Akşam olmuştu bile; Bedri Kaya, gazeteleri ile keyif yapmaktaydı. Halil, bir bardak çay alarak geldi, “Babacığım, spor haberleri ile ilgili sayfayı verebilir misin?” diyerek oturdu.

Bedri Bey, okuduğu gazetenin üzerinden şöyle bir bakıp, okuduğu gazetenin spor sayfasını ayırmak için davrandı.

Halil Kaya, gülerek ona engel oldu.  “Şaka, şaka! Şaka yaptım babacığım, istemiyorum… Lisedeyken gazeteni ne zaman okumaya başlarsan, bu taleple gelir, senden fırçayı yerdim…”

Bedri bey, o günleri anımsayarak, o zamanlar kullandığı cümleyi tekrar etti: “Gazete parçalandı mı tadı kaçar! Okuyup bitirmemi bekle!”

Halil Kaya, gülümsemeyi sürdürerek, “Evet, Aynen böyle!” dedi.

Bedri Kaya, gülümseyerek, “Ulan kerata!  Gazete sabahtan akşama kadar ortalarda sürünürdü, eline almazdın da, akşam işten eve gelip, bir yorgunluk kahvesi ile gazeteyi karıştırmaya başladım mı, bitiverirdin tepemde… Biraz kasıt mı vardı, dersin?” dedi.

“Üniversite yıllarında, yalnızlığımın özlemlerine beynimi tırmalattığım anlarda bu anekdotları anımsayarak kendim sorardım :’Biraz kasıt mı vardı, yaptıklarımda?’ Bu soruya, inanılmaz bir cevap bulmuştum : Hayır, babacığım! Sadece, yapmam gereken her şeyi, ama her şeyi, sen hatırlatırdın bana… Gazete okumayı da gazete ortalarda sürünürken düşünemezdim de, seni okurken görünce hatırlayıverirdim birden…”

Baba oğul gülümseyerek bakıştılar. Halil Kaya, oturduğu yerden televizyona bakmaya başladı. Televizyon kanalındaki haber spikeri akşam haberlerini okumaya başlamıştı. İlk haberinde Eskişehir’deki öğrenci olaylarından bahsetmeye başladı. Halil Kaya, pür dikkat haberi izledi.

Televizyondaki spiker, “Sayın seyirciler! Bu gün Nisan bir... Bunu bir Nisan Bir şakası zannetmeyin lütfen, çünkü bu, şaka olamayacak kadar acı bir olay… Bu acı olay, bu defa Eskişehir’de yaşandı. Gene bir sağ sol çatışması...” diyerek anonsa başladıktan sonra, ekrana olayla ilgili görüntüler gelmeye başladı. Spikerin sesi bu görüntüler üstüne düşüyordu. “İki grubun taş ve sopalarla birbirine saldırarak başlattığı çatışmalarda silahlar da patladı ve Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Nezih Al öldürüldü… Görevi başında iken şehit edilen dekan Nezih Al’ın cenazesi memleketi İstanbul’a gönderildi. Karacaahmet mezarlığında defnedilen merhumun cenaze törenine idari ve mülki erkanla beraber üniversiteden öğretim görevlileri, öğrencileri ve geniş bir halk kitlesi katıldı. Cenazenin kaldırıldığı Karacaahmet Cem evi ana baba günü gibiydi….” diyerek cenaze töreninden çeşitli görüntüler gösterilmeye başlandı.

Halil Kaya, duyduğu bu haber ile büyük bir şok yaşamaya başladı. Duyduğunun gerçek mi, yalan mı olduğuna bir türlü karar veremezken, bu defa ikinci haber cümlesi düştü ekrana. “Eskişehir emniyet müdürlüğü polislerinin olaylara müdahalesi esnasında ise aynı silahtan atıldığından şüphelenilen ikinci bir kurşun ile, bu defa da baş komiser Cevat Kavak, olay esnasında şehit düştü.” Görüntüye Cevat Kavak’ın cenaze namazıyla ilgili görüntüler girdi. Cevat Kavak’ın Türk bayrağı ile sarılmış tabutu karşısında il müftüsü ve cami imamı nezaretinde cenaze namazına iştirak etmiş resmi - sivil protokol ve çoğu polis kılığında büyük bir kalabalık yer almıştı. Müftünün “er kişi niyetine…” diyerek başlattığı cenaze namazında görüntülenen Bora gözyaşlarını zar zor zapt edebilmekteydi.

Halil Kaya, ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez halde, donmuş kalmıştı. Gözlerine ve kulaklarına inanamıyordu.

Görüntüye bu defa da, Cevat Kavak’ın Eskişehir Bahçelievler’deki evine ait dış görüntüler gelmeye başladı. Bora ve annesi evin önündeydiler ve onlardan daha yakın planda televizyon muhabiri vardı. Spiker anonsunu bu görüntü üstünden sürdürmekteydi: “Şehit başkomiserin evinde, bugün tam bir yas havası vardı. Arkadaşımız Aydın oradaydı. Aydın!” Bu defa da görüntüdeki muhabir Aydın konuşmaya başlamıştı. “Sayın seyirciler, gün geçmiyor ki, bir polisimiz, bir askerimiz ve masum vatandaşlarımız şehit olmasın... Hergün, bir başka ocak söndürülmekte. Ve bu kan dökücülere birileri çıkıp da, durun, diyememekte. Şu anda şehit başkomiser Cevat Kavak’ın evi önündeyiz. Ve,başkomiserin biricik oğlu Bora ile konuşacağız.”

Bora muhabirin yanından görüntüye geldi.

Halil Kaya onun gözlerinden sonsuz acıyı gördü, üzüldü.

