“Çoktandır hazırım ben. Senin seslenmeni bekliyordum.”
Onların gürültüsüyle uyanan Halil, yattığı yerden doğruldu.“Okula mı?”
“Evet.”
Halil, “Beni de rektörlüğe atıverin,” diyerek kalktı.
Banyoya gittikten az sonra elindeki bir havluyla yüzünü kurulayarak çıktı,
geldi, elindeki havluyu çekyatın üstüne bırakarak giyinmeye başladı.
Hülya, onun bıraktığı havluyu alıp banyoya götürdü.
Halil çantasından çıkarttığı kravatı özenle bağladıktan sonra gömleğinin
yakasına geçirdi.
Cemal, ona, “çok resmi giyindin gakkoş, hayırdır?,” diyerek takıldı.
Halil gülümseyerek, “adam sanmaları için,” dedi.
Topluca, evden çıktılar.
*
Araba, evin önünden hareket ettikten sonra, Cemal, vakit geçirmeden bir kaset
taktı araba teybine. Çalmaya başlayan şarkının sesini iyice yükseltti, kendisi
de eşlik etmeye başladı.
Halil ile Hülya, onun gamsız tavırlarını kınayan birer acı tebessümle
bakıştılar.
Seyrek trafiğin içinde hızla ilerleyerek Anadolu Üniversitesinin Yunus Emre
Kampusuna girdiler.
Cemal, teybi kapattı.
*
Halil Kaya, doğruca SBF Dekanlığına gitti. Rahmetli Nezih Al’ın yardımcısı iken
SBF dekanlığına vekaleten atanmış olan adam, bilindik kibri ve riyakarlığı ile
Halil Kaya’yı karşısında konuşturmadı bile; onu münhal kadroya atama yaptığını
söylediği rektöre yollayarak başından savdı.
Anadolu Üniversitesinin rektörlük binasında, rektörün ofisinde, sekreter bayan,
karşısında dikilen Halil Kaya’yı, rektörün odasına yönlendirerek, “rektör bey
seni bekliyor. Girebilirsin yanına,” dedi.
Halil Kaya ona teşekkür ederek, rektörün kapısı önüne geldi. Deri kaplı kapıyı
tıklatarak, kapıya kulağını yanaştırdı ve içerden ‘gel! komutunu beklemeye
başladı. Biraz bekleyerek, beklediği komut gelmeyince ikinci defa kapıyı
tıklatarak, kulağını kapıya yanaştırıp gene beklemeye başladı.
Sekreter, masasında başını kaldırarak Halil Kaya’ya merakla baktı. Oğlanın
‘gel’ komutunu beklediğini anlayarak, “Kapı ses yalıtımlı… İçerdeki sesi
duyamazsınız. Telefonda gelsin dedi ya?... Girin, girin…” diyerek müdahale
etti.
Halil Kaya tereddütlü kapıyı açtı.
Rektör masasında, burnunun üstünde düşecekmiş gibi duran yakın gözlükleriyle,
üst üste duran birkaç klasörün arasında dolaşarak bir şeyler incelemekteydi.
Halil Kaya, araladığı kapıdan önce kafasını uzatıp bir baktı, girip girmemek
arasında tereddüt ederek az bekledi. Onun çekingen tavrını gözlüklerinin
üstünden gören rektör başını kaldırarak, “Girin, girin…” diye seslendi.
Halil Kaya, girdi, kapıyı kapattı. Rektöre doğru yaklaştı. “İyi günler,
efendim!” diyerek adamı selamladı.
Rektör, “Size de…” diyerek Halil Kaya’yı tepeden aşağıya iyice inceledi. “Siz,
şu, rahmetli Nezih’in doktora öğrencisi olan delikanlısınız her halde?”
“Evet efendim.”
Rektör, masası önündeki koltuğu gösterdi. “Gelin, oturun şöyle.”
Halil Kaya, gitti, gösterilen yere iğreti oturdu.
Rektör, üzüntülü mimiklerle, “Hocanın başına gelen elim kaza hepimizi çok
üzdü,” diyerek bir süre sustu, sonra, “cenaze töreninde var mıydınız?” diye
sordu.
“Yoktum, maalesef. Ayvalık’ta idim efendim. Hocamın vefat ettiğinden,
televizyonda gösterildikten sonra haberim oldu.”
“Daha önce duymadınız mı?”
“Yok. Maalesef, duymadım.”
Adam, riyakarlık kokan bir üslupla, “Allah nur içinde yatırsın. Çok kıymetli
bir insandı…” dedi. Sonra konuyu değiştirerek, “Siz, niçin gelmiştiniz?” diye
sordu.
Halil Kaya, içinden, “sanki dekan yardımcısından duymadı da, ne için
geldiğimi…” diye geçirdi. “Rahmetli hocam, yardımcı doçentlik için
atanacağımdan bahsederek, buraya gelmemi tembih etmişti, ama sayın dekan
yardımcımız ile görüştüğümde, münhal yardımcı doçentlik kadrosunu zatıalinizin
başka birini atamak suretiyle doldurduğunuzu, benim atamamı iptal ettiğinizi
söyledi.”
“Doğru söylemiş.”
“Münhal Kadro benimdi... Nezih hocam demişti ki…Mayıs ayı sonunda gel de işbaşı
yap, demişti! ...”
