Uçurumun Kıyısından
.
Zeliha, sinirden burnundan soluyarak karşı dairenin zilini
acı acı çaldı. Sonra da sabırsızlanıp kapıyı yumruklamaya başladı. Sesi
apartmanın boşluğunda yankılanıyordu.
- Nezahat Abla, aç çabuk kapıyı Nezahat Abla!
Nezahat hemen elektrik süpürgesinin fişini çekti ve gidip kapıyı
açtı. Komşusunun telaşlı halini görünce yüreği ağzına geldi.
- Ne bu halin kız, ne oldu? Yoksa Burak… Aman Allah’ım!
Çekil önümden, çekil.
Nezahat ayakkabılarını bile giymeden Zeliha’yı bir hamlede
yana itip arkadaşının evinin içine daldı. O önde, arkadaşı arkada, bir çırpıda
salonda yerde oynamakta olan çocuğun yanına koştular. Nezahat oğlunu sağ -
salim görünce derinden bir “Oh!” çekti ve bir hışımla geriye döndü. Rengi
hafiften kaçmış, gözleri irileşmişti.
- Burak’a bir şey oldu sandım. Şükür iyiymiş. Derdin neydi
de kapıyı yıkacaktın başımıza Zeliş, ne bağırıyordun öyle?
- Dinlemedin ki abla. Kendi kendine gaz verdin, korktun. Ben
ne yaptım?
- Ne bileyim, öyle çabuk falan deyince oğlana bir şey oldu sandım.
Eee, neden çağırdın?
Zeliha, kollarını göğsünde çaprazlama bağlayıp, başını
arkaya doğru attı ve Nezahat’e sitemkâr bir bakış fırlattı.
- Oldu herhalde bir şey ki, çağırdım.
Nezahat, iki saate yakın bir zamandır evini temizlemeye
uğraşmış ve çok yorulmuştu. Sırtına, beline ağrılar girmişti. Ter içindeydi.
Bir de çocuğuna bir zarar geldi korkusu eklenince bunca yorgunluğun üstüne tuz
– biber ekilmişti. Kendini hemen yanındaki koltuğun üzerine bıraktı.
- Yahu arkadaşım, bak zaten canım burnumda, bir de sen böyle
bilmece gibi konuşma. Ne varsa söyle işte. Dinliyorum.
- Hemen geçip, oturdun abla. Halıya baksaydın ya. Anlardın
ne olduğunu.
- Ne halısı? Neresine bakacağım?
- Burak’ın altına. Gel, bak hele. Kendin gör.
Oğlan, elindeki oyuncağı ağzına almış kemirmekle meşguldü.
Görünürde halıda da dikkati çeken bir şey yoktu. Nezahat çocuğunun yanına
gidip, eliyle halıyı inceledi. Islak olduğunu anladığı zaman da oğlanın altına çişini
yaptığı ortaya çıktı. Hâlbuki daha yeni bağlamıştı bezini ve komşusuna öyle
teslim etmişti.
- Aksiliğe bak yahu! Tüh. Ben evde oğlanın üstünü değişeyim,
sen su, bez falan hazırla, gelip silerim.
Kucağında çocuğu ile dairesinden içeri girerken
söyleniyordu. “Güya oğlan olmadan rahat rahat evimi temizleyecektim, şimdi bir
de başkasının evini temizlemek zorunda kalıyorum. Hay Allah’ım ya! Çileme bakar
mısın? Offf, of!”
Nezahat’in annesi Nermin Hanım, evlenene kadar kızına
kıyamadığı için onun elini hiçbir ev işine sürdürmemişti. Arada bakkala gitmek,
sofraya tabak taşımak, ekmek kesmek neviinden hafif gündelik işler yaptırmakla
yetinmişti. Çünkü biricik kızı okuyordu. Tek arzusu, onun öğretmen olduğunu,
ardından da evlenip çoluk çocuğa karıştığını görmekti. Umduğu gibi olmadı. Kızı
liseyi bitirince mahalle delikanlılarından Şahin, ailesini gönderip istetmişti.