Muhabir Aydın, onun ağzına mikrofonu yaklaştırırken, “Bora, önce başınız sağ olsun!” dedi.

Bora da ona, “Vatan sağ olsun!” diye karşılık verdi.

“Duygularını öğrenebilir miyiz?”

Bora, bir düşündü, hüzünlenerek, “Duygularım?” diye tekrarladı. “Babası teröristler tarafından öldürülen bir gencin duyguları nasıl olabilir? Üzgünüm...”

“Babanın katillerine söylenecek sözün yok mu?”

“Söylenecek çok şey var... Ama şu an, bizi mazur görmenizi istirham ediyorum. O katillerin sıcak yataklarında yatmaya hazırlandığı şu saatlerde babam, cansız vücudu kaskatı kesilmiş bir halde, buz gibi soğuk toprağın altında yatıyor. Bunu hak etmemişti o... Biliyor musunuz, emekli olacaktı babam. Haydi, sen liseyi bitir de öyle olayım, diyerek ertelemişti emekliliğini. Ve liseyi bitirip, bu üniversiteye başlamıştım ve babam da, hadi üniversiteyi bitir de öyle olayım diyerek bugüne kadar erteledi durdu emekliliğini. Üniversitede son yılımı okuyorum, bugünlerde emeklilik dilekçesini vermek üzereydi. Yani, bu yıl ben mezun olacaktım, o da emekli olacaktı...” Ağlamamak için zorlanarak, ağlamaklı, devam etti. “Evet. Üzgünüz... Keşke, babam emekliliğini benim yüzümden ertelemeseydi... Keşke, bu acılardan uzak kalabilseydik.  Bizi mazur görün... Daha fazla konuşamayacağım.”

Muhabir Aydın, son bir denemeyle onu biraz daha konuşturmak istedi. “Binlerce, milyonlarca genç can kaygısıyla okul hayatlarını sürdüremiyor. Sen, üniversitedeki okuluna gidebiliyor musun?”

Bora, “Ben Eskişehir çocuğuyum. Yani, yirmi beş sene önce babam buraya tayin olarak gelmiş ve evimizi de buradan almıştı... Ben de burada doğmuştum. Okulum da burada. Yani, okuldaki eylemlerden etkileniyorum elbet. Etkileniyorum ama, bulaşmıyorum. Herkes, sanki iç savaş halinde... Hepimiz, bütün memleket... Acı... Çok acı... İnanın, kendi durumumdan çok, bu memleketin haline üzülüyorum. Yeter artık! Öğrenciler göğüslerini gere gere ne zaman okullarına gidebilecek? Kan dökülmesine bir son verilsin artık! Artık, aynı ülkenin insanları birbirlerini öldürmesin... Eskişehir, böyle bir yer değildi. Eskiden harika bir yerdi. Babam buraya tayin edilip de, taşındığında,  çocuklarımın iyi eğitim alabilecekleri, güzel bir yere geldik diyerek sevinmiş. Yıllar geçtikçe tam bir cehenneme dönüştürdüler bu şehri. Yok sağcıymış, yok solcuymuş,  birbirlerini öldüren birçok insan türedi... Acı... Acı... Bunlar, tam anlamıyla, her yeri işgal ettiler...” Arka planda anne Oya Kavak, yeni gelen bir grup aileyi kapıda karşılayarak içeri alırken, Bora onları fark ederek, “Affedersiniz. Gelenler var. Onlarla ilgilenmem gerek. Müsaadelerinizle...” diyerek muhabir Aydın’ın yanından ayrıldı.

Halil Kaya, kendisi yıkılmış bir haldeyken, “yıkılmış!” diye mırıldandı.

Muhabir Aydın kendi yorumunu katarak haberini tamamladı.

“Sayın seyirciler! Bu genç öğrenci ile yaptığımız kısa röportajın ortaya koyduğu gerçek şu: yetmiş sekiz kuşağının aklıselim gençleri, bu terörizm illetinden kurtulmak istiyorlar ve okullarını sürdürerek memlekete hizmetlerini silah gücü ile değil, beyin gücüyle ifa etmek istiyorlar. Ve, kendilerine bu yolu açmaları için, hükümeti duyarlılığa ve görev başına davet ediyorlar...”

Halil Kaya, “telefon ederek bir baş sağlığı dilesem…” diye mırıldanarak kalktı, telefonun başına gitti, ezbere bildiği telefon numarasını çevirdi, bekledi. Bu, Kavak’ların ev telefonuydu, fakat açmıyorlardı. Birkaç defa daha çevirip şansını denedi ise de ulaşamadı. Bu defa gitti, kırmızı küçük çantasındaki bir el defterini alarak geldi, onun içinden arayıp bulduğu bir başka telefon numarasını tuşlayarak hocası Nezih Al’ın evini aramaya başladı. Yok. Telefonların hiç biri cevap vermiyordu.

Bedri Kaya, olaylarda ki kişilerin, Halil’in hayatındaki önemlerini yakından biliyordu. Oğlunun telefonun başında kıvranıp durduğunu görerek yanına çağırdı. “Gel oğlum, otur şuraya! Daha sonra tekrar ararsın…”

Halil Kaya, telefondan umudunu keserek onun yanına gitti. “Hocam öldürülmüş, duydun mu babacığım? Daha dün elleriyle diplomamı vermişti… Nasıl olur bu… Bu gün cenazesi kaldırılmış. Haberim olmadı. Halbuki olmalıydı. Gitmeliydim cenazesine. Orada olmalıydım. Niye haberim olmadı? Niçin? Niçin?...”

Babasının yanından kalkıp hızla odasına gitti ve yatağına yüzüstü uzanarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

*

( Mevsim Gülbahar-tv Haberleri.... başlıklı yazı AliKemal tarafından 11.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu