Dokundum önce usul
usul:
Yanık tenine kaderin,
sığdıramadığım tüm imgeleri
Ve şerh düştüm isminin başköşesine,
Soydum yavaş yavaş en
aykırı düşlerin kabuğunu,
İliştirdim gönül
pencereme:
Hani olur da, sürç-ü
lisan ettiysem
Aşkla yoğurduğum şu
düzlemdeki yankımı.
Ve ansızın iliştim gök
kubbeye, asılı kalmış
O izlekte, kararmış bir
siluet iken efkârım,
Cebelleştiğim şu
pervasızlıkla,
Derinden soluduğum
yüreğin buharı
Ve kaybolduğum hicret
akşamlarında,
Elimde soluk bir gül,
Senden miras olmasa da
ettiğim tevekkül.
Sustum ve sığındım en
yüksek makama,
Tanımadığım o güruhta,
şeytan ve müritleri;
Belli işte, tecellisi
sona ermiş ölgün ömrün.
Hayır, hayır, asla
korkma,
Sanır mısın ki sükûtum
ikrardan?
Sen yine de yok say
beni,
Hem belli mi olur;
Yeniden doğarım yâd
ettiğim her ne ise,
Karışmışken aklım ve
yüreğimde saklı iken
Aşkın güncesi.
Kolay hem de nasıl,
Zoruma gitse de yitip
giden bir cümlenin
En yanık kelamı iken
hüznün bedeli,
Savrulduğum şu
sonsuzluk, bil ki,
Aşkın ebedi istirahatı.
Günlerden bir gün,
demek değil akıl karı,
Bilmeden akıttığım
bunca gözyaşı:
Neye delalet bunca efkâr,
Haznemde ne çok şey bir
bilsen
Ve ne çok şey söyleyemediğim.
Asılı olduğum gök
kubbe,
Sığınak bellediğim
basiretimin gölgesinde
Anlık bir rötuşla,
resmettiğim şu berduş sefaletle;
Hangi gam ise beni esir
alan
Ve hangi cahil imge ki
Adımın bir adım
ötesinde sorgular mazimi.
Bir günceyim altı üstü,
Altına döşerken bunca
kelamı
Ve savruk bir güfteyim,
Bilinmezliğin nezdinde.
Görmediğim yine de
anbean yâd ettiğim,
Bilmediğim yine de en
derine gizlediğim,
Anlayacağın,
susmalardan ibaretim.
Asla gönül koyma ve
asla da sorma;
Bilsem bile neyin
derdidir bunca pervasızlık,
Sükût-u hayale uğrayan
bir dünyanın
En asil yalnızlığı tek
sığınağım.
Ölgün bir günün
hükmündeyim,
Ceberut gölgelerin
boyunduruğunda,
İflah olmaz bir gönlün
peyzajı
Şu safran sarısı
buhrana meyletmiş nice imge
Ve nice yalan hele ki cengâver
ve debdebeli
Bir hidayet iken
varacağım en yüksek çıta.
Belirsiz bir gıybete rükû
eden katran karası
Ruhların mekânı,
Gönülsüz üç beş sırdaş
kelam kadar
Sıra dışı bir muafiyete
yenik düşen;
Haznesinden taştıkça
rahman ve kayıtlı bir beyanatta
Dondurduğum zamanın
ayak izi kadar
Tahakkümperver bir
hükme delalet eden:
Fazlasıyla sancılı bir
yok oluş ezelden,
Yine de sığındığım en
ulvi merci.
Olmazın oluru bir
kıyama rağbet edip
Durakladığım kim bilir
kaçıncı kare:
Alabildiğine isyan
yüklü mizaçlar
Hıçkırığı en derinde,
Soluk bir edim elden
gelen;
Bencileyin, deyip de
sığlara rağbet eden.
Kırık bir dal her ne
kadar hicap etmesem de,
Hükümranlığı tekil bir
muafiyetten medet uman,
Ummanların nazarında
yitip giden bir nazireymişçesine
Çalakalem yaşayıp kara
kalemle resmettiğim
Ömrün penceresinde
nöbete duran.
Hangisi ise rağbet
ettiğim gönülsüz kucak,
Fazlasıyla sığ olsa da içine
düştüğüm çukur
Yine de nazenin bir
dokunuş,
Nasıl da elem yüklü;
Fazlasıyla sağdık bir
hüküm bir o kadar biteviye
Payıma düşen.
Tufanlardayım ve
kayıplarda,
Sonu revnak bir günce
işte;
Hele ki kayda
geçirdiğim onca sıra dışı imge:
Belli işte yitip gitti
isyan pazarında
Varsıl bir aşka bel
bağlayıp,
Sağdıcı melekleri bile
hüzne boğan.
Artık bir sayıyım
fazlasıyla sonsuz,
Asil bir harfim belki
de;
Aşk iken mağdur ve
özleme delalet.
Kaçıncı seyrinde olsam
da yüreğin
Tutanaklara
sığdıramadığım
En mağdur öngörü iken
El aman, demek nasıl da
hicreti gönlün,
Kavuşmadan gün geceye.
En soluk rengim biraz
karaya çalan
En muktedir kıyama
rağbet edip
Soluklandığım ölüm
öncesi.