Önceleri karşı çıksa da kızının gönlünün delikanlıda olduğunu, ne derse desin
kendisini dinlemeyecekleri fark etmiş ve kocası Sadık Bey’de gençlere taraf
çıkınca evlenmelerine rıza göstermişti. Nezahat, evlendikten sonra evini çekip
çevirmekte hayli zorlandı. Üstüne bir de çocuk olunca iyice bunalmaya başladı.
İşte bugün de ev temizliğine başlamadan önce henüz bir buçuk yaşındaki oğlunu
karşı komşuya bu yüzden emanet etmişti. Temizlik esnasında sağa sola çektiği koltukların
arasından banyoya geçti. Kirlenen giysilerini çıkartıp, çocuğu yıkadı ve temiz
giysiler giydirdi. Karnını doyurduktan sonra ayaklarına alıp sallamaya başladı.
Oğlu uyuyunca kalan işleri bitirecekti. Burak çok geçmeden ağzında emziği
uykuya daldı. Genç kadın birden arkadaşının evine uğraması gerektiğini
hatırlayıp kapıya yöneldi. Kapıyı açar açmaz bir de ne görsün? Zeliha çişlenen
halıyı rulo yapmış, kapısının hemen yanına dikmişti. “Bu ne ya şimdi? Halıyı
neden buraya getirdi ki bu kadın?” diye söylenerek komşusunun zilini çaldı. Zeliha
kapıyı açar açmaz ellerini beline koydu. Bilmiş bir tavırla “Geç bakalım.”
dedi. “Leğeni, suyu hazırladım. Biraz geniş tut sileceğin yeri. Etrafa
bulaşmıştır falan. İçim bulandı zaten. Ay, iğrenirim ben böyle şeylerden.”
- Fesübhanallah! Yahu bin pişman oldum oğlanı sana teslim
ettiğime. İş üstüne iş çıktı. Kâr yapalım derken zarara girdim. Şans yok ki
bende.
Söylene söylene yerleri siliyordu. Zeliha’nın iyi temizliyor
mu diye teftiş eden gözleri üzerinde olmasaydı bari. Sinirleri bozulmuştu. Bezi
leğene daldırıp sıkarken başını arkadaşına çevirip “Yahu tamam, beni izleme,
sen kendi işine bak. İyicene silerim, merak etme.” dedi.
- Ne merak edeceğim, öylesine bakıyorum işte.
- Ha, sahi. Halıyı neden diktin kapımın önüne? Onu da
silerdim, tertemiz olurdu.
- Yooo, içime sinmez valla. Halıcıda yıkattırıp öyle
verirsin. Silmekle geçer miymiş ayol. Çocuk çişi bu, başka şeye benzer mi?
Kocamın ne kadar titiz olduğunu biliyorsun hem sonra. Olmaz valla.
Nezahat’in morali iyice bozulmuştu. Neredeyse ağlamak
üzereydi. Nereden evlenmişti? Ne güzel rahat rahat ana- babasının evinde
yaşıyordu. Ne ev işleri derdi, ne koca derdi, ne çocuk derdi. El bebek gül
bebek geçinip gidiyordu. Çok pişmandı, çok. İşini bitirip evine döndü. Ortalığı
şöyle bir toparladıktan sonra, dolaptan bir battaniye alarak oğlunun yanına
uzandı ve yattığı yerden düşünmeye başladı.
