Aysel, sevgisiz bir çevrede büyümüştü. Ondan daha güçlü herkes tarafından itilip kakılmıştı. Genç kızlığa adım attığı ilk zamanlardan itibaren, onu bu hayattan alıp götürecek bir beyaz atlı prensle karşılaşmayı umarak yaşadı. On altısındayken 'seni seviyorum' diyen ilk erkeğe âşık oldu. Evlenmeleri için izin çıkmayınca da kaçtı ona. Ne var ki katı kuralları olan aileden yine izin çıkmadı ve erkek yaşı küçük bir kızı kaçırıp alıkoymaktan dolayı cezaevine konulurken o ailesine teslim edildi. Kızlarını teslim alan aile hiçbir zaman hoşgörülü davranmadı. Aile bireyleri hayatını cehenneme çevirmek için ellerinden gelen her baskıyı uyguladılar.

Aysel on dokuz yaşına girdiğinde beyaz atlı prens cezaevinden çıktı. Bu defa yaşları uygundu ve ailelere haber verilmeden nikâh memurunun önüne oturdular. Ne var ki, mutlu başlayan evlilik çok çabuk çatırdamaya başladı. Beyaz atlı prens daimi bir iş bulamıyor, geçici işlerde çalışıyordu. Ev kiralarını ödeyemez haldeyken Aysel bir temizlik şirketinde iş buldu. Şirket nerede bir iş gösterdiyse gitti orada çalıştı. İşsiz koca, karısının kazancıyla geçinmeye alıştı. İşsizlikten morali bozuldukça içki içti. Her sarhoş olduğunda da kıskançlık krizlerine girip karısına kendisini aldattığını ileri sürerek hakaretler etti. Yetmedi, çocuklarının olmayışını da diline dolayarak şiddet uygulamaya başladı. Zavallı kadıncağız ailesi tarafından dışlanmış olmanın da güvencesizliğinde, sabrederek bu huzursuzluğu çekmeye çalıştı.

Sabır da bir yere kadar!, Huzursuzluğun çekilmez hale geldiği bir dönemde, -otuz dört yaşındayken,- kocasından boşandı. Hem ailesindeki erkeklerin, hem evlendiği erkeğin yaşattıkları zulümlerden sonra bir daha evlenebileceğini sanmıyordu.

*

Adem, oldum olası problemli biriydi. Problemli bir babası vardı. Her yarattığı problemde dayakla terbiye edilmeye kalkışılmıştı. Her yediği dayaktan sonra daha çok problem yaratmaya başlamıştı.

Ergenlik döneminde bir ciletle vücudunu, kollarını keserek, dayak atmaktan başka bir terbiye yöntemi bilmeyen babaya tepkisini göstermeye çalıştı. Psikiyatrik sorunları olduğuna hükmedilerek psikiyatri polikliniklerinde tedavi edilmesine çalışıldı. O da bir işe yaramadı. Zaman içinde palazlandıkça tepkilerini seslendirerek gösterdi. Babaya duyduğu nefreti haykırdıkça nefret edilen biri oldu.

Üniversite hastanesinde yapılan tetkiklerle problemlerinin nedeni araştırılırken beyninde bir tümör olduğu görülünce ameliyat edildi. Tümör iyi huylu çıktı, fakat yapılan ameliyat epilepsi hastalığına sebep oldu. Yaşanılan problemlere bir de epilepsi nöbetleri eklendi.

Adem otuz yaşındayken kendisinden beş yaş büyük bir kadınla tanıştı. Tanıştığı kadın bebekliğinde yaşadığı kalça çıkıklığı nedeniyle topal kalmıştı. Olsun! Babanın daima asık olan suratından iyidir... Kadınla evlenmeye karar verdiler. Evlilik kararlarını bildirmeye geldiklerinde baba, oğlunun psikiyatrik problemlerinden ve epilepsisinden bahsetti kadına. Kadın, 'olsun,' dedi; 'o benim bacağım olur, ben onun beyni olurum, birbirimizin eksikliğini tamamlarız.' Herkes öyle olmayacağını bile bile öyle olmasını diledi...

Nikâhları kıyıldı. Çiftin ikiz çocukları oldu. Fakat hiç bir zaman huzurlu bir evlilikleri olmadı. Adem, baba evindeki huzursuzluklarını evliliğine de taşımıştı.

On yıl sürdü bu evlilik. Sonra boşandılar... Kadın yaşadığı problemlere on yıl boyunca katlandıktan sonra, katlanma gücünü yitirerek boşandı Adem’den.

