Beddua - 2
Öykünün devamı..........
Oğuz, Serpil’le ilişkisinin
bitmesini pek dert etmemişti gerçekten de. Gamze, ertesi gün onunla sohbet
ederken, bunu daha net anlamıştı. İçinden “Demek ki erkekler kızlardan
ayrılınca yirmi dört saat bile üzüntü çekmiyorlar. Ne vefasızlar!” diye
geçirdi. Acaba sevdiği gence “Evlenelim artık!” dediğinde o da aynı şekilde mi
davranacaktı? Kendi ilişkisi nereye gidiyordu ve nasıl sonuçlanacaktı? Arkadaşlarının
ayrılığı gözünü korkutuyordu şimdi. Mehmet’e gün geçtikçe daha çok bağlanmıştı
ve şimdi, kalbini yoklayınca, onu sevdiğinden emin oluyordu. İçini sıkıntı
basmasına rağmen, “O da beni seviyor, Oğuzlar ayrıldı diye biz neden ayrılalım
ki?” diye teselli buldu.
Gözü duvardaki takvime takıldı.
Haziranın son günleriydi. Mehmet’le arkadaşlığa başlamalarının üzerinden beş ay
geçmişti. Hep yazın evlenmek isterdi. Omuzları açık, etekleri kabarık, yerleri
süpüren, upuzun duvaklı, güpür, işlemeli, bembeyaz bir gelinlik içinde, sevdiğinin
kolunda hayal etti kendisini. Yüzünü bir gülümseme kapladı. Ardından bir karar aldı;
Mehmet’le bu evlilik konusunu konuşmalıydı. Sonu Serpil gibi olacaksa,
uzatmanın hiç anlamı yoktu.
Akşam buluşacaklardı. Mesai
bitimine birkaç dakika kalmıştı. İş arkadaşları “İyi akşamlar.” dilekleriyle
evlerinin yolunu tutarken, Gamze de makyaj çantasını kapıp tuvalete koştu.
Aynada saçını başını düzeltti ve rujunu tazeledi. Narçiçeği rengindeki bluzu ve
siyah eteği ile çok hoş görünüyordu. Güzelliğini aynada seyrederken, “Benden
iyisini mi bulacak sanki? Niyeti ciddiyse bunu göstermesinin zamanı!” diye
geçirdi içinden. Tekrar masasına dönüp çekmecelerini kilitledikten sonra,
çantasını omzuna takarak çıkışa doğru ilerledi. İşte, sevgilisi de gelmiş, onu
kapıda bekliyordu.
“Selam aşkım, çok bekletmedim
inşallah!”
“Hayır, güzelim; ben de bir dakika
önce geldim zaten. Nereye gidelim istersin?”
“Temiz havaya ihtiyacım var canım.
Şöyle deniz kokusunu çekmek istiyorum ciğerlerime. Mimoza’ya gidelim, derim.
Sen ne dersin?”
Mehmet kolunu kızın omzuna
atarken, sevgilisiyle gurur duyduğunu fark etti. Gamze o kadar güzel ve sevecen
bir kızdı ki, bazen onun nasıl beğenip de kendisiyle arkadaşlık ettiğine şaşardı.
O kadar da yakışıklı sayılmazdı. Çekici bir mesleği yoktu. Zengin de değildi
üstelik. Gamze, istese, servetini ayakları altına serecek, kariyer sahibi ve
daha yakışıklı birisiyle birlikte olabilirdi. Kendini çok şanslı hissetti.
Birazdan, sahil kenarındaki Mimoza
çay bahçesindeydiler. İnsanlar günün yorgunluğunu atmak, güzel vakit geçirmek için
çay bahçesini doldurmuştu. Onlar gibi birçok çift vardı masalarda. Kimileri
okey veya tavla oynuyor, kimileri de neşe içinde muhabbet ediyor, bir şeyler
yiyip içiyorlardı. Akşam saati olmasına rağmen Güneş, etkisini göstermeye devam
ediyordu. Büyük bir şemsiyenin gölgelediği boş bir masaya geçip oturdular. Yanlarına gelen garsona iki çay, iki tost
sipariş etti Mehmet. Sonra genç kızın ellerini ellerinin arasına alarak masmavi
gözlerine uzun uzadıya baktı.
“Çok güzelsin aşkım, iyi ki
hayatımdasın. Seni çok seviyorum.”
Gamze mahcup bir edayla bakışlarını
yere doğru çevirip ses tonunu tatlılaştırarak karşılık verdi: “Ben de seni
seviyorum aşkım. Sen de benim hayatıma güzellik kattın ama nereye kadar böyle
sürecek?”
Mehmet hiç beklemediği bu soru
karşısında afalladı. Genç kızın ne demek istediğini anlayamamıştı. İnşallah
ayrılmaktan söz etmezdi. “Nasıl yani? Ne demek istiyorsun? Yoksa…”
Gamze, düşüncelerini okumuş gibi
onun lafını yarıda keserek devam etti: “Tam beş aydır çıkıyoruz canım. Birbirimizi
yeterince tanıdık sanıyorum. Evdekilerin de arkadaşlığımızdan haberi var.