Neredeyse bütün salonu sildirtmişti Zeliha ona. Aralarında
iki yaş vardı. Arkadaşı da yeni evliydi. Karşı daireye taşındıklarında arkadaş
buldum diye sevinmiş ve çok kısa sürede kaynaşmışlardı. Henüz onların çocukları
yoktu. Uzun bir süre çocuk yapmaya niyetleri de yoktu. Zeliha bu konu
açıldığında, “Burhan, evliliğe alış, biraz rahat yaşayalım, sonra düşünürüz
diyor.” demişti. Şahin’le hiç böyle plânlar yapmamışlardı oysa. Ne olduğunu
anlamadan hamile kalmıştı. Evliliğin tadını çıkarmak şöyle dursun, cendereye
sokulmuş hissi her geçen gün içinde büyüyordu. Hep kocasının suçuydu.
Evlendikten sonra huyunu öğrenmişti. Son derece bencildi kocası. İşten eve
döndükten sonra kendini televizyonun karşısındaki koltuğa atar, her türlü
hizmeti ayağına beklerdi. Çok zayıf olan sosyal hayatları çocuk olduktan sonra
tamamen bitmiş, öylesine dolaşmak için dahi olsa karısını yanına alıp, sokağa
bile çıkartmaz olmuştu. Son iki aydır işsiz olmasına rağmen durum değişmemişti.
Paşa hazretleri kahvaltısını yaptıktan sonra evden iş aramaya diye çıkıyor,
vaktinin büyük bölümünü kahvede geçiriyordu. Eve doğru dürüst para bıraktığı da
yoktu. Bu yüzden sık sık tartışır olmuşlardı son zamanlarda. Hadi kendisi neyse
ama çocuğun masraflarından kısacak hâli yoktu ki. Bez parası, mama parası,
doktor masrafları. Birkaç defa, utana sıkıla babasından para istemek zorunda
kalmıştı. Bu böyle gitmezdi ama ne yapabilirdi ki. “Çok mutsuzum Allah’ım, çok
çaresizim, sen yardım et.” diye dua etti. Karşı duvarda asılı olan evlilik
fotoğrafına dalıp gitmiş olan gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı ve derin
bir uykuya daldı.
Rüyasında, karanlık eski bir mahzendeydi ve üşüyordu.
Üstünde ince giysilerle yalınayak dar koridorlardan geçiyor, nemli duvarlardan
gelen küf kokularını içine çeke çeke çıkış yolu bulmaya çalışıyordu. Birden
arkasında bir gürültü hissetti. Dönüp baktığı zaman kocaman bir başparmağın onu
ezmek için üstüne hücum ettiğini gördü. Deli gibi koşmaya başladı. Bağırarak
yardım isteyecekti ama ne kadar zorlasa da sesi çıkmadı. Korkudan aklını
yitirecek gibi olmuştu ki bir ses duydu.
- Nezahat, sana diyorum be kadın. Kalk, kalk! Gündüz vakti
bu ne uykusu böyle? Çocuk ağlıyor, duymuyorsun. Kocan gelmiş haberin yok. Oh,
gel keyfim, gel.
Şahin gelmişti. Her zamanki küstah, kaba tavırlarıyla
başucuna dikilmiş, bir yandan da onu omzundan kuvvetlice sarsıyordu. Gözlerini
ovuşturdu ve alnında boncuk boncuk olmuş teri koluyla sildi.
- Hoş geldin Şahin. Ev temizledim de yorgunluktan
uyuyakalmışım. Kâbus görüyordum. İyi ki uyandırdın canım.
- Kâbus görmüşmüş. Ben her an kâbus görüyorum ya, ona ne
diyeceksin?
- Nasıl yani?
- Şu haline bak. Patates çuvalı gibisin. Saç-baş dağınık.
Nerede o eski Nezahat? Kadın dediğin kendine biraz dikkat eder yahu. Seni böyle
rüküş gördükçe eve gelmek istemiyor canım.
Kocasının bu şekilde aşağılaması genç kadını derinden
yaralamıştı. Üzgün gözlerle ona baktı. Demek ki bunca sıkıntı içersinde
evliliğini yürütmeye çalışırken, üstüne üstlük bir de kocasının gözündeki
değerini tamamen yitirmişti. Kaybedecek nesi kalmıştı ki? Umutsuzluk içinde son
kez çırpındı.
- Sözlerine dikkat et Şahin! Lâfını bil de konuş. Uykudan
yeni uyandım, saçlarım dağınık olabilir. Hem sanki evlendiğimizden beri üstüme
başıma yeni bir şey mi aldın? Bekârken ne giyiyorsam hâlâ onları giyiyorum. Ben
şikâyet edeceğime sen söyleniyorsun. Ayıp yahu!
Şahin o sırada televizyonun karşısına geçmiş, kanal aramakla
meşguldü. Karısının kendisine çıkıştığını görünce elindeki kumandayı ona doğru
fırlattı. Alet Nezahat’in şakağına isabet etmiş, yaralamıştı. Kadıncağız çenesine doğru süzülen kanları eliyle kapatıp, ağlayarak banyoya doğru koştu. Elini yüzünü
yıkadı, kuruladı ve temiz bir pamuk parçasını şakağına bastırırken aynadaki
aksine dikkatlice baktı. İki buçuk yılda ne hale gelmişti gerçekten. Sanki on
yaş birden ihtiyarlamıştı. Çocuk doğduktan sonra aldığı kiloları da ne yapsa
verememişti. Çok şişman sayılmazdı ama en azından sekiz dokuz kilo vermesi
gerekiyordu eski narin yapısına kavuşması için. “Çok mu çirkinim acaba?”
düşüncesiyle kendini bir kez daha inceledi. Hayır, hiç de çirkin değildi. Saçlarını
taradı, kaşlarını düzeltip, boynunu dikleştirerek moral kazanmaya çalıştı. Birkaç
kilonun onu çirkinleştirmesi mümkün değildi. Yaşından büyük gösteriyor olması
bakımsızlık ve ilgisizlikten kaynaklanıyordu. Hem kocası çok mu yakışıklıydı
sanki? Kendini ne zannediyordu da eşini beğenmiyordu? Şahin, evliliğindeki
iplerin gevşemesinin bütün suçunu onun üzerine yıkıvermiş, kendini haklı duruma
sokmaya çalışmıştı. Bu şiddet gösterisi de bardağı taşıran damla olmuştu. Yaraladığı
halde yanına gelmemiş, duyarsız davranmıştı. Bu muydu karı koca olmak? Sinirden
kanı beynine sıçradı. Artık alttan almayacak, ne pahasına olursa olsun gururunu
çiğnetmeyecekti.
Yatak odasına geçip, dolabı açtı ve üstüne yeni giysiler
giydi. Komodinin üstündeki çantasını alarak içini kontrol etti. Cep telefonu, kimliği,
ulaşım kartı tamamdı, az çok parası da vardı. Evlilik cüzdanını çekmeceden
çıkarıp, onu da çantanın içine attı. İçeriden Burak’ın ağlama sesi geliyordu
hâlâ. Kocası bebeği kucağına alıp avutmayı düşünmemiş, eşinin gelip
ilgilenmesini beklemişti, anlaşılan. “Bencil adam, ne olacak? Allah cezanı
versin senin. Yaşattığın çile yeter artık!” diye söylendi içinden ve hışımla
odadan fırladı. Koridoru hızla geçip, ayakkabılarını kaptığı gibi kapıyı açıp
evden çıktı. Koşarak uzaklaştı.
Şahin, karısının telaşla evden çıktığını görünce bir acayiplik
olduğunu anlamıştı ve ardından birkaç kez seslenmişti ama başındaki yarayı
doktora baktırmak üzere gittiğine karar verdi ve sakinleşerek beklemeye
başladı.
Birkaç dakika sonra kapı zilinin çalması üzerine yerinden
kalktı. Kapıyı açarken “ Sen bana sormadan nereye gittin aşağılık kadın?” diye
bağırdı.
- Hoooop, Şahin abi, sen kime aşağılık diyorsun bakayım?
Ağzını topla, Burhan’a derim bak!
- Sen miydin Zeliha? Kusura bakma Nezahat geldi sandım.
- Maşallah, özrü kabahatinden büyük beyimizin. Hanımına aşağılık
mı diyorsun sen? Ne ayıp, ne ayıp!
Şahin, kendi hanımına karşı olan kaba tutumuna komşu kadın şahit
olduğu için allak bullaktı. “Şey, şaka yapıyordum, yanlış anladın.” diye
kekeleyerek kendini aklamaya çalıştı. “Sen neden geldin? Ne istemiştin sahi?”
Zeliha sert bir tavırla “Kenara çekil bakayım sen şöyle. Çocuk bir saattir avaz
avaz ağlıyor, sesinden evde duramaz oldum yahu. Nezahat nerede?” diye çıkıştı. Ardından
salona daldı ve doğruca bebeğin yanına gitti. Burak’ın ağzı ağlamaktan köpürmüş,
yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hemen kucağına aldı ve tekrar Şahin’e döndü.
- Duymadın mı? Nezahat nerede dedim.
- Bilmiyorum, birden çıkıp, gitti.
Bu cevap üzerine Zeliha sesini yükselterek Şahin’e parladı. Gözlerinden
sanki alev çıkıyordu.
- Sen neden ilgilenmedin çocukla, babası değil misin? Annesi
yoksa senin susturman gerekirdi. Bu ne duyarsızlık böyle? Çocuk nerede ise
çatlayacakmış ağlamaktan. Yazık günah değil mi bu çocuğa?
Zeliha, genç adamı durmadan azarlıyor, arka arkaya
sıraladığı lâflarla hesap soruyordu. Şahin ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Suçlu
olmasa, bu çenesi düşük kadını kolundan tuttuğu gibi kapı dışarı ederdi ama bir
yandan evi terk ettiğine inanmaya başladığı karısı yüzünden duyduğu üzüntü,
diğer yandan küçücük bir bebeğin sorumluluğu ile o kadar çaresizdi ki cevap
bile veremedi. Bu arada komşu kadın odadan odaya geçmiş, mutfak çekmecelerini,
dolapları karıştırarak, bebeğe ait birkaç parça eşyayı, mamasını, bezini,
biberon ve emziğini bulup masanın üstüne yığmıştı. Ardından Şahin’e dönerek
“Çanta, bavul gibi bir şey bul bana çabuk. Çocuk ölecek senin elinde yoksa. Haydi,
acele et.” dedi. Şahin, dolabın üstünden büyükçe bir çanta indirerek Zeliha’ya
getirdi. “Bu olur mu?”
- Olur, olur. Bak, ben bebeği alıp eve geçiyorum. Sen de
durma burada. Git karını ara. Nereye gitmişse gönlünü al, getir. Yoksa onunla
birlik olup, seni pişman ederim. Aklını başına al, karışmam, ona göre ha!
- Allah razı olsun kardeşim. Hemen çıkıyorum. Sen merak
etme. Doktora gitmiştir o. Bulup, getiririm birazdan.
xxx
Şahin, ilk olarak cep telefonundan karısına ulaşmaya
çalıştı. Nezahat telefona cevap vermemişti. Sonra yakınlardaki dispansere
gitti. Orada bulamayınca eczanelere ve eve yakın iki hastaneye uğrayıp karısını
aradı. Oralarda da yoktu. Son ihtimal baba evine gitmiş olabilirdi. Karısı olanı biteni ailesine anlatmıştı
mutlaka. “Şimdi hep birlikte yüzüme tükürecekler. Hani ne yapsalar, ne deseler
haklılar da, karım eve dönmeyi kabul edecek mi acaba? Ya kabul etmezse ben ne
yaparım?” diye düşündü. “Kadıncağızı çıldırtana kadar uğraştın, şimdi çek
bakalım Şahin Efendi! Hiç boş yere oflayıp, puflama. Git temizle yaptığın haltı.”
