Okulların tatil olmasıyla herkes memleketine dönmek arzusuna kapılmıştı. İstanbul Teknik Üniversitesinde bir iki profesör dışında kimsecikler kalmamıştı. Bende memlekete dönmek için anca bir hafta sonraya uçak bileti bulabilmiştim. Baharda öyle...

Bahar Tokatlıydı. Öyle bir anlatmıştı ki Tokat'ı  sanki doğduğumdan beridir o şehirde yaşıyormuşcasına ezberlemiştim sokaklarını. Tarihe ışık tutuyordu. Ve artık benimde vazgilmez şehirlerim arasına katılmıştı. Görmek henüz nasip olmamış olsa da...

Bir hafta boyunca İstanbulun altını üstüne getirecektik.  İstanbul ah aşk tanrıçası şehir, nasıl da mesudum havanı soluyorken... 

Baharı Kartal da bir cafe de bekliyordum. Haziran ayının sonundaydık. Güneş sıcak bir gülümsemeyle selamlıyordu günü. Ağaçlar şapka çıkarıyordu toprakla güneşin bakış safhasındaki aşkına! Her şey öylesine güzel görünüyordu ki kendimi daha önceden dizayn edilmiş bir masalın içinde buluyorum. Kaderin belki de en iyi günündeyiz. Bize de güldüğüne göre...

Bahar kuru bir yaz ayında olmamıza rağmen, saçlarını rüzgara bırakmış gibi dalgalı dalgalı  bana doğru geliyordu. Fıstık yeşili bir kıyafetin içinde adeta doğanın en güzel manzarasını bana resmediyor gibiydi. Selamlaşma faslı bittikten sonra sandalyelerimize oturduk. Garson daha ağzını açmadan siparişleri ben verdim.
'' Bana sıcak bir çikolata, kız arkadaşıma da bir salep''dedim. Garson siparişleri getirdikten sonra Baharla başbaşa kaldık.
 Kaan: Hoş geldin ruhum.
Bahar: Hoş bulduk kaan.
Kaan:  Orhan Veli şiri gibisin. sevgini anlatamıyorsun.
Bahar: Ne yapayım kaan ilk kez böyle bir şey yaşıyorum.
Kaan: Biliyorum hurim biliyorum. Seni çok seviyorum.
Bahar: Bende öyle...

Şehrin altını üstüne getirmek fikrini Bahara sunduğumda garip bir yanıt aldım. '' Altı üstünden daha güzel. Ama onun da vakti var. Şimdi üstte gezinelim. Altta olanları incitmeden.''dedi. Şiir gibi kadındı. Şair ben olsam da... Kelime oyununa olan düşkümlüğümü Bahar da bilip takdir ediyordu. İddiaya girmiştik bir seferinde,  Kelime oyunun da beni yenerse şiir yazmayı bırakacaktım.  Ve iddiayı ben kazandım. Bahar kabul etmemişti bu yarışı. Haksız rekabet oldu demişti. Ben yenseydim eğer şiir yazmasını bırakacaktın. Ama sen kazandın ve ben bir şey yapmayacağım. Olmaz öyle...  

Ve ben ne zaman onu arasam mutlaka bir şiir okuyordum. Bu da sözde iddiayı kaybetmesinin cezasıydı! Bugünün bitiminde okuyacağım şiir Nazım Hikmetin olacaktı. Bahara demedim. İstanbulu doyasıya gezdik. Bol bol fotoğraflar çektik. Gün bitmek üzereydi. Ve Bahar'ın gün bitmeden yurda dönmesi gerekiyordu. Onu yurda bıraktım. Ve Üniversiteye başladığımdan beri her akşam yurdun önüne geldiğimi söyledim. O an yüzünde mahçup bir pembelik oldu. Ve içinde milyon anlam gizli olan aşk sözcüklerini içinde barındıran kısa bir cümle ile veda etti '' Kendine İyi Bak''

Evin yolu hiç bu denli uzun gelmemişti. İlk kez yürüyen bir bebeğin emeklemesi gibi, bir yanım kal diyordu. Yine de yürümeyi öğrenebiliyordu insan. Bende onu özlemeye alışmalıydım. Eve geldiğim gibi  ellerim telefona gitti. Mesajı okuduğum gibi gözlerim parladı. '' Seni çok seviyorum. İyi ki girdin hayatıma canım.'' yazıyordu. Bunları yanımdayken söylemeye cesaret edememişti. Ama olsun söyledi ya içimde kelebekler uçuşuyordu. Ve benim masalım da Kelebek ömrü sandığımız kadar kısa değildi. Bu gecenin belki de en güzel saatlerini ben yaşıyordum.  Diğer insanlara haksızlık ettiğimi düşünmeden edemiyordum.  Bu kez de onlar ortak olsunlar sevincime...  Kısa bir mesaj yolladım.

'' Bende seni çok seviyorum. Sen de iyi ki girdin hayatıma. İlk ve tek Baharım... ''

Ve günün Şiiri Nazım Hikmet'in ''Kıskanıyorum Beni Affet''şiirini okudum.

KISKANIYORUM BENİ AFFET

Çekilmez bir adam oldum yine: 
Uykusuz, aksi, nâlet. 
Bir bakıyorsun ki, 
Ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi 
Bugün çalışıyorum, 
Sonra bir de bakıyorsun ki, 
Ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü. 
Sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün. 
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün. 
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet...

Çekilmez bir adam oldum yine: 
Uykusuz, aksi, nâlet. 
Yine her seferki gibi haksızım. 
Sebep yok, olması da imkânsız. 
Bu yaptığım iş ayıp rezalet. 
Fakat elimde değil. 
Seni kıskanıyorum. 
Beni affet... 
Nazım Hikmet



Bir hafta su gibi geçmişti.  Bingöl'e Uçak bugün saat 22:30'da  kalkacak. Bahar ise Tokat Seyehat Otobüsü ile gidecekti. Ve onların da aracı bugün saat 22:00'deydi. İkimiz de bir yandan hiç ayrılmak istemiyor diğer yandan da ailelerimizi özlüyorduk. Bahar birlikte olduğumuzu annesine söylemişti. Hatice Teyze onaylamakla birlikte biraz erken bulmuştu. Namık Amcanınsa birlikteliğimizden haberi yoktu.  Bugünde bizimdi. Ama yarınlara daha çok vardı. Beklemek gerekiyordu bazen. En deli dolu olduğumuz anlarda bile. Oysa delikanlı çağımızda nasıl beklemeyi sefa görürdü ki insan. Daha o kadar yol yürümedim. Olgunluk son kapısıdır deli çağın. Sonrası hep o beklediğimiz ama bir türlü gelmeyecek sandığımız huzurdu işte. O yüzden ben bir yandan kırgınken düne, bir yandan da mahçup gülümsemeyle bakıyorum geleceğin getireceği huzura...

Saatler bitmesin istediğimiz günün sonuna gelmişti. Bahar terminale giti. Bende Sabiha Gökçen Havalimanına...

Devam Edecek...

( Aşk Olsun-2 başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 15.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu