Oynaşan gölgeler
küçümsedikçe varlığımı, anlık bir hezeyana yenik düşüp duraksıyorum patavatsız
addedilen bir tahakküme yenik düşmek iken tek tecellisi günün.
İnsanlar kanattıkça,
kandığım yalanların öfkesine istinaden yoldan çıkmamak adına o çekince yüklü
tezahüründe boyutsuz bir var oluşun, demleniyorum anbean ve sıdkı sıyrılmış bir
rahmeti yüklenip en derinden, Yaratıcının nezdinde hiçliğime vakıf olup, kurak
bir arazide yeşilleniyorum, en bilinmedik dokunuşuna nail olup ıssızlığın,
tedirgin bir halet-i ruhiye iken cebelleştiğim o tortu.
İstifli o müebbet
tümceyi takıp en ucuna aklımın, akıl dışı bir oyuna dâhil olup, karışıyorum
kalabalığa.
Serzenişler ki
dokunaklı bir şarkının nakaratında hayat bulan.
Gönülsüz dokunuşu
güneşin belli ki en acımasız yansıması gerçekçiliğin uzantısında gölgelenmekle
yükümlü kılındığım.
Kıvrak bir namede can
buluyorum ansızın yine de şaşkınlığıma yenik düşüp, boğulduğum gözyaşlarında
hayat bulma ümidiyle sarılıyorum en yakın bulduğum kucak düşkünü arsız bir
çocuk kadar neşesine sahip çıkamazken.
İşte, diyorum birdenbire…
İşte, özlediğim yalansız dünyaların düş perileri…
Minvalinde o
bilinmezlik iken rast geldiğim, göreceli bir oyun gücü çoğunluğun peyda olduğu
hayat sahnesi.
İndindeyim hiçliğin,
mazbut bir ilke iken rağbet ettiğim, ıslak bir zeminde dans eden düşüşlerin
tecellisi ile kendime geliyorum ölüm öncesi.
Doğurgan bir aşkın
meyvesi ne çok insan ve yine ne çok talihsiz ki; istemeden yolu düşmüş
buralara.
Kimliği sorgulanan
berduş imgelerin, sahici bir gülümseme özlemi ile dokunuyorum yanı
başımdakilere: Uslu bir çocuk gibi sevilme ve okşanma isteğiyle muzipçe
gülümsüyorum tanımadığım kim varsa. Edimi basit bir kelimeye denk düşüyor:
‘’Hadi, uzat yanağını da…’’
Bir öpücükle mükâfatlandırılmak
beklentisi bir tokatla son buluyor.
Böyle mi olmalıydı,
demek oldukça zahmetli bir düşünce gıyabında kesilen ahkamları da hesaba kattık
mı…
Anlık bir rehavetle
uyuya kaldığımın bilincinde bile değilken, düş perileri ile kesişiyor yolum ve
haykırıyorlar avaz avaz:’’Dile bizden ne dilersen.’’
Belli ki tuzak bir
soruda kıstırılmışlığımı fırsat bilip tokuşturacaklar gülücüklerini.
Gülsem mi ağlamasam mı?
‘’Neden’’ diye sormak
bir yana adımın zikredildiği bir pasajda, göreceli bir sağanağa rast gelip,
ıslanıyorum usulca.
Iskaladığım bir
hıçkırık iken küçük bir çocuğun çekinceleri kadar ayan beyan, hoşnutsuz bir
tavırla adımlıyorum gerisin geri.
Bu bir kâbus mu, dememe
ne hacet. Uyandıkça uyandırıyorum nice saklı beni, uyandırıldıkça hıçkırıyorum,
hıçkırdıkça örseleniyorum ve denk geldiğim bir peyzajda anlam bulmaya
çalıştığım bir teselli iken arzu ettiğim, temcit pilavı gibi aynı insanlarla
kesişiyor yolum. Türeyen bir kalabalık, tüketen bir nefret seli ve tünediğim en
ucunda bilinmezliğin, tüm sakıncalarını göz ardı edip gerçek hayatın,
sarıldığım bir dost eli kaygan düşlerimin merkezinde konuşlanmak kadar
benliğimin vazgeçilmezi.
Anlatmaktan yorulsam da
yorgunluğumu göremezden gelip, yeniden adımlıyorum aynı girizgâhı.
Boyutsuz bir hezeyanın
göreceli uzantısında anlık bir hitap kadar da hicap yüklü söylencelerin
tezahüründe hayat bulan insan izlekleri.
Korkutulduğum kadar mı
korkak bunca insan da sevgiye delalet hiçbir tümceyi kaçırmıyorlar ağızlarından
ya da dillerine pelesenk olan ne kadar yalan beyanat varsa kandırma telaşı ile
imliyorlar her bir karede kavuştuğum benlik katsayılarını en yükseğe taşıyıp.
Adsız sanrıları var
çoğunun.
Çoğu vurdumduymaz ya da
olduklarından çok fazla heybetli göründüklerine kani.
Büyüklüğün zimmeti mi
onları yukarı taşıyan yoksa hiçliğim mi varlığımın tecellisindeki en ufak
ayrıntı ve bir o kadar detayların ayrıntılarda gizlenmişliğini sorgulayan bir
bakış açısı iken sahiplendiğim hoşnutluğun çoğunda yarattığı hoşnutsuzluk.
Kırık bir miladın
kırgın bir yansıması aslında tüm olup biten.
Olup bitenden ziyade
olması muhtemel.
Yine de eşleştiğim
hangi keşişse aynı minvali göğüsleyip, aykırı bir rotayı sahiplenip, anlık bir
rötuşla solmaya muktedir şu gök kubbeyi taşımak en aydınlık kıbleye.
Aşklardan aşk beğenmek
bu olsa gerek. Bu olsa gerek yaşarken ölüp ölüp aynı rüyayı tadıp da dile
getiremediğim sakıncalarını bertaraf etmekle yükümlü bir sarmalın en kaçık
notası iken söylenmekten bitap düştüğüm.
Yorgun argın düşlediğim
gerçeklere yol verip, yoldan çıkmamak adına soluklandığım bir ağaç dibinde
yankılanan sesimi, sessizliğime yoran kim varsa, susmayı reddetmenin şerefine,
kısık bir minvalde içimden söylüyorum bilinmezliğin şarkısını ve duyulduğuma
kani olduğum tek Güce sığınıp yeni baştan arşınlıyorum aynı yolu, o tevafuk
iken rahvan gönlüğün tüm kaygısını bir kalemde yok eden.
Yokluğuma nispet eden
varsıl bir istikamet belli ki kimilerinin konuşlandığı yeter ki yolum
kesişmesin maneviyat yoksunu kim varsa en azından taşıdıkları kalbin tek sahibi
olduğuna vakıf olan emsalsiz bir aşkı yâd edip, düşmüşken yola ansızın…