Bir taksi çevirip karısının ailesinin evine gitti ve zile
bastı. Kapıyı kayınpeder Sadık Bey açmıştı. Babacan bir tavırla “Ooo damat, hoş
geldin.” dedi. Sonra merakla sordu. “Nezahat nerede? O gelmedi mi?” Şahin
karısının buraya gelmediğini anlayınca hiç renk vermedi. “Yok, o gelmedi. Ben buradan
geçiyordum, bir uğrayıp, hâl - hatır sorayım dedim.” Sadık Bey damadını içeri
buyur ederken karısı Nermin Hanım’a seslendi. “Nermin, bak Şahin gelmiş.” Nermin
Hanım da bir telaş yanlarına gelmişti.
- Hoş geldin evlâdım, kapıda dikilme öyle, haydi gir
içeriye.
- Yok, girmeyeyim anne. Bu civarda bir işim vardı. Öylesine
uğramıştım. Nasılsınız?
- Nasıl olalım oğlum, hep aynı işte, bildiğin gibi. Böyle
olmaz ama. İçeri gel. Ben çay yapayım hemen, içerken konuşuruz.
Şahin, mecburen içeri girdi. Havadan sudan bir müddet sohbet
ettiler. Sonra müsaade isteyip kalktı. Giderken Nermin Hanım “Önümüzdeki pazar
hep birlikte kahvaltıya gelin oğlum, torunumu çok özledim, burnumda tütüyor
valla. Tamam mı?” diye tembihte bulundu.
Şahin, elleri cebinde, başı öne eğik, umutsuz bir halde yolda
yürürken bir yandan da kara kara düşünüyordu. Karısı ailesinin yanına da
gelmemişti. Nereye gitmiş olabilirdi? Nerede arayacağını bilemiyordu. Olayların
bu hale gelmesinin tek suçlusu kendisiydi. Karısına bir güne bir gün anlayış
göstermemiş, bencillik edip, kaba davranmıştı. İşte en sonunda şiddete
başvurmuş ve evden kaçırtmıştı. Nezahat ne yapıyordu acaba şimdi? Ya hiç geri
gelmezse kendisi ve küçücük yavrusu ne yaparlardı? Büyük bir pişmanlık ve
çaresizlik hissediyordu. Keşke dediği o kadar çok şey vardı ki şimdi ama neye
yarardı. Gözleri buğulandı. Nihayet kendini tutamadı ve hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. Etraftan gelip geçenlerin meraklı bakışlarını da
umursamıyordu. Yerdeki ufak taşlara vura vura otobüs durağına kadar geldi.
Biraz sonra kendi apartmanlarının önündeydi. Merdivenleri
bir hamlede çıktı. Komşularının zilini çaldı. Zeliha, kucağında Burak’la kapıyı
açmıştı.
- Hayırdır Şahin abi, Nezahat nerede, bulamadın mı?
“Hayır.” mânasında kafasını iki yana sallayarak sordu. “Senide
mi aramadı mı Zeliha?”
- Ooo, ben sana soruyorum, sen bana soruyorsun. Çocuğu almak
istersen vereyim, ne dersin?
- Ben alsam şimdi nasıl bakarım ona? Sende kalsın birkaç
gün. İnşallah karım da döner gelir bakarsın. İdare ediver işte.
- Aaa, iyilik yap cezanı bul hesabı oldu şimdi bu. Bana ne
sizin çocuğunuzdan canım. Kavga etmeden önce düşünecektin onu. Kadının canını
burnuna getirdin, memnun musun şimdi?
Genç adam suçluluk psikolojisi ile gözlerini kaçırdı ve
mırıldandı. “Çok pişmanım gerçekten. Ya hiç gelmezse, ya onun başına bir şey
gelirse? Düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Sen söyle, ne yapayım kardeşim?” Zeliha’nın
eline koz geçmişti. Arkadaşının intikamını almak istercesine makineli tüfek
gibi konuşarak sitemlerine başladı. “Geri gelse ne olacak? Üç gün sonra yine
kaçırtırsın kadıncağızı. Çalışmazsın, para getirmezsin, evle ilgilenmezsin,
çocuk derdin yok, şu kadını bir hava aldırmaya çıkartayım demezsin, üstüne
başına bir şeyler almazsın. Kabalık da cabası. Yok da yok yani. Ben olsam
yeminle sana geri dönmezdim. Aklı varsa gelmez.” Şahin yediği bu azardan dolayı
sinirlenmişti ama belli etmedi. Bu cazgır kadına tahammül etmek zorundaydı
çünkü ne de olsa şu anda ona muhtaçtı. Nezahat’le kıyasladı bir an. Karısı bu
kadının yanında kanatsız melekti. Kıymetini bilememişti ne yazık ki. Pişmanlığı
şimdi iyice artmıştı. Alttan almaya çalıştı.
- Yahu yeter! Sen de üstüme üstüme gelme böyle. Zaten pişman
olmuşum. Şimdi görsem ellerine ayaklarına kapanıp özür dileyeceğim. Hemen bir
işe girip, kendimi de düzelteceğim ama onu nerede bulacağımı bilemiyorum. Ah
kafam, ah!
- Hiç sanmıyorum Şahin Abi, kusura bakma yani. İki günde
eski tas eski hamam olur yine. Sen düzelmezsin.
- Neden böyle söylüyorsun Zeliha? Vallahi samimiyim. İstersen
Kur’an’a el basarım. Seni ararsa ne olur böyle dediğimi söyle kendisine. Dönsün
bir an önce evine. Bizi daha fazla perişan etmesin.
Zeliha gözlerini kısarak bir müddet Şahin’i süzdü. Kucağındaki
bebekle evin içine doğru yürürken seslendi. “Geç bakalım içeriye, karına kendin
söyle bütün bunları. Baştan beri bendeydi Nezahat” dedi.
Şahin duyduklarına inanamıyordu. Karısı demek ki buradaydı.
Gözleri sevinçten parladı. Ayakkabılarını çıkartıp Zeliha’nın peşinden salona girdi.
Kalbi küt küt attığı için sağ elini üstüne bastırma ihtiyacını duydu. Nezahat
bir koltuğun kenarına büzülmüş, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerle ona
bakıyordu. “Sen buradasın ha, Allah’ıma şükür. Affedersin karıcığım, çok
üzgünüm. Böyle olsun istemedim, inan bana.”
Genç kadın ayağa kalktı ve kocasının yanına geldi. “Duydum
bütün söylediklerini. Bu seferlik seni affediyorum. Yuvamın ve çocuğumun hatırı
için. Kendini düzeltmezsen başka bir şansın daha olmayacak. Bunu da biliyorsun
değil mi?” dedi kendinden emin bir tavırla. “Söz veriyorum karıcığım, her şey
daha güzel olacak bundan böyle. Hadi gel artık evimize gidelim. Bu insanlara da
daha fazla sıkıntı vermeyelim.” Zeliha hemen lâfa atladı.
- Yok canım, ne sıkıntısı? Benim için zevkti. Bundan sonra
kavga ederseniz beni karıştırmayın, yeter. Haydi, şimdi çocuğunuzu da alın,
marş marş bakayım. Yallah evinize. Sizinle daha fazla uğraşamayacağım. Aaa, bu
ne yahu! Mor çatı mı burası?
Nezahat bebeğin öteberisini toparlarken, Şahin de çocuğunu
kucakladı ve içinden söylendi. “Cadı kadın, ne olacak. Allah senin ne eline ne
de diline düşürsün. Sayende karımın değerini anladım be!”
Mücella Pakdemir
(
Uçurumun Kıyısından başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
7.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.