Gölge yetilerimi kurban
verdiğimden bu yana kaçıncı sonbahar ola ki?
Hem de ikbali kayıp bir
şehrin en sıra dışı nidasına gizlediğim sessizlik ve de gizlenmeyi ilke
edindiğim…
Nüansını pek
önemsemesem de tınısı yüreğimin en derininde. Biraz sakıncalı bir aşk mıdır da
sancısı çok yakın ölüme? Yoksa cebi delik bir palto mu sırtıma geçirdiğim o
anlamsız ve durağan sanrı yüklü fısıltıları mahrem belleyip ifşa etmeden geçit
verdiğim devrik bir cümlede mayalanırken zavallı benliğim?
Çok soru varsa da
seçeneklerini de ihlal eden garip bir devinim yine şu insan pazarında yitip
gitmelerim.
Sonsuzun çağrısı
kulaklarımda epeydir belki de ölümün ıslığında tir tir titrerken beyaz
odalarda. Nasıl bir beyazsa artık: Ne kefenin cebine sığdırmayı düşünecek
haldeyim ne de gelinliğin sökük duvağını kara iplikle dikmek gibi bir niyetim
var.
Sonrasız bir sabaha
daha uyanmak.
Akşamdan kalan
üzünçleri ekmek gün ışığına hem de bilip bilmeden geçit vermişken acıya.
Acıyı kanıksamak olsa
olsa bu kadar olur bir bayram sabahında belki de her günümü bayram ellemek yine
aşkın sancağında yükselirken gök kubbeye. Ne aşk hem de… Boyutsuz, çetrefilli
biraz da afili. Korkmaksa en alası. Sevmekse: Kanıksamaktan öte içli dışlı bir
doğum sancısı üstelik ölü bir bebeği kucaklayacağım gerçeğinin bilinciyle
safran sarısı bir kâbusta rehin tutulmak.
Karadan çaldıkça zift
yüklü bir tümce. Boya boyayabildiğin kadar: Bir kat daha ve bir kat daha,
derken hala erememek pembeye.
Sıkılganlığın mendebur
hacmi: Göreceli mefhumlara paye verip de olmazın oluru bir kehaneti gerçek
bellemek. Korkmak hem de nasıl ve suslara bölünen saniye dilimleri. Ağzımın
suyu aksa da içmeyi reddettiğim yaşam iksiri.
İkilem yüklü bir
muhaberat hem de asılsızlığın curcunasında beratı verilen hükümlerle yoğrulmak.
Muteber bir taşikardi.
Sona yöneltilmiş akıl
dışı mızrağın uzantısı ve kalibresi sadece yüreğe teğet geçen farkındalıkla
arz-ı endam eden sükûnetin en sadık yoldaşı hatta ayak sesi o aymazlıkta
çıtkırıldım bir terennüm iken varlığın ikbalinde peyda olan sözüm ona yansız
bir yandaş yine makberin hürmet bildiği insan eti.
Tümden gelenleri bir
kutuya doluşturup fırlatmak uzay boşluğuna belki de bir sancının
doğurganlığında teneffüs edilesi bir zafiyet yine peyda olan tüm önyargılar.
Konuşlu olmaksa marifet, yeknesak bir tüneği de iliştirmek hüzün penceresine ve
gelip geçen martıların vurdumduymaz çığlığında bir esinti tutturmak sanırsın ki
dile pelesenk olan ve sanırım ki en derin çukur yine yığıntıları sığdırma
gayreti ile aralıksız öldürdüğümüz rehin sevgiler.
Yitimini sorgulamakla
mükellef yine de arsızca gizli bir özneye değişmeyeceğim belirsiz gidişat ki;
indinde saklı tutmaktansa her detayı ifşa eden prospektüsü yüreğin.
Kâh sancılı bir
vazgeçiş kâh yüreğe geçirdiğimiz miğferin soluk atlasında resmettiğimiz
tedirgin bir lehçe bir o kadar umarsız yeri geldi mi ırak tuttuğumuz kimlik
denen mefhumdan kerelerce türettiğimiz yanılgılar, depreşen hüzün batağı ve
kimi zaman muteber bir imde saklı tuttuğumuz o alt yazı ki bir cümleden
diğerine seğirtmektense gözümüzü kapatıp dilediğimiz o arşivde kayıtlı cümle ki
kimine göre bir teselli addedilse de aslında görüp göreceğimiz en bağımlı aşk.