“Nezih hocan, bana bir şey söylemedi. Ben de başka bir öğrencinin müracaatını
değerlendirerek atamasını gerçekleştirdim. Senden haberim bile olmadı. Kısmet
değilmiş. Kusura bakma.”
“Estağfurullah efendim. Bu durumda benim işimin olmayacağı anlaşılıyor.”
“Öyle…”
“Peki… Yapabileceğim bir şey yok. Müsaadenizi isteyeyim ben, öyleyse…”
“Öyle. Güle güle!”
Halil Kaya kalkarak kapıya gittiğinde, rektör arkasından seslenerek, “Milli
Eğitim Bakanlığına, öğretmenlik için müracaat edersin. Atamanı yaparlar bir
liseye,” dedi.
Halil Kaya, bir karşılık vermeden kapıyı açıp çıktı.
Üniversite kampusunun nizamiyesinden çıkarak otobüs durağına doğru geldi. Çok
moralsiz görünmekteydi. Sinirli hareketlerle boynundaki kravatı söktü,
avuçlarında buruşturup yanından geçmekte olduğu çöp bidonuna fırlattı. Otobüs
durağına doğru yaklaştı. Birden, kravatın babasına ait olduğunu hatırlayarak
durdu, geri döndü, çöp bidonunun yanına varıp attığı kravatı geri aldı,
düzelterek, katlayarak ceketinin cebine soktu, durağa doğru yeniden yürüdü.
Tam o arada Halk Otobüsü yanından geçerek otobüs durağında durdu. Halil Kaya,
ona binmek için koşmaya başladı. Otobüs duraktan iki yolcuyu aldı, hareket
etti. Halil Kaya, arkasından bağırmaya başladı. “Hooop!...Duur!...” Otobüs
durmadan hızla uzaklaştı. Halil Kaya, arkasından bakakaldı.
Durağa iki erkek öğrenci geldi, biraz dikilip kendi aralarında konuştular.“Otobüs
kaçtı. Onbeş dakika bekleyecek miyiz şimdi?”
“Ne lüzum var? On dakka yürüdük mü, varırız çarşıya…” Sonra, oyalanmadan
yürüyerek uzaklaştılar.
Halil Kaya da onlar gibi yürüyerek gitmeye karar verdi. Duraktan tam
uzaklaşmaya başlamıştı ki, bir çiftin el ele tutuşarak gelmekte olduğunu fark
etti. Biraz dikkat edince, onların rektörün kızı Cavidan ile nişanlısı Rıfat
Tanrıkulu olduğunu gördü. Gitmeyip beklemeye başladı.
Rıfat Tanrıkulu, durakta bekleyenin Halil Kaya olduğunu anlayarak, ansızın durdu.
Yanındaki kızı çekiştirerek caddenin karşısındaki taksi durağına yönlendirdi.
“Otobüsün gelmesine on beş dakika var, gel bir taksiye binelim şuradan!”
Cavidan itiraz edecek gibi olduysa da, Halil Kaya laf atmaya başlayınca durumu
kavradı; o da nişanlısıyla birlikte taksilere doğru yöneldi.
Halil Kaya, onların kaçmaya çalıştıklarını görünce arkalarından laf
yetiştirmeye başladı.
“Hey, Cavidan! Yanındaki boynuzluya, benimle geçirdiğin uzun aşk gecelerini
anlattın mı? Geçen sene Fethiye Ölüdeniz’deki pansiyon evde bütün bir yaz
tatilini birlikte geçirdiğimizden bahsettin mi ona? Bahsetmedin mi? Senden önce
benim tadıma Halil baktı, diyemedin mi ona?... Oysa o, seni nasıl becerdiğini
önüne gelen herkese anlatıyor! Okulda, seni düzdüğü gecelerin detayını bilmeyen
bir kişi bile yok. Cavidan’la, babasını kafaya alabilmek için nişanlandım,
diyor herkese!” Çiftin taksiye binmek üzere olduğu anda son bir laf daha
yetiştirmek için bağırdı. “Duydun mu? O seninle okuldaki işi alabilmek için
nişanlanmış,… “ Taksi hızla hareketlenerek uzaklaşmaya başladığında kızın
yanındaki Rıfat Tanrıkulu ona bir kol işareti yaparak sırıttı. Halil Kaya
arkasından, “bittin sen aslanım, bittin!” diye tehdit savurdu ise de sesini
duyurması olanaksızdı. Taksi uzaklaştı, gitti.
Halil Kaya, iyice sinirlenmişti; cadde boyunca elleri cebinde, başı eğik,
sıkıntılı yürüyerek geldiği bir birahanenin önünde az durakladıktan sora, karar
vermiş gibi, kapısından içeri daldı.
Loş birahanede bir-iki masada birer ikişer kişi bira içmekteydiler. Halil Kaya
içeri girdikten sonra en dipteki masaya gitti, oturdu.
Garson tezgahının arkasından çıkarak onun yanına gidip, kaba bir ses tonuyla;
“Bira mı?” diye sordu.
“Yok. Yarım şişe rakı ile bir yoğurt getir!”
Siparişi alan garson gitti.
Elleriyle başını sıkarak yüzünü acı çeker gibi gerdi.
Çok kötü hissediyordu kendini, rektöre ve kızıyla damat adayına hakaret etmek
de rahatlatmamıştı. Rakı iyi gelebilirdi.