.
İşyerimizin bir çalışanı
statüsüne giren Boncuk için ödenek ayırmamız gerektiğini patronumuzla görüştüm
ve makul bir masrafa onu ikna ettim. Çalışanlara gelen tabildotla
yetinmeyecekti artık depo bekçimiz. Et, tavuk, süt ve veteriner masrafları da
şirket kasasından karşılanacaktı. Aradan geçen iki ay içerisinde büyüyüp
serpilmişti. Yürüyen güzellikti âdeta.
Havalar ısınmış; nisan
ayına kavuşmuştuk. Forklift operatörümüz bana telefon açtı ve depoda iki yavru
köpek bulduğunu söyledi. “Boncuk’a güzel baktığımızı görünce çevreden birileri
atmış herhâlde.” dedi. Hem şaşırdım hem de bu sorumsuz insanlara sinirlendim.
“Şimdi çok işim var; siz onları korumaya alın; ben bir çaresine bakacağım. İlan
vererek sahiplendirmeye çalışacağım. Şimdilik süt verin; aç kalmasın
zavallıcıklar.” diyerek telefonu kapattım.
Öğle tatilinde depoya
yavruları görmeye gittiğimde, bir çalışanın yavrulardan birini kendi tanıdığına
evlatlık vermiş olduğunu öğrendim. Öteki yavru, Boncuk’un koynuna girmiş
uyukluyordu. Anlaşılan bizden evvel Boncuk sahip çıkmıştı ona. Sattığımız
ürünlerden biri olan Kalebodurdan esinlenerek yavruya Bodur ismini verdik.
Köpek sitelerine ilan
vermiştim ama henüz sahiplenmek isteyen çıkmamıştı. Bodur’u kötü şartlardaki barınaklardan
birine bırakmak istemiyordum. “Birkaç gün daha geçsin; çaresine bakarız.”
düşüncesindeyken acı haber geldi. Yavrucağın ön patilerinden biri, kaldırıma
yanaşmaya çalışan bir kamyonun tekerinin altında parçalanmıştı.
Allah’tan, işimi yoluna koymuştum.
Günlük programım ve ödeme tablosu çizelgeleri, banka talimatları masamın
üzerinde hazırdı zaten. Müdür yardımcıma ve iyi yetişmiş bir elemanıma çarçabuk
işleri aktarıp, ihtiyaç anında beni aramalarını, patron şirkete gelene kadar
durumu idare etmelerini rica ettim. Depoya vardığımda Boncuk yeri göğü
inletircesine havlıyordu. Yavru da can acısından paletlerden birinin altına
girmek üzereydi ki hemen tutup çıkardım ve şirketin arabasıyla Avcılar’daki veteriner
fakültesine doğru yola çıktık. Üstüm başım kan olmuştu. Bodur kan kaybından
baygınlıklar geçiriyordu. Onu kendinde tutmak için durmadan seviyor, “İyi
olacaksın bir tanem; bak seni tedaviye götürüyoruz şimdi; kurtulacaksın, yeter
ki dayan yavrum. “ diye moral veriyordum.
Fakülte, çok kan
kaybettiği için o gün ameliyata almadı Bodur’u. Sadece kopan bacağını sarıp,
öteki patisine serum yolu açtı ve iltihap olasılığına karşı tedbir amaçlı
antibiyotik verdi. Şirketten çıkalı iki saat bile olmamıştı ama arayan arayana
idi. Hatta patronum da aramış, beni sıkı bir sorguya çekmişti. Çok bunalmıştım.
“Yarım saate oradayım.” diyerek onu sakinleştirdim.
Şirkete varır varmaz,
Bodur’u deponun bir köşesinde koliye yerleştirip serumunu da yukarıda bir
çiviye astım. Çalışanlara sık sık kontrol etmelerini tembihleyerek soluğu
patronumun yanında aldım. Yüzü asıktı ama sert görünüşünün altındaki merhametli
kalbini alttan alan tatlı sözlerle yumuşattıktan sonra işimin başına döndüm.
Personelime “Fakülte çok uzak; yakınlarda iyi bir klinik biliyor musunuz?” diye
sordum. Evet, çok yakında bir klinik vardı. Hemen telefon açtım ve durumu
anlattım. “Buraya getirin. Ameliyat gününe kadar bakabiliriz.” cevabını alınca dünyalar benim oldu.
Akşam iş çıkışı depoya gidip
Bodur’u kucakladığımda Boncuk delirdi. Minik can yoldaşını bırakmak istemediğini
belli eden hareketler yapıyor, çevremde dört dönüyordu. Neredeyse kucağımdan
kapacaktı yavruyu. Aradan geçen kısa zamanda bu bahtsız arkadaşına çok
bağlanmıştı anlaşılan. Onu zar zor zapt ettiler de arabaya binebildim.