Adem, boşandığında baba evine sığınmak istedi. Baba bir kaç aylık misafirlikten sonra onun yeniden yaşatmaya başladığı problemleri çekmek istemeyerek evinden kovdu. 

Adem, düzenli kullanması gereken ilaçları aksatarak kullandı. Nöbetleri sıklaştı. Sağlığı iyice bozuldu. Hiç bir iş yapmadan, sahibi olduğu iki evinin kirasıyla ve annesiyle kardeşlerinin parasal desteğiyle, tek başına sürdürmeye çalıştığı yaşantısında elini kime uzattıysa reddedildi. Hiç kimse onun problemleriyle huzurunu bozmak istemiyordu.

Bir evlilik yapabilirse yalnızlıktan kurtulabileceğine inandırdı kendisini, fakat yaşadığı tecrübeden sonra, üstelik kırk yaşına gelmişken hiç de kolay olmayacaktı bu...  Bu konuda desteğini istediği herkes, 'kusura bakma!' diyerek destek vermeye yanaşmadı. Hiç kimse böylesine problemli biriyle evlenmesine aracılık edip tanıdık bir kadıncağızın başını yakmayı istemiyordu. Eski karısıyla yeniden bir araya gelebilmek için yalvardı, yakardı, çocuklarını aracı yapmaya kalkıştı, ama nafile; sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yiyorlardı.

İş başa düşmüştü... Onunla evlenmeyi kabul edebilecek bir kadın bulabilmek için uzun bir zaman ayırdı. İnternet üzerinden ulaşabildiği her kadınla bu amaçla mesajlaştı. Kadın kimliğiyle internete takılan erkekler, genç kadın profiliyle takılan nineler ya da çocuklar; kimlerle karşılaşmadı ki... Televizyon kanallarındaki evlendirme programlarına başvurular yaptı, davet edildikçe gitti, ama elektrik alınamadıkça reddedildi. (Oysa oldukça yakışıklıydı)

“Kırk yaşındayken evlenmek meğer ne zor şeymiş! İnsan yirmili yaşlarda elinde bol malzeme bulunurken iyi seçim yapamayıp hastalıkta, sıkıntıda hemen boşanmaya koşan bir kadınla evlenirse olacağı buydu işte!”

Evlenmekten umudunu iyice kesmeye başladığı gün evinden çıkmış, elleri cebinde kahvehaneye gidiyordu. Cadde üzerindeki postane önünde kontörlü telefon kulübesinde sıra bekleyen insanlar vardı. Sıradaki kırklı yaşlardaki kadına baktı. 'İşte,' dedi; 'tam istediğim gibi bir kadın.' O an kurguladığı bir senaryoyu uygulayarak şansını denemeye karar verdi...

Sıradaki kadın Aysel'den başkası değildi.

Sırası gelen kadın tam da kulübeden girmek üzereyken, yalvarır gibi, "lütfen, lütfen..." diyerek yanına gitti.

Aysel, onun müdahalesinden bir şey anlamamıştı, nezaketle, 'bir şey mi oldu beyefendi?' diye sordu.

'Lütfen birkaç dakika için sıranızı bana verin! Çok acil...' dedi Adem.

'Tamam, buyurun!' diyerek ona yol veren Aysel beklemeye başladı.

Adem kulübeye dalıp ahizeyi eline aldı, rastgele bir numarayı çevirdikten sonra karşısındakine sesini duyuramıyor da o nedenle bağırıyormuş gibi, 'Baba?' diye başladı. 'Kapatmadan önce dinlemelisin beni!... Lütfen soru sormayı bırak! Bana bir şey olursa, çocuklarımla ilgilen lütfen! Hayatım boyunca bana gösteremediğin sevgiyi çocuklarıma göster hiç olmazsa! Çocuklarımı sana emanet ediyorum baba...'

Aysel belli etmemeye çalışarak adama bakıyordu. Boylu poslu, çok yakışıklı biriydi; aynı yaşlarda olmalıydılar.

Adem ağlamaklı bir sesle konuşmaktaydı. 'Anlatılacak bir şey yok baba! Çok uzun bir yolculuğa çıkıyorum işte, geri dönüşü olmayan bir yolculuğa... Sorup durma işte! Evet, öleceğim. İntihar edeceğim, öldüreceğim kendimi... Neredeyim bilmiyorum... Çocuklarıma sahip çık lütfen... Hakkını helal et! Elveda!'

Telefonun öbür ucunda ki hizmetçi kadın, konuşan adamı sonuna kadar dinledikten sonra, 'Alo? Alo? Ben baban değilim kardeşim, yanlış numara,' diyerek ikaz etmeye çalıştıysa da telefon eden her kimse, telefonu kapatınca şaşkınlık içinde o da kapattı.

Evin hanımı, 'kimdi?' diye sorarak geldi.

Hala şaşkın haldeki hizmetçi, 'bilmiyorum hanımım,' dedi. 'Adamın biri intihar edeceğini söyleyip kapattı.'

Evin hanımı, 'intihar mı edecekmiş? Allah Allah! Ne derdi varmış ki,' diye söylendi.

Telefon kulübesinin önündeki Aysel kulaklarına inanamıyordu. Sırasını verdiği adam, intihar edeceğini mi söylemişti? Doğru mu duymuştu? Aman Allah'ım!

Adem ahizeyi yerine bıraktı, kulübeden çıktı. Sırasını veren kadına teşekkür ederek oradan ayrıldı.

Aysel onun gidişini seyrederken bir şeyler yapmayı düşünüyordu, fakat aklına yapabileceği bir şey de gelmiyordu. Bir anda edeceği telefondan vaz geçerek adamın arkasından seğirtti.

'Bir dakika durur musunuz?'

Adem, 'bu iş tamamdır, balık oltaya takıldı,' diye düşünerek kadına döndü.

'Ne vardı?'

'Az önce duyduklarım doğru muydu? İntihar mı edeceksiniz siz?'

'Sizi ilgilendirmez,' dedi Adem.

'İlgilenmemek mümkün değil ki! Anlayamıyorum, intihar edeceğinizi duyduktan sonra nasıl ilgisiz kalabilirim? Umarım babanıza söylediğiniz şeyler doğru değildir; yoksa o adamcağızın yüreğine iner, hoş doğru değilse de inmiştir zaten... Babanıza hemen telefon edip dediklerinizin doğru olmadığını söylemelisiniz,'

Adem, 'karışmayın siz!' diyerek kadının yanından sıyrılıp yoluna devam etmeyi denediğinde Aysel onun kolunu tuttu.

'Bekleyin, oturup konuşalım biraz, lütfen!'

'İstiyorsanız konuşalım, ama düşüncemden vaz geçmeyeceğim, bilesiniz.'

Yakınlardaki bir pastaneye girdiler. İki kişilik küçük masalardan birinde oturarak iki kahve siparişi verdiler.

Adem, kadındaki insani sıcaklığı hissederek, 'evli misiniz siz?' diye sordu.

Aysel, sorunun amacını anlamamıştı. 'Neden?' diye sordu.

Soruyu sormaktaki maksadı kadının bekar olup olmadığını anlamak olmasına rağmen, 'Evliyseniz beni anlayamazsınız,' dedi Adem.

Aysel, 'beş yıl öncesine kadar evliydim, boşandım,' dedi.

'Neden boşandınız?'

'Evli olduğum adam psikolojik sorunları olan birisiydi, evliliği sürdürmeye tahammülüm kalmamıştı...' derken sustu Aysel. Sonra, 'hem beni bırakalım da sizi konuşalım. Telefonla konuşurken çocuklarınızdan söz ediyordunuz. Siz evlisiniz herhalde...' diyerek adamı sorgulamaya başladı. Galiba o da adamın evli olup olmadığını anlamak istemişti.

'Ben de boşandım. Bir yıl oluyor...'

'Neden boşandınız?'

'Sizinle aynı sebeplerden...' Doğruydu. Aysel'in kocasını boşadığı sebeplerle karısının onu boşadığı sebepler aynıydı, ama Aysel onun kastettiği şeyin psikolojik sorunları olan karısından boşanmak olduğunu sandı.

'Elma, armut seçmiyoruz ki, evlendiğimiz insanı seçerken hata yapabiliyoruz maalesef.'

'Öyle maalesef!'

'Boşandığınız kadın yüzünden mi?'

Bir an oynadığı senaryoyu unuttu Adem. 'Ne? Ne onun yüzünden mi?' diye sordu.

'İntihar etmek isteyişiniz...'