Evleneceğimizi düşünüp arkadaşlığımıza ses çıkartmıyorlar. Babam bana güvenir
ama böyle, ucu bucağı gözükmeyen bir ilişki yaşamamı da hiç istemez. Onu daha
fazla oyalayamam.”
Boşuna kaygılandığını anlayınca
gözlerinin içi güldü delikanlının. “Offf, rahatladım ya! Ben de ayrılmak
istediğini sandım bir an. Evleneceğiz tabii. Biraz daha para biriktirmeye
çalışıyordum ama istersen, elimizde ne varsa onunla yeni bir hayata
başlayabiliriz. Şimdi evlenirsek annemle beraber yaşamak zorundayız. Ayrı ev
açamam. İki yıl daha beklersek bir ev alma imkânım olur. Karar senin.”
Genç kız, kendisi hakkında
söylediklerinden dolayı kaynanasıyla birlikte yaşamak istemiyordu. “Yanlış
anlama ama annenle birlikte oturmayı tercih etmem. Biliyorsun ki bana çok sıcak
bakmıyor. İleride sorun çıkabilir. Kiraya çıksak olmaz mı peki?”
Oturduğu yerde sıkıntılı bir
şekilde bir - iki kıpırdandıktan sonra, sesini yumuşatarak, sevdiğini ikna
etmeye çalıştı Mehmet: “İyi de aşkım; hem kira hem ev masrafları… Nasıl para
biriktirebiliriz? Evlendikten sonra çalışmanı istemiyorum. Bu durumda, ev alma
planım suya düşecek. Ömür boyu kiracı olmak da işime gelmez. İstersen şimdilik
seni isteteyim. Nişanlı olarak iki sene kadar bekleriz. Ailen de ses çıkarmaz
herhâlde buna.”
“Tamam, ben bir düşüneyim.
Büyüklerime de açayım konuyu. Sonra sana sonucu söylerim.”
Garson siparişleri getirmişti.
Çaylarını yudumlamaya ve tostlarını yemeye başlarken, ciddiyetten uzaklaşıp yine
eski neşelerine kavuştular.
xxx
Zeliha Hanım küplere binmiş,
oğluna çıkışıyordu. Sesi gibi elleri de titriyordu sinirden.
“Sana ‘O kızı beğenmedim.’ demedim
mi? Ne demek şimdi bu? Katiyen istemeye falan gitmem; çıkar aklından bunu. Bula
bula, Alamancı, aklı bir karış havada bu kızı mı buldun? Ahlâkı başka,
fikirleri başkadır. Uymaz bize oğlum o, uymaz.”
Almanya’da yaşayan Türk gurbetçilere,
“yaşadıkları ortama uyum sağlayamayan, iki arada bir derede hayat sürdüren”
manasında takılan bir lakaptı “Alamancı”. Büyük umutlarla öz vatanından kopmuş
olan ilk nesil gurbetçiler, Almanya’da yabancı, Türkiye'de Alamancı konumundaydılar
maalesef.
Annesine karşı gelen bir evlat
değildi Mehmet. Ancak, kendisinin sevdiği ile evlenmesine mani olmasına müsaade
edecek de değildi. Önceleri “Gamze hakkında yanlış düşünüyorsun anne. Nereden
çıkarıyorsun bu lafları? Aksine, çok aklı başında bir kız. Üstelik birbirimizi
çok seviyoruz. Ne olur, karşı gelme; kurbanın olayım!” gibi yatıştırıcı sözler
sarf etse de, annesinin inatçı tavrı karşısında sertleşti. Oturduğu koltuktan
kalkarak bağırdı: “İster kabul et, ister etme. Ben bu kızla evleneceğim. Yoksa
beni kaybedeceksin. Aklına yerleştir bu dediğimi.” Zeliha Hanım, sinirle evden
dışarı fırlayan oğlunun arkasından seslendi: “Nankör evlat, sonunda bunu da mı
yapacaktın bana? Hakkım haram olsun.”
Annesinin direncini kırmak için, o
günden sonra tamirhanenin arka tarafındaki büro bölümünde yatıp kalkmaya
başladı delikanlı. Arada, üst kattaki evine gidiyor, üstünü değiştirip, hiç
vakit kaybetmeden ve tek kelime konuşmadan geri dönüyordu. Zeliha Hanım da
inatçıydı. O da, oğlunun yüzüne bile bakmıyordu. Aradan tam bir hafta geçti.
Mehmet, kendi sorununu halledemediği için Gamze’yle de görüşmemişti bu arada.
Ne diyecekti ki? Annem seni istemiyor, mu diyecekti? “Şu gün hazır olun; seni
istemeye geleceğiz.” demesi lazımdı bu noktadan sonra ama annesi pes etmediği
için diyemiyordu işte. Genç kıza karşı yüzü yoktu. Çaresiz; biraz daha zaman
geçmesini bekleyecekti.
............devam edecek.
Mücella Pakdemir
(
Beddua - 2 başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
17.07.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.