Ansız ve revnak bir
üzüncün teselli bildiği rahmetin boyunduruğu tek kelime yine insana dair ve
emsalsiz…
Hanidir kayıp, hanidir
rahvan.
Hanidir tecellisi
gönlün belli ki şart koşmuşluğun ümmet bildiği o zincirleme tevekkülde karşıt
gelmiş mesnetsiz ithamlar kadar ruha enjekte edilen tanımsız gıybetlerin
rivayetinde odaklanmış sakil bir yüreğin neferi iken aşkın saltanatı.
İndindeyiz bir ömrün,
nazı ve niyazı dokunuşu iken mülkiyetini kaptırmış bedenler yine de anlık bir
öngörüye sığılı dünden yarına uzanan belki de mezhebi geniş bir aldırmazlık
iken sanrıların nezaretinde o sancılı var oluş.
Ziyadesiyle yorgunum ve
fazlasıyla bitap.
Haznemde dolu yağdıran
üzünçlerin öfkeli telaşına karışan sarımtırak ve berduş gölgeler,
nasipleniyorum ben de: Kâh zamandan kâh besleniyorum acıdan ve semirmekte yalın
ayak hüzün bulutlarım: Eşkâlim de yitik aşkım da kayıp ve gölgem hepten kaçık
bir düşün ertesinde hanidir yakalamakla mükellef lakin ibraz edilen
tahakkümlere attığım o kaçamak bakışlarla işkillenen nefsi kabarık insan
öbeğine, seğirttiğim imgelere takılı aklım.
Takılıyım ezelden belki
de takıntılı belki de ürkek ve nice belki…
Sırdaş bir kelime iken
yolun ortasında rast geldiğim: Zincirleme bir ölüme sebebiyet veren o kesif
sessizlik boynumun borcu, dercesine konuşlandığım düş ötesi yalnızlığım,
çaldırdığım aşkı miat bilmekte yine de geri duramadığım sakıncalı birlikteliği
o kaygılarımın, örtüyorum üzerimi kara bir çarşafla ve tüm insan simsarlarına
bir selam borçluyum: Beyhude her şey, izlek bildiğim o karede saklısın belki
de. Hatta yoksunluğumun girdabına kaptırdığım ölü tezahürlerine rast gelmek
nasıl da olası. Gizemli bir tekerleme dilime dolanan belki de ayıp ve sığıntı
bir aşk kollarımla sardığım: Adını benim bile bilmediğim belki de bilip de inkâr
ettiğim; hanidir kayıp bir anahtarın peşindeyim: Sanıyorum ki açacak kapısını
sonsuzluğun ve hafif meşrep aşkların.
Gölgeli beyanatları
nasıl da tedirgin o is bekçilerinin.
Nasıl da hüzün yüklü
bir tezahür denk düştüğüm şu çıkmaz.
Sıkıntının
kuytularında, daralmış yüreğin çeperinde ve günü birlik aşklar iken insanların
meziyet bildiği, kim bilir ne zaman düştüm ben bu ömürlük aşka?
Gıybet bildiğim o
serzenişi teğet geçtiğimden beri yalnızım.
Ve doyumsuz bir ruhun
boyunduruğunda, gerçek dünyanın çok uzağında dev bir sandık haiz olduğum, gün
ertesi başına çöküp, içine damıttığım hüzünlü kelimelere bakıp bakıp ağladığım.
Dünden kalan ne çok resim: Kırpmışım hepsini. Bu günden ayrık bir gömüt belki
de: Yine dünden miras, atalarımdan yadigâr: İşte o köstekli saat babamın
cebinden arakladığım. İşte o ipek mendiller çeyizimde saklı ve işte teki kayıp
terliğim. Belli ki tekerinde dünyanın nasıl da es geçmişim o taşlı yollarda
koşarken kayıp verdiğimi. Sahi ne çok kayıp ne çok çekince ne çok sakınca ve ne
çok aşk… Hep vardı aşk, hep de olacak: Belki senin yüzünde göreceğim bu gün ve
belki yarın şu ağacı mesken bileceğim altında buluşacağım diğer yarımla.
Tedarikliyim ölüme,
tedarikliyim kayıp ümmetime hani olur da düşer yolum.
Hani olur da düşersem
yine aşka.
Üşenmesem her gün
seveceğim ki buysa üşenmiş halim, vay ki halime.
Kırık bir notaya
sesleniyorum elimde kırık bir pena ve haykırıyorum:’’Hadi, çal şarkımı…’’
‘’Yaşanmış baharları
unut gitsin sevgilim.
Benim yorgun gönlümde
bir tek senin aşkın var
Bahar geldiğinde mi ben
böyle olurum
Yoksa böyle olduğunda
mı gelir bahar.’’
Keşke bana ait olsaydı
bu şarkının sözleri yine de addedilen gölgeler nasıl da uzak bir kez aşka
meyletmişken yürek.
Aşkın haznesinde gizli
tüm hezeyan ve gizli o yeknesak yok oluş ve gizliyiz aslında her şarkının
güftesinde belki de gizliyoruz, gizleniyoruz ilk kez düşmüşçesine aşka…
Aşk bir buğu, bir
seyir, bir rabıta belki de ulaşılmazlığında o gölgeli rakıma nazire eden bir
tahakkuk hanidir esefle kınarken benliği ve esefle yordarken yeri göğü.