Veteriner hekim bizi güler
yüzle, “Hoş geldiniz.” diyerek karşıladı. Onun bu sıcaklığı yüzümdeki allak
bullak ifadeyi giderebildi mi, bilemiyorum ama sihir etkisi yapmış, anında
güven duygusu vermişti bana. Kısa bir muayeneden sonra, inlemesi devam eden Bodur’u
kliniğin arka kısmındaki kafeslerden birine koydu. Yavrunun o garip hâli
yüreğime dokunmuş; ağlamaya başlamıştım. Bir yandan da, “Ne olur, ona iyi bakın;
para hiç önemli değil; yeter ki iyileşsin.” diye yalvarıyordum. Veteriner hekim babacan bir tavırla, “İçiniz
rahat etsin; ben ona en iyi şekilde bakacağım, hazır olunca da ameliyat
edeceğim. Siz hiç merak etmeyin.” diyerek içime su serpti. Bir haftalık bakım
ve tedavi ücreti ile telefon numaramı verip ayrıldım.
Ertesi gün patronum
köpeğin durumu hakkında bilgi aldıktan sonra, “Sen olmasaydın köpek ölüp
gidecekti. Allah razı olsun. Fakat o benim şirketime sığınmış bir can. Masrafını
karşılamak da bana düşer. Ödediğin ve bundan sonra ödeyeceğin paraları kasadan
al, faturasını da şirkete kestir.” diyerek büyüklüğünü gösterdi.
Nihayet ameliyat günü
gelmişti. Depo çalışanlarından Boncuk’un keyfinin kaçtığının bilgisini alıyordum.
Her akşam Bodur’u görmeye gidiyordum nasılsa. Ameliyattan bir önceki akşam,
ikisine de moral olsun diye Boncuk’u da ziyarete götürmeye karar verdim.
Arabamı kliniğin önüne park ettim. Birlikte içeri girer girmez Boncuk kucağımdan
atlayıp Bodur’un kafesinin önüne koştu. Ben de peşinden… Kafesin kapağını
açarak onu içeri soktum. Yaralı arkadaşının yüzünü gözünü yalayıp, sevgi
gösterileri ile teselli ediyordu. Veteriner de yanımıza gelmiş, ameliyat
hakkında bilgi veriyordu ki, Boncuk birden midesindeki mamaları kustu, Bodur’a
yedirmeye başladı. Veteriner anında kafesin kapısını açıp Boncuk’u dışarı
alırken, benden karşı duvarda bulunan rulo kâğıt havluyu getirmemi istedi.
Saniyeler içinde havluyu kapıp getirerek hekimin eline tutuşturdum. Boncuk’un
kusmuğunu temizledi.
“Özür dilerim. Böyle
yapacağını bilmiyordum. Size zahmet verdim.” diye lafları ağzımda gevelerken,
veteriner “Niye böyle yaptı, biliyor musunuz?” diye sordu. Kafamı “Bilmiyorum.”
manasında sallayıp ne diyeceğini merakla bekledim. Ve beni hayrete düşüren şu
cevabı aldım: “Bodur’u yarın sabah ameliyat edeceğim için mama vermemiştim. Aç
olduğunu arkadaşına söylemiş; o da midesindekini paylaşmış. Hayvan deyip
geçeriz lâkin onların da biz insanlar gibi merhamet duygusu vardır.”
Ameliyatından iki hafta geçmiş,
Bodur şirket deposuna dönmüştü. İri bir cins olduğu için, kısa sürede Boncuk’un
iki katına çıktı. Üç ayağı ile rahatça yürüyor, hatta koşturuyordu. Bekçilik
eğitimini Boncuk’tan almıştı ve o da kadrolu elemanımız olmuştu. Gündüzleri bir
arada duruyorlardı fakat geceleri Bodur alt depomuzda bekçilik görevinin başına
gidiyordu.
Birkaç ay sonra, babamın
sağlık durumu nedeniyle bir müddet Marmaris’te yaşamam gerektiğinden dolayı
işten ayrıldım. Dönüşte başka bir işyerinde çalışmaya başladım. Aradan beş yıl
geçmişti ve ben eski şirketimi ziyarete gittim. Odasına girdiğimde patron şirketin
yeni avukatı ile görüşme yapıyordu. Beni görünce hemen ayağa kalktı, ceketini
ilikleyip masasının önündeki diğer koltuğa buyur ederek avukat beyle
tanıştırdı. Sözlerine “Hanımefendi eskiden şirketimizin muhasebe müdürüydü.”
şeklinde girizgâh yaptıktan sonra yanaklarımın mahcubiyetten kızarmasına neden
olacak derecede beni epey bir methetti. Ardından Boncuk ile Bodur’un hikâyesini
anlattı. Anlaşılan, yaşadığımız bu hayat kurtarma operasyonları sevgili
patronumu da derinden etkilemişti.
Mücella Pakdemir