Adem oynadığı rolü yeniden hatırladı. 'Ha, intihar...'  Mimiklerine yeniden acıyı yükledi, buğulandırdığı gözlerini kadına dikti. 'Yok... Onun yüzünden değil. Yaşamaktan yoruldum artık. Yani tüm yaşama sevincimi yitirdim. Yalnızlıktan...Yapayalnızım, anlıyor musunuz? Yapayalnız bir insanım ben... Tek nedenim o... '

Güldü kadın. Adamın sözünü keserek, 'Yalnızlıktan mı?' diye sordu. 'Yalnızlıktan intihar ediliyorsa ben de intihar etmeliyim. Sizin en azından çocuğunuz, babanız filan varmış; ben de onlar da yok üstelik!' Böylesine sudan bir sebeple intihar etmeye karar vermiş adamı kararından caydırabileceğine inanıyordu. 'Güçlü bir adama benziyorsunuz. Hayatınızdaki tüm olumsuzluklarla mücadele etmelisiniz.

Adem, ölmek için yalnızlıktan daha çarpıcı bir mazeret bulsaydım keşke, çok sıradan bir sebep oldu, diye geçirdi aklından.  Çocuklarından mahrum yaşamanın acısını kullanarak savını güçlendirmek istedi. 'Çocuklarımla görüşemiyorum ben...'

'Neden? Çocuklarınızı yasal olarak görme hakkınız olmalı.'

Çocuklarıyla yasaların tanıdığı haktan da fazla görüşebiliyordu, boşandığı kadın o konuda fazlasıyla hoş görülüydü. Tabii ki, oynadığı oyunu sürdürürken bunun tersini söylemeliydi. Karşısındaki kadını süzdü göz ucuyla, galiba umduğundan daha akıllıydı, rolüne daha çok yoğunlaşması gerektiğini düşündü, sanki ağlayacakmış da kendini zor tutuyormuş gibi, 'Çocuklarımın annesi ne yazık ki beni çocuklarımdan mahrum bırakıyor,' dedi.

'Üzüldüm.'

Kadının sıcak tavrı cesaret vericiydi, duygu sömürüsü etkili oluyordu. Akıllı, ama çok da duygusal diye geçirdi aklından. 'Sizi de üzdüm, özür dilerim,' dedi.

'Kaç yaşındasınız?'

Kadının sohbeti sürdürmeye meyilli oluşu bir başlangıcın habercisiydi sanki.

'Kırk bir... Ya siz?'

'Otuz dokuz... Ne iş yapıyorsunuz?'

'Ben mi? Bir kafem vardı, devrettim. Üç evim var, birisinde oturup ikisini kiraya verdim. Kira gelirleriyle idare ediyorum...' Bir an uygulamakta olduğu senaryodan kopmak üzere olduğunu fark edip toparlamaya çalıştı. 'Artık evler çocuklarıma kalır, çocuklarımın annesi alır kiraları... Siz çalışıyor musunuz?'

İkisi de aralarındaki sohbetin bir sorgulamaya dönüştüğünü fark ettiler.

'Çalışıyorum. Bir temizlik şirketinde...'

Adem, kendi kendine artık amacına yönelik konuşması gerektiğini hatırlattı. 'Ne güzel, kendi ayaklarınızın üstünde durabiliyorsunuz. Sizin karşınızda bu kadar zayıf biri olduğum için utanıyorum inanın. Yaşadığım o kötü evlilik yerine keşke sizin kadar güçlü bir hanımefendiyle evlenmiş olsaydım da yuvam dağılmasaydı.'

'Keşke ben de sizin gibi bir centilmenle evli olsaydım da o kötü tecrübeleri yaşamasaydım.'

'Hayat her zaman yüzümüze gülmüyor işte...'

'Öyle demeyin. Bakarsınız bize de iyi bir fırsat sunacağı tutar. Umudumuzu yitirmemeliyiz. Değil mi?'

'Tam da yaşamaktan umudumu kestiğim gün sizinle karşılaşmam gibi...'

'Olabilir... Ölmeyi değil de yaşamayı düşünürseniz...'

'Düşünürüm. Sizinle bu güzel dostluğu sürdüreceksek...'

'Neden olmasın?'

 

 Yazarın notu: Adem ile Aysel evlendiler. Tabii ki, mutlu olamadılar. Çünkü Aysel yağmurdan kaçarken doluya yakalandığını çok çabuk anladı. Bir kaç kere kocasını terk etmeyi denediyse de, terk ettiği takdirde kocasının intihar edeceğini düşünerek vazgeçti.

Kocasının yaptıklarından hemen sonra pişmanlıklar çekerek yalvarıp yakarması nedeniyle bir gün kavgalı üç gün barışık halde evliliklerini götürmeyi denemekte ve Adem'in tedavi görerek iyileşeceğine inanarak onu Akıl Hastanesine yatması için ikna etmeye çalışmakta...

( Yağmurdan Kaçarken Doluya Yakalanmak... başlıklı yazı AliKemal tarafından 23.03.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu