ki neye benzediğini dahi hatırlamıyordum ama o gece…
Detaya girmeyeceğim. Ne
de olsa…
Daha da önemlisi; bir
ömür sevmeyeceğim gün gibi aşikârdı: Şarkıda olduğu gibi: Sevişmek bir dakika
ama sevmek bir ömür ki ilk şıkkı tercih etmiştim. Ve neden sonra fark ettim
hamile olduğumu. Mümkün müydü peki? O gece öylesine sarhoştum ki… Tamam, tamam
uzatmıyorum ve sadede geliyorum. Kısaca çok geç kalmıştım bu ayıptan daha
doğrusu yükten kurtulmak için.
Bu uğurda günaha
girmeye razıyken besbelli başım belaya girecekti. Ne de olsa annemle yaşıyordum
ve o hala beni, küçük bebeği sanıyordu. Sanmasından ziyade yaşadığım o sarmal.
Annem öğrendiğinde dayıma söyleyecekti ve ne sandıklarının değil sonumu nasıl
sanacağımdı artık önemli olan.
Adam daha doğrusu
adamlar sadece birer gün arayla. Geçtim bunları. Kendilerine bile hayrı olmayan
bu mendeburlardan hangi birini bulup yüzleşecektim ki nerede oldukları hakkında
en ufak fikrim dahi yoktu.
Derken ne mi oldu?
Hamileliğimde altıncı aya girmiştim ve kımıl kımıldım daha doğrusu içimdeki
canlı.
Annem sürekli
söyleniyordu:
‘’Artık yemek yemeye
bir son ver. Hamile gibi görünüyorsun. Seni tanımasam var ya…’’
Susuyordum. Ve
susacaktım da nereye kadar?
Öncesinde susmamıştım
ve almıştım geçen ilk altı ayın hırsını.
O ise susmamış ve
söylemişti son sözünü:’’Az ye de uşak tut.’’
Tamam uzatmıyorum.
Bakkala giderken gördüm
onu. Kim mi? Mahallenin delisi, demeyeceğim zira hepimizi cebinden çıkarır.
‘’Abla’’ dedi.
‘’Bozuk paran var mı?’’
‘’Kafamı bozma’’ dedim.
Yine de bir makas aldım yanağından. Pek de tatlıydı kerata. Hem yalandan kim
ölmüş? Neyse bakkaldan bir kilo pirincimi aldım ve döndüm eve bir yandan da
kafamda tilkiler fink atıyordu.
‘’Anne.’’
‘’Söyle’’ dedi bıkmış
bir halde.
‘’Ben Meral’lerde
kalacağım bir süreliğine. Hem evleri sahile de ormana da çok yakın. Hem uzun
yürüyüşler yapıp kilomu atarım hem de kafamı dinlerim.’’
‘’En fazla iki üç ay.
Ne dersin?’’
‘’Allah belanı
versin.’’
‘’Ne dedim ki?’’
‘’Sana demedim. Pirinçte çok taş var.’’
‘’Anne, sana
söylüyorum. Duydun mu dediklerimi?’’
‘’Ne halin varsa gör.
Zaten sana yemek yetiştiremiyorum.’’
Ya ölecektim ya da
öldürecektim.
Şimdi katil damgası
yiyecektim hem de iki kilo bile çekmeyen bir velet için. Elimi çabuk
tutmalıydım.
Öncelikle
gizlenmeliydim hamileliğim iyice ayyuka çıkmadan hem de kimselerin beni
tanımayacağı bir yerde… Neyse ki hiç birine gerek kalmadı.
Bu konuşmamızın
üzerinden bir hafta bile geçmedi ki; annem pılısını pıtısını topladı. Meğer
Nigar teyzem felç geçirmiş.
‘’O, iyi olana kadar
yanında kalacağım.’’
Yetişmişti imdadıma
Nigar teyzem. Hem belli mi olur, ölür giderdi de mirasa konardık. Tabii ki
bunları anneme söylemedim. Çok sever kız kardeşini.
‘’Sana diyorum hey,
duyuyor musun küçük hanım? Ben yokken kendine mukayyet ol. Ben dönene kadar da
zayıfla, e mi?’’
Evet, annem eninde
sonunda dönecekti. Ben de bir canavara dönüp o piç kurusunu ellerimle
öldürecektim.
Ve süreç işlemeye
başladı. Annemin dönmesine henüz vakit vardı lakin verdiğim sözden döneceğimi
de bilmeden geçiyordu zaman.
Annem tam da zamanında
gitmişti ve bebek zamanından evvel geldi. Evet, bir başıma dünyaya getirmiştim
bebeği/mi. Zor da olsa evet. Ve itiraf ediyorum: O küçük canlı benimdi sadece
benim bebeğim. Ve ne var ne yok tüm delilleri ortadan kaldırdım gelin görün ki
planımı uygulamaya koyamadım ve kıyamadım o küçük canlıya.
Şimdi bekliyoruz
üstelik neyi beklediğimizi bilmeden.
Bebek büyüyor. Ben ise
anneme verdiğim sözü tuttum ve artık eskisi gibi zayıfım. Ama eskisi kadar
sorumsuz da değilim öte yandan. İyi bir anne olma yolundayım.
Dün aradı Ahmet. Kim
mi? Bebeğin bir no’lu baba adayı.
‘’Nasılsın?’’dedi bana.
‘’Çocuğunu
büyütüyorum’’ demeyi çok isterdim ama sözümü kesti.
‘’Karımla barıştık.
Kendine dikkat et, e mi. Hatırını sormak istedim sadece o gecenin hatırasına.’’
Ne kırgındım ne de
kızgın. Ve öylece vedalaştık.
İlginç bir şey daha
oldu gece haberlerini izlerken. İki no’lu baba adayına rast geldim televizyonun
içine düşecekken. Bir maganda kurşununa kurban gitmiş bizimki.
Üzüldüm mü? Bilmem.
Ne mi kaldı geriye?
İsmini dahi hatırlamadığım bir adam ve inanın ki hiç mi hiç dert etmiyorum
babasız çocuk büyütmeyi. Gerçi yarın ne getirir bilinmez ama… Şimdi gitmeliyim:
Uyandı bebeğim. Ve unutmadan son bir şey daha: Nigar teyzem iyiye gidiyor/muş.
Annemle konuştum bu sabah.
‘’Bil bakalım’’ dedim
ona.
‘’Sakın o kiloyu
veremediğini söyleme.’’
‘’Verdim bile.’’
‘’O zaman ne
söyleyecektin de böylesine heyecanlandın?’’
‘’Yatıya misafirimiz
var anne.’’
‘’Başım üstüne.’’dedi
annem.’’Tanrı misafiri madem.’’
‘’Bu sözünü sakın
unutma ama geldiğinde.’’
‘’Hiç unutur muyum,
deli kız. Hem nerede görülmüş Tanrı misafirinin geri çevrildiği.’’